20 Mayıs 2007 Pazar

İkinci Perde - Onuncu Bölüm

Bölüm 10: Spes(1)

Berna içeri buyur edildikten sonra Ekin’i takip etti. Kapıdayken daha bir şeylerin farklı olduğunu hissetmişti. Meraklı gözlerle sağına soluna bakınırken yüzünde keyifli bir ifade belirdi. “Ekin, bu ne hal böyle?” diye sorduğunda arkadaşının ona dönüp baktıktan sonra kocaman gülümsemeye başladığını fark etti. Haftalar değil, aylardır Ekin’i gülümserken görmediği için bu gülümseme tuhaf geldi bir an. Tekrar etrafına göz gezdirdiğinde etrafın çiçeklerle dolu olduğunu gördü. Bir sürü vazoda karanfiller evin çeşitli yerlerine konulmuştu.

“Sahiden, sebebi ne bu kadar karanfilin?” Ekin genç bir kız gibi yerinde duramıyordu. Atik bir şekilde Berna’nın yanına sokuldu ve “Sanırım geri gelecek!” dedi heyecanla.

“Belki de benim sınavlarım bitmeden geri dönmüş olur.”

“Kim, Sarp mı?” diye sordu Berna. Ekin başını sallayarak onayladığında gözlerinin içi gülüyordu.

“…ve bu kadar çiçeği aldın çünkü?” diye sorusunu yineledi Berna.

“Anlasana, ne zaman geleceğini bilmiyorum. Bildiğim, geldiğinde onu düşündüğümü anlamasını istediğim. Hep o benim sevdiğim çiçekleri alacak değil ya. Bu defa ben onu sevdiği çiçeklerle karşılayacağım. Karanfili ne kadar çok sevdiğini biliyorsun.”

“Biliyor muyum?” diye karşılık verdi Berna. Ekin biraz şaşırdı bu tepkiye.

“Bilmiyor musun? Ne bileyim, nişanlanma noktasına kadar gelmiştiniz ya seneler öncesinde. Nişanlanacağın adamın hangi çiçeği sevdiğini bilirsin diye düşünmüştüm.”

“Haklısın da, canım, unutuyorsun galiba; Sarp’la benim aramızda olanın bir hata olduğunu da kabul etmiştik. O ilişki birçok yönüyle yanlıştı ve bu kadar küçük bir ayrıntıyı bilmiyor oluşum da galiba yanılmadığımızı gösteriyor.” Berna gülümseyerek baktığında Ekin’in bir an için ciddileşen yüzü tekrar gülmeye başladı.

“Ee, anlat bakalım, nereden geldi bu iyimserlik? Yanlış anlama, yakındığım yok iyimser olmandan.”

“Söylemiştim ya sana, kayınvalidenin cenazesinden sonra Sarp’a haber vermek için ona telefon ettiğimde ulaşamayınca o geri aramıştı diye…”

“Evet…”

“İşte o geceden sonra da aradı. Başta sadece bir defalık olduğunu sandım ama bir hafta sonra tekrar aramış. Telefonum kapalıymış. O olaydan sonra her zaman telefonumu yanımda taşıdım. Hiç kapamadım ve hep şarjının olmasına dikkat ettim. Neyse, işte sonra tekrar aradı. Mehmet’le konuştuğunu ve başsağlığı dilediğini anlattı. Mehmet’in sesinin beklediğinden daha iyi geldiğini filan söyledi. Ben de aslında çok kötü olduğunu, seninle bile konuşmadığını anlattım.”

“Bu kadar ayrı kalan bir çifte göre fazlasıyla bizden bahsetmişsiniz.”,diye araya girdi Berna. Ekin kısa bir süre söylenen üzerinde düşündü ve “Belki de…” diye cevap verdi.

“…ama Mehmet’in o hali konuşmamızı gerektiriyordu. Gerçekten çok kötüydü, Berna. Sanki şimdi daha iyi gibi…” Berna o acı dolu günleri tekrar hatırlayınca ki çok da uzaklaşmış sayılmazlardı o günlerden, boğazının düğümlendiğini hissetti yine. “Hı hı, daha iyi şimdi.” diye cevap verdi.

“Beni yanlış anlamanı istemiyorum ama aklıma takılan bir nokta var Berna. Mehmet’in verdiği tepki çok abartılıydı ve okuduğum onca psikolojik danışmanlık dersi bana bu işin arkasında başka nedenlerin yattığını söylüyor. Nedir Mehmet’in annesine olan bu bağlılığı? Ölen ebeveynin arkasından yas tutma şekillerinden biri olsa bile Mehmet karakterinde ve onun kadar eğitimli biri, onun yetiştiği kültürden gelen birinin öyle ölüm acısını yaşamasını beklemezdim.” Hassas bir konu üzerinde fazla kaba bir üslup kullanmış olmaktan korkan Ekin tedirgin gözlerle Berna’ya baktı. Berna’nın cevap vermediğini görünce haddini aştığını düşünüp özür dilemeye giriştiğinde ise Berna onu durdurdu.

“Özür dilemene gerek yok, inan bana Ekin.”

“O halde işin aslını anlatacak mısın?”

……

“Peki, sen ne cevap verdin?”

“Annene çok bağlı olduğun için o şekilde hareket ettiğini söyledim. Yalan da söylemedim.” Berna’nın cevabından sonra Mehmet düşünceli bir şekilde çenesini kaşımaya başladı. Ekin’in olanı merak etmesine şaşırmamıştı ama bu konunun kendisi için bir tabu olduğunun da farkındaydı.

“Biliyor musun, Berna, belki de bu konuyu konuşabilmeyi öğrenmeliyim artık. Tüm hayatımı altüst eden, beni sorunlu bir kişiliğe dönüştüren olaylarla yüzleşebilmeliyim.” Berna hemen atılıp kocasının yanına gitti ve yüzünü avuçlarının içine alıp “Şşş, kendine haksızlık ediyorsun. Düşünecek olursan, şimdiki senin temellerini o tecrübeler attı.” diye karşılık verdi ve kocasının dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu.

“Ne tecrübeler ama…” diye alaycı bir ses ve gülmeyle karşılık verip devam etti Mehmet :

“Üniversite okumuş bir baba ile üniversiteyi yarıda bırakmış bir annenin oğlu olarak dünyaya gelmiş bir çocuk. Annesi zamanında o kadar eylemci ki siyasi suçlu olarak algılanıp kırmızı listeye alınmış. Ülkenin zor günler yaşamaya başladığı zamanlarda işleri güya kötüye giden baba karısına hayatı zindan etmeye başlamış. O küçük çocuk ise annesini koruyamamaktan dolayı kendini suçlamaktaymış.”

“Mehmet, olayları bu ses tonuyla anlatman hiç hoşuma gitmiyor. Sen küçük bir çocuktun. Yapabileceğin bir şey yoktu.”

“Anlamadığın da bu! O adam benim yaptığım veya yapmadığım bir şeyler için benden çok annemi dövüyordu. Eğitimli insanların kötü yanı ne, biliyor musun? Aile içi şiddeti sinsice yapıyorlar! Kimsenin göremeyeceği yerlere vuruyorlar. Anneme tokat vurduğunda sadece yanakları kızarıyordu ama başka yerlere -görünmeyecek yerlere- vurduğunda?! İşte o zaman deyim yerindeyse kan çıkıyordu!” Berna elinden geldiği kadar sakinleştirici olmaya çalışıyordu ama Mehmet’in bu konuda ne kadar hassas olduğunu biliyordu. Gözü hiç kimseyi görmeyecek hale gelebiliyordu. Mehmet’le barıştıktan sonra geçen süre zarfında beklediği evlenme teklifi bir türlü gelmeyince rahatsızlık duymaya başlamıştı ve bunu sezen Mehmet “gerçek Mehmet” ile karşılaşana kadar beklemesi gerektiğini söylemişti. O zaman için ne demek istediğini anlamamıştı ama o konuşmadan birkaç ay sonra şimdikinden daha ileri bir durumla karşılaşınca neyi kastettiğini anlamıştı.

Aklına ister istemez “gerçek Mehmet” ile karşılaştığı gün geldi. Mehmet’in çalıştığı yerdeki tek arkadaşı Dr. Sırrı telefon edip hastaneye gelmesini söylemişti. Zeliha Hanım’ı aramak istememişti ve aklına doğal olarak Berna gelmişti. Mehmet’in odasına girdiğinde her şeyin yerle bir edilmiş olduğunu görmüştü. Daha da önemlisi Mehmet’i gözünü kan bürümüş halde görmüştü. Sırrı’dan öğrendiğine göre paralı, zengin olduğu belli olan biri on yaşlarında bir çocuk getirmişti hastaneye. Beyin sarsıntısı geçiren çocuğu muayene eden Mehmet olanı biteni hemen anlamıştı ve adamla yüzleşmeye kalkışmıştı. Mehmet’i para ile susturmaya çalışınca da olan olmuştu. Çenesini kırdığı o adamı Mehmet’in elinden zor almışlar, Sırrı’nın anlattıklarına göre. O gün çok korktuğu halde Mehmet’e yaklaşıp sakin olmasını rica etmişti. Sırrı’ya dışarı çıkmasını söyledikten sonra Mehmet’in yanında kalmış ve olanı biteni anlatmasını istemişti. Bir noktadan sonra Mehmet’in kendini tutamayıp hıçkırırcasına ağlamaya başladığını hiçbir zaman unutamayacaktı. Kocasının ağlayışını gördüğü iki defadan ilkiydi o zaman ve aynı zamanda da Mehmet’i tüm çıplaklığıyla tanıdığı gündü.

“Yemin etmiştim annemi korumak için.” diye devam etti Mehmet ve onun bu sözüyle daldığı düşüncelerden uyandı Berna.

“Annemi korumak için güçlü olacaktım. Çevredekiler spor yapmaya niye başladığımı merak etmişlerdi ama hiçbiri fiziksel olarak daha güçlü olmak için spora başladığımı tahmin edemedi. Annemi koruyabilmem için güçlü olmam lazımdı.”

“Biliyorum.” Mehmet kaşları çatık şekilde karısına baktı. “Doğru, biliyorsun! Sana bilmediğin bir şey söyleyeyim o zaman; nüfus cüzdanımın ‘Baba Adı’ hanesinde ismi yazan o adamla boğuşurken yere düştüğünde hemen ölmedi sana o zaman anlattığım gibi. Acı çekerek geberdi! Hemen ambulansa haber vermedim özellikle. Birkaç dakika onun kıvranmasını seyrettim. Ölürken de bir daha anneme elini süremeyeceğini fısıldadım kulağına. Eğer ambulans erken gelseydi ya da ilkyardım yapılmış olsaydı o gün belki de yaşayacaktı.” Berna yüzünde şaşkınlığın zerresi olmadan “Bunları biliyorum, annen anlatmıştı hepsini.” diye fısıldadı.

Mehmet’in bundan haberi yoktu işte. Şaşkındı ve şaşkınlığını gizlemeye niyeti de yoktu. Berna kocasının gözlerinin içine baktı ve “Sevdiklerimiz için, gerçek sevdiklerimiz için nice sırları saklarız içimizde. Hiçbirimiz melek değiliz.” dedi. Bu sözü Berna’ya önceden defalarca söylemişti. “Bunu biliyordun ve katil olduğumu bilmene rağmen benimle aynı yatağa girmekte sakınca görmedin?” diye sordu.

“En başta şunu anlamanı istiyorum, sen katil değilsin. O sırada yaptığın anneni savunmakmış. İtişme kakışma sırasında zaten sarhoş olan baban dengesini kaybedip kafasını ters bir şekilde kaloriferin köşesine çarpmış. Annen belki her şeyi her zaman hatırlamıyordu ama hatırladığında da herkesten iyi hatırlıyordu. O sebepten sakın bunun annenin yanlış hatırlaması olduğunu söyleme. Senin anlatmadığın o kadar çok şey anlattı ki annen, babanı planlayıp da öldürseydin bile seni katil olarak görmezdim.”

“Senin gözünde ne yapmış olursam olayım mağdur olan hep bendim yani?...”

“Hayır, sadece sen değil, annen de mağdurdu. Allah rahmet eylesin.”

“Sen inanılmaz bir kadınsın, Berna. Kesinlikle inanılmaz bir kadın.”

“Sakın bunu unutayım deme. Şaka bir yana, geçmişle yüzleşmek istersen yüzleş ama sakın haksızlık yapma kendine. Sevdiğim adamın haksızlığa uğramasına razı olamam. Haksızlık yapan sevdiğim adamın kendisi bile olsa…” Mehmet gülümseyerek karısını kucakladı ve “Seni çok seviyorum.” dedi.

…..

Sarp havaalanında Serkan’ı karşılamaya son anda yetiştiğine seviniyordu. Toplantı üstüne toplantı yapılıyordu ve bu toplantılardan bazıları planlanandan daha uzun sürüyordu. Havaalanına vardığında Serkan’ın uçağının rötarlı olduğunu öğrenmişti ve bir rötara sevindiği nadir anlardan birini yaşamıştı. Dostunu çıkış kapısında küçük bir valizle görünce bir dost yüzü görmenin sevinciyle yüzü aydınlandı. Serkan’ı kucakladıktan sonra park yerine doğru yürürken havadan sudan konuşmaya başladılar.

Serkan pozitif enerji saçan Sarp’ın bu halinden etkilenmişti ve o da gülümsemeye başlamıştı. “Seni iyi gördüm, Sarp.” diye konuştu Serkan.

“Fena değilim, gördüğün gibi. Uzun bir aradan sonra tünelin sonunda ışık göründü Serkan. S&S ile yaptığımız o anlaşma belki de gerçekten yapmak istediğimiz sıçramayı yapmamızı sağlayacak. Asıl planladığımız gibi…”

“Sadece bunun için bu kadar neşelisin yani? Başka bir sebebi yok?”

“Ne olabilir ki?”

“Ne bileyim, geri dönecek oluşun belki? Farkındaysan aylardır buradasın ve birkaç günlüğüne bile olsa Türkiye’ye gelmedin. Ailenden, karından uzaksın.”

“O konu başka.”

“Nasıl başka Sarp, karının nasıl olduğunu merak etmiyor musun?” diye sorduğunda Serkan’ın üzerine sıçrayan o pozitif enerji gitmiş gibiydi.

“Merak etmiyorsam belki de nasıl olduğunu biliyorumdur. Hiç aklına getirdin mi o olasılığı?”

“Ne yani, Ekin’le haberleşiyor musun?” Sarp “Sence?” dercesine bir kaşını kaldırıp Serkan’a baktı. “Cidden mi be kanka?” diye heyecanla sordu Serkan. Sarp’sa sadece hafifçe güldü Serkan’ın bu heyecanına.

Otele vardıklarında konu holding meselelerine gelmişti bile. Hemen Sarp’ın odasına gidip işin detayları üzerine konuşmaya başladılar ama Serkan yol yorgunu olduğu için gözlerini açık tutmakta zorluk çekiyordu. Onu odasına gönderen Sarp ilk önce biraz daha önündeki evraklarla ve tablolarla meşgul olmayı düşündü ama saatine baktığında bugünlük yeteceğini düşündü. Otel odasının kapısını açmak için kullandığı kartı alıp cebine koyduktan sonra dışarı çıktı ve otelin yakınındaki parka doğru yürümeye başladı.

Parka vardığında Türkiye’de saatin gece yarısını geçtiğini bildiği halde yine de Ekin’i aramaya karar verdi. Karısının sesini duymak ve o sesi ne kadar özlediğini anlamak istiyordu. Bu bahane ile birkaç defadır Ekin’i aramıştı ve şimdi de aynı gerekçe ile aramak istiyordu.

Telefonun ikinci çalışında uykulu bir ses “Alo!” dediğinde Sarp bol olan banklardan birine çökmüştü bile. “Nasılsın?” diye sorduğunda Ekin’in yatağında doğrulduğunun sesini duydu. Nitekim karısının sesi de daha uyanık geliyordu. “İyiyim, şimdi daha da iyiyim. Ya sen?” diye karşılık verdi Ekin.

“Ben de iyiyim. Serkan geldi öğleden sonra ama yol yorgunuydu dinlenmesini söyledim. Sabaha kadar uyur şimdi o.” Ekin güldü hafifçe ve “Selam söylersin.” dedi.

“Son zamanlarda çok çabuk açıyorsun telefonu.”

“Şey, artık telefon hep yanımda ve hiç kapamıyorum. Dersteyken bile kapamıyorum.” Sarp karısının ses tonundan utandığını kestirebiliyordu. Ekin’in o halini gözünün önüne getirmeye çalıştığında bunun uzak bir anı hissi verdiğini fark etti. Karısının bir anı haline gelmeye başlamış olması huzursuzluk verici bir durumdu. Konuşmalarının kalanı boyunca da, konuşma bitip de otele geri dönene kadar da Sarp’ın aklında hep bu huzursuz edici gerçek vardı.

……

“Ama Sarp, bütün nakit ve kredi kaynaklarımızı bu anlaşmanın finansmanı için kullandık. Şimdi nasıl taze kaynak bulmamızı ve fason şirket satın almamızı istiyorsun. Ben o fikri ileri sürdüğümde S&S ile yapacağımız anlaşmaya alternatif olsun diye bunu önermiştim. Kaynaklarımızı yeni bir ticari filo almak için kullanacaktık.” Serkan tüm bunları söyledikten sonra kahvesinden kocaman bir yudum aldı. Saatlerce uyumasına rağmen hala uykulu hissediyordu kendini ve sık sık esnemekten kendini alamıyordu.

“Olabilir, o zaman için alternatif plandı şimdi büyük planın parçası olmalı. Anlamıyor musun, şubattan beri bu sorunu çözmek için uğraşıyorum. Bütün bağlantılarımızı kullandım. Ne kadar kulis yaparsak yapalım o saçma sapan yasayı değiştiremeyeceğiz. Ülkelere kota koyan bu yasayı değiştiremiyorsak yapabileceğimiz tek şey yasal boşlukları kullanmak. Bunun yolu da yasanın kapsam dışında bıraktığı bir ülkedeki ticari filo barındıran bir şirketi satın almak. Bu sebepten Kıbrıs’taki o şirket bizim can simidimiz olacak. Onlar zor durumdalar ve bir kurtarıcı arıyorlar. Biz onların kurtarıcısı olabiliriz.”

“Hangi kaynaklarla?”

Uzun bir süre kaynak yaratabilmenin yolunu aradılar ama saatler geçmesine rağmen somut bir sonuca varamadılar. Türkiye’dekilerle video konferans yoluyla toplantı yaptıklarında da bir sonuç çıkmadı. Bir gün daha boşa geçip gece bastırdığında Sarp’ın sinirleri gerilmişti. Serkan ise erkenden odasına gidince yalnız kalan genç patron bara inmek yerine Amerika’ya geldiğinden beri genellikle yaptığı gibi odasında kalmayı tercih etti. Bu defa okumak için bir şeyler yerine elinde on iki yaşında bir Scotch viski vardı. Odasının penceresinden şehrin gökdelenlerine bakarken elindeki viskinin buzlarını bardağın içinde döndürerek minik bir girdap oluşturuyordu.

Saatler geceyi ilerlettikçe Sarp’ın içindeki sıkıntı da büyüyordu. Gözlerinin kızardığını lavaboda yüzünü yıkarken fark etmişti. Banyodan çıkıp yatağına uzandı ve başucunda duran telefonunu eline aldı. Son aranan numaralara baktığında listenin ortalarında karısının numarasını gördü. Parmağı arama tuşunun üstünde olmasına rağmen o tuşa bir türlü basmadı. Ani bir kararla telefonun menülerinden telefon defterini seçti ve babasının cep telefonu numarasına ulaştı. Hiç ikilime düşmeden arama tuşuna bastı. Defalarca çalan telefonu nefes nefese açtı Orhan Bey.

“Sarp? Ne ulan sabahın bu saatinde? Sabah koşusundaydım. Hizmetçi kız da senin yüzünden koşuya başlamış oldu. Telefonu yetiştireceğim diye az daha kalp krizi geçirecekti.”

“Senden bir şey isteyeceğim. Haberin vardır S&S konusunda yaşanan sorunlardan.”

“Az biraz var. Sen ne isteyeceksin? Her şeyi eline yüzüne bulaştırınca ‘gel beni kurtar’ mı diyeceksin?”

“Sadece tüm bağlantılarını kullanıp bize kredi bulmanı isteyeceğim. Sen bu sektörde benden çok daha fazla yer aldın. Bağlantıların çok daha güçlü... Banka müdürlerini ikna etmen çok daha kolay olur. Bugün holdinge gidersen yapacağımız toplantıya katılırsın ve işin detaylarını öğrenirsin. Toplantı Türkiye saati ile üç buçukta başlayacak.”

“Ulan sen adam olmazsın. Toplantı dediğin yüz yüze olur. Neymiş o video konferans filan?...”

“Baba, dediğimi yap, istersen sonra hiç durmadan söylen. Benim şimdi uyumam lazım. Anneme selamımı ilet. Görüşürüz.”

Orhan Bey telefon konuşmasından sonra bir süre daha söylenmeye devam etti. Feryal Hanım ne olduğunu sorduğunda ise “Ne olacak, hayırsız oğlun selam söyledi!” diye cevap verdi. Sarp ise üzerindekileri çıkarma gereği duymadan yatağında uyuyakalmadan önce Serkan’ı uyandırma pahasına olsa da babasıyla konuşmasını anlatmak için aramıştı. “Hiç olmazsa artık somut bir umudumuz var.” diyerek telefonu kapadığında Serkan buna inanmak istiyordu ama Sarp kadar da iyimser olamıyordu.

…...

Berna “Kimdi o?” diye sorduğunda Mehmet şaşkındı. “E, şey… Dr. Domusaurea’ydı.” diye cevapladı karısını ama tepki olarak “Kimdi kim?” diye yineledi sorusunu Berna.

“Ben Amerika’dayken hocalığımı yapan, beni takımına almak isteyen doktor... Hatırlarsın, anlatmıştım.”

“Ha, tamam. Seni niye aramış bu saatte?”

“888 saat dolmuş.”

“Efendim? Ne diyorsun sen Mehmet? Şunu tam olarak anlatacak mısın?” Mehmet önce anlatması gerekenleri kafasında tarttı, sonra Amerika’da sempozyumun son gününde Dr. Domusaurea ile karşılaşmasını ve konuşmasını anlattı.

“Şimdi de cevabımı almak için aramış. Dediğine göre 888 saat geçmiş.”

“Öncelikle, o adam bir çatlak mı? Sonra, ne cevap verdin?”

“Sana önceden de söylediğim gibi, bir deha ama hepsinden önemlisi kaba saba herifin tekidir. Böyle tuhaflıkları vardır. Ne var ki hayatımda ondan iyi doktor da görmedim. Ne cevap verdiğime gelince, cevap vermedim. Düşünme fırsatım olmadığını annemin vefat ettiğini söyledim.”

“O ne dedi buna?”

“İyi olmuş, artık ana kuzusu olmana gerek yok. Sadece kuzusun, buraya sorun olmadan gelebilirsin…” Berna içmekte olduğu meyve suyunu tükürüyordu az daha.

“Bunları gerçekten söyledi mi? İnanmıyorum ya!”

“Neyse, bir hafta daha vaktim var cevap vermek için. Eğer kabul edersem onun yardımcısı olarak iki sene çalıştıktan sonra bölümün başına geçeceğim.”

“Kabul edecek misin?”

“Bilmiyorum, basit bir karar değil. Amerika’da kalmak istemiştim zamanında ama anneme vize vermedikleri için Türkiye’ye geri dönmüştüm. Belki annem bir faktör değil artık ama başka şeyler var göz önünde bulundurmam gereken. Örneğin, sen…”

“O zaman bu kararı beraber veririz.” Mehmet karısına bakıp gülümsedi ve “Aklımdan başka türlüsü de geçmiyor zaten.” dedi.

(1) Umut (Latince)

0 yorum:

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro