17 Aralık 2006 Pazar

İkinci Perde - Altıncı Bölüm

Bölüm 6: Dimitto (1)

Taksiye nasıl bindiğini hatırlamıyordu bile. Etrafında akıp giden bir dünya vardı ama Ekin o dünyanın içinde yer alamıyor gibiydi. Yaşadığı duygusal eziyet, içinde bulunduğu müşahhas dünyanın parçası olmadan yaşamasına sebep oluyordu. Pişmanlıklar bilincinin her kıvrımına hücum etmeye başlamıştı ve nefes almasına bile izin vermiyorlardı. Evin adresini şoföre verdiğinde geçmiş haftaların olayları aklına geliyordu. Şimdi hepsi daha farklı anlamlar kazanmaya başlamıştı.

Erdem’in anlam veremediği davranışları bir anda büyük anlam kazanmıştı. En kötüsü de Serpil’in uyarısı... İki gerçeği fark etti Ekin; Serpil onu uyardığında Erdem’i savunmakla ne büyük hata yaptığını ve daha önemli olanı Serpil’in Erdem’in niyeti hakkında önceden bilgisi olduğunu. Ne yapacağını kestiremiyordu. Olan biten karşısında ne yapacağını bulması gerekiyordu ama bir fikre dişini geçirip o fikrin peşinden gidecek halde değildi.

Evden içeri büyük bir suçluluk duygusunun ezici ağırlığı altında girdiğinde Sarp’ı görmeyi beklemiyordu. Daha da önemlisi Sarp’ı görmeye hazır da değildi. Takside süzülmesine engel olamadığı gözyaşlarını kurulamaya çalışırken yemek masası dikkatini çekmişti. Mumları da dâhil güzel bir sofra kurulmuştu. Ekin oldukça şaşırmıştı gördüğü manzarayla. Yemeklerin dışarıdan alındığı belliydi ama birilerinin yemek masasının güzel görünmesi için çaba harcadığı belliydi. Ürkek bir şekilde etrafına bakındığında görmekten çekindiği kişiyi koltukta sızmış görünce yüreği ağzına geldi.

Duyduğu azap zaten çok geliyordu. Sarp’ın kararını değiştirip eve geldiğini, üstüne üstlük bir de baş başa yemeleri için yemek masasını hazırladığını bilmek vicdanının rahatlamasına hiç de yardımcı olmuyordu. Sarp’ın elinin koltuğun yan tarafına kaymış olduğunu, buna rağmen elinde çiçek buketini tutmaya devam ettiğini görünce yüreği parçalandı. Sanki Sarp Ekin’in kendini daha kötü hissetmesi için elinden geleni yapıyordu. Ekin gözyaşlarının akmak için onu zorladığını hissetti. Tüm gücünü toplayıp ağlamamayı başardı ve Sarp’ı uyandırmak için yanına yaklaşıp eğilerek kulağına adını fısıldadı.

Sarp adını duyunca yana kaymış olan başını doğrulturken gözlerini açtı ve bakışını karşısında duran Ekin’e odakladığında oturduğu yerden kalktı. Hâlâ uyku sersemi olduğu belli oluyordu. Hızlı hızlı derdini anlatmaya çabalıyordu.

“Biliyorum, Ekin, çok kızgınsın ve haklısın da kızmakta. Söz verdim ve daha bir hafta geçmeden sözümü tutmamayı başardım. Şu an yaşadığımız kriz ne kadar büyük olursa olsun hafta sonunu işyerinde geçirerek krizi aşamayacaktık. Kriz toplantısı yaparken birden bunu fark ettim ve o toplantı odasında ne işim olduğunu sordum kendime. Biliyor musun ne cevap verdim?” Boğazına düğümlenen o “şey” Ekin’i yumruğu ile o düğümün olduğu yere bastırmasına sebep oluyordu. Nefes almak bile zorlaşmaya başlamıştı ama Sarp sorduğu soruya hiç beklemeden cevap vermekte gecikmedi.

“Sadece kendimi değil, herkesi sevdiklerinden uzak tutuyordum. Evet, şu an büyük bir kriz yaşıyoruz. Evet, bu krizi aşamazsak kaybımız çok büyük olacak ama ne yaparsak yapalım bugün yapacağımız hiçbir şey krizi hemen aşmamızı sağlayamazdı. Bu sebepten hemen toplantıyı bitirdim ve yolumun üstündeki Çin lokantasından ikimiz için bir şeyler aldım. Evde olacağını umuyordum ama aslında olmaman iyi oldu. En azından sana sürpriz yapma şansım oldu.” Sarp bir süre durakladı ve “Özür dilerim” diye mırıldandı. Uyanınca ayağa kalkarken oturduğu koltukta kalmış olan çiçek buketini almak için arkasına döndüğünde Ekin kendini koy vermemeye pamuk ipliği ile bağlıydı.

Sarp buketi uzattığında Ekin’in gözleri nemlenmeye çoktan başlamıştı. Kendisine uzatılan buketin ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibi bir hali vardı. Aradan geçen saniyeler Sarp’ı bir söz söylemeye itti.

“Ekin? Almayacak mısın buketi? Buketi bile almayacak kadar mı kızdın bana?” Duyduklarıyla kendine geldi Ekin. Boğuk sayılabilecek bir sesle “yoo” diyebildi. Sarp uyandığından beri ilk defa dikkatli bir şekilde Ekin’in yüzüne baktı ve bir şeylerin yolunda olmadığını anladı. Kızgın bir ifade görse şaşırmayacaktı ama en basit tabirle üzgün bir ifade hiç de beklediği görüntü değildi.

İçgüdüyle ne olduğunu sorduğunda karısının anlatıp anlatmama kararsızlığı yaşadığını fark etti. Kendi içinde bir savaş veriyor gibiydi. Eğer “yok bir şey” dışında bir cevap alması gerekiyorsa her şeyi anlatması yönünde cesaretlendirmesi gerektiğini biliyordu.

“Ne var Ekin? Bana anlatabilirsin her şeyi.” Ekin’in içindeki acı daha da artıyordu. Sarp devam etti.

“Ben senin kocanım, unuttun mu? İyi günde de, kötü günde de...” Ekin daha fazla kendini tutamadı. Gözyaşları artık yerinde duramıyordu. Akan yaşların izin verdiği ölçüde Ekin konuşmaya başladı. “Çok kötü bir şey oldu.” ile söze başlayan Ekin gün boyunca olanları teker teker anlatmaya başladı. Bütün gün Sarp’ı nasıl beklediğini, telefonda gelmeyeceğini öğrendiğinde ne kadar kızdığını, kimseyi bulamayınca Erdem ile buluştuğunu... Sarp, Erdem’in adını duyar duymaz gerildi. Tüm bedenini rahatsız eden bir sıkıntı kapladı içini. İçinden bir ses bir şeyler demeye çalışıyordu ama Sarp o sesi duymazsa, o hisse kulaklarını kapatırsa, Ekin’in ağzından başka bir söz çıkacağına inanmak istiyordu.

Yüz hatları iyice gerilmişti ve neredeyse nefes bile almıyordu. O korktuğu noktaya, düşünmek bile istemediği kısma, geldiğinde sanki etrafındaki fiziksel dünya yavaşlamış gibiydi. Daha fazla acı çekmesi için zaman olduğundan yavaş ilerliyordu. Dış dünyanın seslerini duymuyordu artık. Ekin’in sesi bile sanki derinlerden ve ekolu geliyordu. Ne dediğini tam duyamıyordu, yine de ne anlattığını çok iyi anlıyordu. Anladıkça da kalbi sıkışıyordu. “...ve beni öptü...” sözünü duyduğunda son gonk çalmıştı. Sarp üzüntü dalgasına da boyun eğmek zorunda kaldı. Ekin konuşmaya başladığında küçük bir çekirdek olarak içine yerleşen sıkıntı; kırgınlık, hayal kırıklığı ve üzüntü filizlendirmişti.

Ekin öpme olayına giden patika için bahaneler üretmeye başladığında Sarp kendini karısından duyacağı her söze kapatmıştı bile. Şimdi aklında tek bir hedef vardı o hedefe konsantre olmuş şekilde ilerliyordu kafasında. Ekin’in açıklamaları gittikçe kaotik bir hal alıyordu. Sarp’tan bir tepki -herhangi bir tepki- alamadığını gören Ekin iyice paniklemeye başladı. Sarp’ın yüzüne baktığında donuk bir ifadeden başkasını göremeyince gözlerinden süzülen sessiz yaşlar daha da arttı.

Yaşadığı ihaneti hak etmediğini düşündü Sarp. Ekin hepsinden ayrı olmuştu. O özel olduğu için dört yılı aşan evliliklerinde geçmişinin bir döneminde hayatına girip çıkan çoğunun adlarını bile hatırlamadığı kadınlardan ayrı tutmuştu onu. Sevdiğini sandığı geçmiş kadınlarla bile karşılaştırılamazdı karısının yeri. Oysa bu kadar değer verdiği kadın karşısına geçmiş başka bir erkeği öptüğünü söylüyordu. Erdem ile Ekin’i öpüşürken düşününce kalbinin teklediğini sandı. Daha fazla evinde kalamayacağını anlayınca hiçbir söz etmeden kapıya doğru yöneldi.

......

Serkan kriz toplantısı sona erdikten sonra bir süre holdingde kalıp yaşanan gelişme üzerine düşünmek istemişti. Vasektomi operasyonu sebebiyle iş hayatını boşlamasa nelerin farklı gelişebileceği üzerine düşünmek istemişti ama düşündükçe işin içinden çıkamaz hale geldiğini fark ettiği için evin yolunu tutmuştu.

Eve geldiğinde kayınpederi Orhan Bey ile kayınvalidesi Feryal Hanım’ı oturma odasında otururken gördü. Onlara iyi akşamlar dileyip odasına çekilmek istiyordu ama Orhan Bey’in nerede kaldığı sorusunu geçiştirmesi gerekti çünkü canı hiç de kriz durumunu konuşmak istemiyordu. Konuyu başka yöne kaydırmak için Yelda’nın nerede olduğunu sordu. Feryal Hanım’dan ikizlerin odasında olduğunu öğrenince karısının ve çocuklarının yanına gitmek için merdivenlere yöneldi.

Odaya yaklaştığında karısının sesini bastıran iki erkek çocuğun tanıdık sesleri geldi kulağına ve o sesleri duymanın kendisine huzur verdiğini hissedince mutlu oldu. Adımlarını hızlandırıp sessizce odadan içeri girdi.

Yelda odada başka birinin varlığını hissedince başını kaldırıp gelenin kim olduğuna baktı. İkizler Orhan ile Erhan da annelerine ayak uydurup gelenin kim olduğuna bakınca Serkan tüm bakışları üzerinde hissetmiş oldu. Oyuncak yığınının etrafında hemen Yelda’nın yanında kendine yer bulup oturdu. Eğilip karısını yanağından öpüp “Nasılsın hayatım?” diye sordu ama cevabı duymak için beklemeden hemen oğullarına dönüp onlarla oynamaya başladı. İçindeki sıkıntıyı aşabilmesi için küçük çocukların o saf hayat doluluğu iyi bir iksir olacaktı.

Yelda ise son zamanlarda kocasının davranışlarındaki tuhaflığı çözememiş olmanın verdiği kaygıyla neyin yanlış olabileceğini bulmaya çalışıyordu. Etrafında dert yandığı herkes ona boşuna kuruntu yaptığını söylüyordu ama kocasının sadakati sorun değilse bile başka bir durum vardı. Belki kadınca bir içgüdüydü, belki de göze batmayan küçük ayrıntılardaki farklılıklardı Yelda’yı bu şekilde düşünmeye iten. Ne kadar düşünürse düşünsün işin içinden çıkamayacağını anlayınca içinde bulunduğu anın tadını çıkarmaya karar verdi. Aile olarak bir aradaydılar ve Yelda, hiç olmazsa o an için, bu durumdan çok memnundu.

......

Ne kadar zaman geçtiğini bilemeyecek kadar kötü hissediyordu kendini. Başına gelen olay gerçekleştiğinden beri kendini suçluyordu ama sevdiği adam arkasına bile bakmadan çekip gittiğinden beri kendini daha da kötü hissetmeye başlamıştı. Bir gözyaşı dalgasını dindirdiğini sandığı anda yeni bir dalga vuruyordu tüm benliğinin kıyılarına. Midesi de bulanmaya başlamıştı tekrardan. İçtiği şarabın bulantıya sebep olduğundan emin değildi midesinde kalan son gıdımdan kurtulmak için çabalarken. Öğürdü boşuna yeni bir ağlama krizine daha yenilmeye başladığında.

Banyodaki aynada yüzünü görmemek için elinden geleni yapmasına rağmen başarılı olamamıştı. Tıpkı kocasına sadık olmayı başaramadığı gibi... Ailesi bu yaptığını öğrense kim bilir ne büyük hayal kırıklığı yaşardı. Kötü bir evlat olmuştu. Her türlü dalaverenin baş aktörü ağabeyi bile bu yaptığını yapmazdı. O bile ondan daha onurluydu bu konuda. Tekrar öğürdü boş midesinde olmayanları çıkarmak için. Sonra bir daha... bir daha... bir daha... Ta ki ayakta duracak gücü kalmayana kadar. Temizlikçi kadının bir önceki gün iyice temizlediği banyonun duvarına yaslandı, dizlerini göğsüne doğru çekerek. Avuçları yukarı bakacak şekilde yana düştü kolları. Bedeni artık taşımıyordu onu.

......

Gecenin karanlığı, içinde hissettiği karanlık kadar koyu değildi. Ekin hayatına girdiğinden beri kendini tek bir kadına adamıştı ve o kadının da daima ona sadık kalacağını düşünmüştü. En beklenmedik anda hep olacağını varsaydığı durumun gerçek olmadığını öğrenmişti. Ekin’in hayatında hep en önemli erkek olarak kalacağını düşünecek kadar saf olduğuna inanamıyordu. En büyük ihanetin en güvendiği yerden geldiğini düşünürken arabasını gecenin karanlığında bilinmeyene doğru sürdü.

......

Ekin banyoda, duvar kenarında kıvrılmış vaziyette ne kadar kaldığını bilmiyordu. Birden olduğu yerde doğruldu. Aklına cep telefonuna bakmak geldiği için ayağa kalktı. Başı dönüyordu. Duvara tutunup biraz soluklandıktan sonra cep telefonunu bıraktığı yere doğru yürümeye başladı. Ara ara bir yerlere dayanmak zorunda hissediyordu kendini.

Eline telefonunu aldığında kapalı olduğunu gördü. Niye kapalı olduğunu, neden kapattığını düşündü ama aklı o kadar karışıktı ki neyi, ne zaman yaptığını bile hatırlayamıyordu. Telefonunu açtığında şarjının çok az kaldığını gördü. Şarj aletinin yatak odasında olduğunu hatırlayınca içi bir tuhaf oldu.

Sadece ikisine ait olan oda şimdi farklı geliyordu gözüne. O odaya girmeye hakkı yokmuş gibi geliyordu. Odanın ışığını bile yakmadan sadece koridordan gelen ışık yardımıyla avucunun içi gibi bildiği odada ilerledi.Yatağının başucunda prize takılı bekleyen şarj aletini telefonunun yan tarafına soktuğunda telefonunun ekranı aydınlanınca ikisinin de kocaman gülümseyerek poz verdiği çerçevedeki fotoğraflarını gördü. İçi parçalandı tekrar ve yeniden ağlamaya başladı. Gözyaşlarını silmeye çalışırken kocasını bir kez daha boşuna aradı.Yastığa gömülüp Sarp’ın sinmiş kokusunu içine çeke çeke ağlamaya devam etti. Aradan geçen saatlerden sonra iyice yorgun düşen Ekin kâbus dolu bir uykuya kendini bıraktı.

......

Uzun süre araba kullandığı için yorgun olması gerekiyordu ama bunun farkına varamayacak kadar aklı doluydu. Gece bir nebze uyumadığının bile farkında değildi. Hâlâ arabasının içinde duruyordu. Dakikalardır boşluğa donuk bir şekilde kıpırdamadan bakıyordu. Yan koltukta kapalı duran telefonunu eline aldı. Göz ucuyla önce arabasının saatine baktı. Saatin öğleye yaklaştığını gördükten sonra bir süre elindeki telefona baktı. Telefonunu açıp hızlı arama tuşlarından birine kaydettiği sekreterinin cep telefonunu aradı.

Sekreterinin çok bekletmeden telefonu cevaplamasına hiç şaşırmadı nedense. Kriz durumlarında hafta sonu tatillerinin gerçek tatil olmayacağını bilecek kadar tecrübeliydi sekreteri ne de olsa. Lafı hiç dolandırmaya gerek görmeden hemen konuya girdi.

“Bana bir kişinin bilgilerini bulmanı istiyorum. Adını ve çalıştığı üniversiteyi biliyorum. Bu kişi hakkında bulabileceğin ne kadar çok bilgi varsa bul ve yarın sabah erkenden bana bulduklarını haber ver.” Sarp, Erdem hakkında sekreterinin işine yarayacak tüm bilgileri sıraladıktan sonra “Uçak biletindeki ismi de değiştirmeni istiyorum.” diye direktif vermeye devam etti. Söyleyecekleri bittiğinde sekreterine kuru bir teşekkür etti ve lafı daha fazla uzatmadan telefonu kapattı.

......

“Çok tuhaf, ne Ekin ne de Sarp... İkisi de cevap vermiyor.” Mehmet karısının kendi kendine söylediklerini duyunca bir kaşını kaldırdı. Birlikte geriye dönmeden önce valizlerini topluyorlardı. Berna hafta sonu bitmeden hep beraber bir yerlere gitmeyi teklif edeceğini söylediğinde Mehmet’in “hayır” deme şansı pek yoktu.

“Belki sinemaya filan gitmişlerdir.”

“Belki...” dedi Berna, sesinde yine de ikna olmadığını belirten bir ton vardı. “Yelda’yı tekrar arayayım o zaman. Zaten o da gönülsüzdü. Sonraya ertelememizi söyleyeyim.” diye devam etti Berna. Acemice topladığı valizi kapamaya uğraşan Mehmet neye “hı hı” dediğini bilmeden başını sallayarak onay verdi.

Yelda’yı arayıp planların tekrar değiştiğini haber veren Berna sona kalan birkaç parça eşyasını da valize koyup valizini kapattı. Berna’nın valizinin kolayca kapandığını seyreden Mehmet gözlerine inanmaz bir şekilde başını iki yana salladı.

“Hiç olmazsa yarın Yelda’yla yeni mısır ekmeği hamuru için tarif alacağımız biriyle buluşacağımızı öğrendim. O kadar telefon görüşmesini boşa yapmamış oldum.” diye söylerken elindeki valizi arabaya taşıması için Mehmet’e verdi.

“Feyzo Baba bulmuş kadını. Acaba bekâr ya da dul mudur?” Mehmet tam kapıdan çıkarken karısının dediğini duyunca aniden durdu. Hemen arkasında onu takip etmekte olan Berna az daha Mehmet’e çarpıyordu.

“Sakın, Berna! Sakın aklından bile geçireyim deme!”

“Ne demek şimdi bu?”

“Ne düşündüğünü biliyorum, Berna. Aklından bile geçirme.”

“Bir şey demedim ki!”

“Seni tanıyorum ve Feyzo Baba’yı rahat bırak. O, olduğu gibi kalsın. İnan bana onun için bir şey yapman gerekmiyor.”

“Ay, tamam! Sana da bir laf etmeye gelmiyor. Sarp’la ikiniz her istediğinizde yanına koşabilesiniz diye adam ömrü boyunca yalnız kalacak, anlaşılan!” Arkasını dönüp giden karısının arkasından şaşkın gözlerle bakakalan Mehmet gülümsemekten de kendini alamıyordu. İçeriden vedalaşma seslerini duyan Mehmet elindeki valizleri arabaya bir an önce koyup karısına katılmak için aceleyle bahçeye çıktı.

......

Haftanın ilk gününde insanlar mesailerine yetişmenin telaşındayken Ekin’in okuduğu üniversitenin giriş kapısının yakınlarında arabanın içindeki bir figür dikkati çekiyordu. Kirli sakalı ve mor göz halkaları oldukça ürkütücü bir duruş veriyordu adama. Gözlerini kırpmadan kapıdan girenleri seyrediyordu. Aradığı kişinin kapıdan içeri girdiğini görünce arabasından ok gibi fırladı ve koşar adımlarla hedefindeki kişiyi takip etmeye başladı.

Omzunun çekilmesiyle az daha dengesini kaybedip düşeyazan Erdem karşısında Sarp’ı görünce nedense hiç şaşırmadı. Yarım ağızla yapmacık bir şekilde gülümseyerek “Dur tahmin edeyim, intikam almak için geldin.” dediğinde Sarp yumruğunu o kadar sıkmıştı ki parmaklarının oynak yerleri beyaz kesilmişti.

“Ben de karının ne kadar çabuk vicdanına yenileceğini merak ediyordum.”

“Senin gibileri iyi tanırım. Birine bağlanmaktan ödün kopuyor, değil mi? Evli kadınlara göz koymanı neyle açıklıyorsun? Olabilecek en klişe açıklamayla mı? Evli kadınların baş ağrıtmadıklarını mı söylüyorsun kendine ya da etrafındakilere?” Sarp konuşurken kontrolünü kaybetmemek için tüm enerjisini kullanıyordu.

“Biliyor musun, sekreterime seni nerede bulabileceğimi bulmasını söyledim ama senin gibi bir asalağı bulmam için başkasına ihtiyacım yokmuş. Buraya gelirken aklımdan binlerce senaryo geçiyordu ama senin gerçek yüzünü gördükten sonra hiçbirine gerek olmadığını gördüm. Sen zavallının birisin. Bir evlilik mikrobu olduğun belli! Adının anlamını bir nebze olsun bile dolduramayan bir asalaksın.” Erdem cevap vermek istiyordu ama Sarp’ın sesini yükseltmeye başlamasıyla geçenler onlara bakmaya başlayınca Erdem cevap veremeyeceğini anladı. Adının böyle bir olay yüzünden lekelenmesini istemiyordu. Eğer olay çıkarsa Sarp Teksoy’un üstün geleceğini gayet iyi biliyordu. Pragmatik bir adam olduğu için susmayı tercih etti. Sarp karşısındaki adamın suratına tükürmekten son anda cayıp arkasını dönüp gidiyordu ki son bir söz daha söylemezse rahat edemeyeceğini hissetti.

“Ha, bu arada, aramızda bir yanlış anlama olmaması için açık açık ifade edeyim. Değil karımla konuşmak, yanından geçecek olursan seni hadım ettiririm. İnan bana üç kuruş için bundan fazlasını yapacak o kadar çok maşa var ki aklın şaşar.” Erdem, Sarp’ın arkasından bakarken içinde fırtınalar kopuyordu. Acemice bir adım attığı için kendine çok kızgındı. Eğer her adımını iyi planlasaydı, aceleci davranmasaydı bunların hiçbiri başına gelmeyecekti. İnsan psikolojisini okumayı çok defa iyi başaramadığı için kendine küfrede küfrede mesaisine başlamak için arkasındaki binaya doğru yöneldi.

......

Kapıyı açtığında nasıl bir manzara ile karşılaşacağını bilmiyordu. İçerisinin havasız kaldığı belli oluyordu ve etraf da oldukça sessizdi. İki gün önce hazırladığı masanın olduğu gibi durduğunu gördü. İçi acıdı masayı ne hevesle hazırladığını düşününce. Duygusallığın yeri olmadığını kendine hatırlattıktan sonra ikinci kattaki yatak odasına doğru yöneldi.

Kapıyı açmak için elini uzattığında aralık olan kapıdan ağlama sesleri duydu. İçeri girdiğinde iki gün önce giydiği kıyafetlerle uyumakta olan Ekin’in uykusunda ağladığını gördü. Onu o halde gören Sarp’ın yüreği parçalandı. Yanına kadar yaklaşıp elini karısının yanağına doğru uzattı ama dokunmasına ramak kala geri çekti. Bir şeyler onu engelledi. Sessizce gardırobundan birkaç kıyafet çıkardı. Kıyafetleri sessizce yatağın kenarına koydu. Valizlerin nerede olduğunu düşündü bir süre. Valizlerin yerini değiştirmişti Ekin. Yatağın altında olduğunu hatırlayınca uzanıp sıklıkla kullandığı valizi çıkardı. O sırada telefonu çalmaya başladı. Aceleyle telefona cevap verdi ama Ekin uyanmıştı bile.

“Efendim?... Anlaşıldı... Önemi yok, Berlin aktarmalı da olur. Berlin’e first class uçmasam da olur ama Washington’a kadar first class uçacağımdan emin ol.” Sarp belki de Ekin’in gittiğini duymasını istemişti. Ondan uzaklaştığını iyice anlamasını istemişti.

Ekin ise telefon çalınca kendi telefonu sanmıştı ama Sarp’ın sesini duyunca önce şaşırmış, sonra umutlanmış, en sonunda da Sarp’ın söylediklerini duyunca yıkılmıştı. Bir şeyler söylemek istedi ama iki gündür yemek yemediği için halsizdi. Yorgundu ve berbat görünüyordu. Üzerindeki kıyafetleri bile çıkarmamıştı. Sarp çekip gittikten sonra canı hiçbir şey yapmak istememişti. Elinden sadece ağlamak ve ardından ağlamaktan yorgun düşünce de uyumak gelmişti. Sarp’ın telefonunu kapattıktan sonra kendisine göz ucuyla baktığını gördü. Aklından ne kadar berbat göründüğü geçti Ekin’in.

“Duyduğun gibi ben gidiyorum. Herkes bunun iş için olduğunu sanıyor ama ikimiz de asıl sebebin başka olduğunu biliyoruz.” dedi Sarp, eşyalarını valize gelişigüzel koyarken Ekin’le göz kontağı kurmamaya özen gösteriyordu. Valizi kapatıp eline aldı ve kapıya doğru yöneldi. Çıkarken kapıyı kapatıyordu ki durdu ve omzunun üzerinden Ekin’e doğru konuştu.

“Gelip gelm... Ne zaman geleceğimi bilmiyorum. Dönmemi boşuna bekleme.”

Kapıyı çektiği gibi gitti. Dört buçuk yıllık evliliğin ardından bugünü yaşayacağını hiç düşünmemişti. Şimdi de karısından uzaklaşıyordu. Görünüşte iş krizini çözmek için gidiyordu ama asıl sebep işteki krizin sebep olduğu evlilik krizinden ve ihanetin çirkin yüzünden kaçmak istemesiydi.

(1) Ayrılmak, bırakmak, veda, terk etmek (Latince)

0 yorum:

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro