14 Kasım 2006 Salı

Hayat Bir Oyun - 17. Bölüm

Bölüm 17: Ne Olacak Şimdi?

Arabadaki yolculuk sessiz geçiyordu. İkisi de düşüncelere dalmıştı. Doktor kontrolüne diye geldikleri hastaneden hiç beklemedikleri bir şekilde ayrılmışlardı. Yaşadıkları son gelişmeleri sindirmek zamanlarını alacaktı. Yaşananlar hakkında konuşmaya başlamaları bile biraz zaman alacaktı. Bu sebepten yolculuğun büyük kısmı konuşmadan geçti.

Ekin başını arabanın camına dayamış düşünüyordu. Aslında ne düşüneceğini bile bilmiyordu. Sadece karmakarışık düşünce kırıntıları aklında dönüp duruyordu. Olanları analiz etmek istiyordu ama işe nereden başlayacağını bilmiyordu. Aklının ucundan bile geçmezdi Berna ile hastanede karşılaşmak. Oysa bu çok da tuhaf bir durum değildi. Özellikle Berna’nın aynı hastanede tedavi gördüğü göz önüne alındığında... Peki Berna’nın yakın tavrına ne demeli? Kimin aklına gelirdi ki Sarp biriyle evlenmeye karar verdi diye intihara teşebbüs eden biri bu kadar canayakın, bu kadar sevecen olsun? Berna’nın anlattıkları da ayrı konuydu. O konuda ne düşüneceğini hele hiç bilmiyordu. Kaygılanmalı mıydı? Rahatlamalı mıydı?

Hiçbir şey olmasa bile Berna ile Ekin’in bir araya gelmesi Sarp’ı gerecek bir durumdu ama Berna’nın iyi bir dost gibi konuşmak istemesi Sarp’ın kafasını allak bullak etmişti. Berna ondan nefret etse anlardı. Ediyordu da... intihar teşebbüsüne kadar... Şimdi çok şey değişmişti sanki. Berna kendiyle barışmış ve bambaşka bir insan olmuştu. Ancak Sarp’ı asıl düşündüren Ekin’in ne düşündüğüydü. Kendisi yokken ne konuştuklarını tam olarak bilmiyordu. Öğleden sonra yaşananları özetlemek için “kafa karıştırıcı” tabiri çok uygun kaçardı.

Ayrıca niye içinde bu sıkıntı vardı? Doktoru her şeyin yolunda olduğunu söylemişti. Geçmişte üzdüğü, haksızlık ettiği birisi onu affettiğini söylemişti. Vicdanen rahatlayabilirdi artık. Peki bu sıkıntı da neyin nesi oluyordu? Yol önünde akıyordu ama nereye gittiğini bile bilmiyordu. Geride bıraktıkları ışıklardan dönmesi gerekiyordu ama dönmemişti. Akşam yemeğine henüz vakit vardı. Belki akşama kadar dışarıda olurlarsa içindeki sıkıntıyı atabilirdi. Sebepsiz sıkıntıyı...

Göz ucuyla arabanın yolcu koltuğunda oturan dalgın kadına baktığında sebepsiz olduğunu düşündüğü sıkıntının kaynağını anladı. Bir şeyler ters gidiyordu. Sezebiliyordu... Arabaya bindiklerinden beri tek kelime konuşmamışlardı. Sanki kavga etmişler gibi hissediyordu. Suçluluk duygusu her yutkunuşunun boğazında bir düğüm olmasına sebep oluyordu. Oysa ortada suçlu hissedeceği bir şey yoktu. Tekrardan göz ucuyla yanındaki kadına baktığında hiç kıpırdamadan aynı yere baktığını gördü. Gergin sessizlik ise sürüyordu.

Sanki yarası sıcakken yaralandığını hissetmemiş de zaman geçtikten sonra tüm acıyı hissetmeye başlamış gibiydi. Düşündükçe içindeki burukluk büyüyordu. Kötü olan ise ortada hiçbir şey yokken böyle hissediyordu. Belki Sarp’ın eski sevgilisi, neredeyse nişanlısı olmuş kadın onunla ve sevdiği adamla konuşmuştu ama bu konuşma dostane bir konuşmadan başka bir şey olmamıştı.

Gözleri dışarıda akıp giden evlere değil arabanın camına odaklanmış bir şekilde düşüncelerini tartmaktan başına ağrı girmek üzereydi. Arada Sarp’ın bakışlarını üzerinde hissediyordu. O bakışları hissettiğinde heyecanlanıyordu ama Sarp’ın ağzından bir söz bile çıkmıyordu. Gergin sessizliği bozacak tek bir sözcük de olurdu ama sadece Sarp’ın sessiz bakışlarını üzerinde hissediyordu.

......

Orhan Bey saatine baktığında akşam yemeği için evde olması gereken saate daha olduğunu gördü ama içinden işle uğraşmak hiç gelmiyordu. Müstakbel gelini akşam yemeğine geliyordu. Oğlu ilk defa hevesle bir kızı eve getiriyordu. Oğlunda kesin şeytan tüyü vardı. Ekin’i soruşturttuğunda öğrendiklerinden sonra kızın oğluna birkaç gömlek fazla olduğuna kanaat getirmişti. Sarp gibi haytanın biri ve Ekin gibi bir kız... Bir sene önce böyle bir şeyin olacağına kesinlikle inanmazdı. Öte yandan Sarp’ın nişan gecesi davetlilerin önünde nişandan kaçacağına da inanmazdı ama olmuştu. Sonrasında da kendine bir hayat kurmuştu. Aylarca süren bir sürgün hayatı sürmüştü Sarp ve şimdi Ekin ile evlenmeye karar vermesiyle sanki her şey yoluna girecek gibiydi.

Saatine son bir defa daha baktı. Sonra da önündeki dosyalara... Aklından holdingin sahibi olduğunu geçirdi. Yani patron kendisiydi. Bir gün de -bugün de- işi erken bırakabilirdi. Kim ne diyebilirdi ki? Koltuğundan kalkıp çıkmaya hazırlanırken Serkan’ı da alıp eve öyle gitmesi gerektiğini hatırladı. Ofisinden çıkıp sekreterine son talimatları verip adımlarını Serkan’ın odasına doğru yönlendirdi.

Daha birkaç adım atmıştı ki Serkan’ın kendi olduğu tarafa gelmekte olduğunu gördü. Serkan “Orhan Amca, ben de sizin odanıza geliyordum. Kaç gibi çıkarız diye soracaktım.” diye konuştuğunda “Ulan telefon ederek soramadın mı? Bu kadar yol tepeceğine iki tuşa basıp sorabilirdin...” diye sert bir tonla karşılık verdi Orhan Bey.

“Ama Orhan Amca...” diye kekeliyordu Serkan. “...ben odamda değildim ki... halkla ilişkilerdeki Selda Hanım ile konuşmaktan geliyordum. Geliyorken de size uğrayıp ne zaman çıkacağımızı sormak istedim.” Orhan Bey sadece Serkan’a bakmakla yetindi. Bu bakışlar Serkan’ın huzursuzca olduğu yerde kıpırdanmasına yetiyordu. Orhan Bey Serkan’ın bu halini görünce ne kadar Sarp’a benzediğini fark etti. Sarp da huzursuzca kıpırdanırdı karşısında böyle zamanlarda. Sanki Serkan ikinci oğlu gibiydi.

“Hadi çıkalım işin yoksa. Biraz erken evde olalım.”

“Bir yarım saat kadar işim var Orhan Amca. İstersen sen git, ben sonra gelirim.”

“Gerek yok, benim de imzalayacağım birkaç dosya vardı. Ben de onları imzalarım o zaman. İşin bitince haber ver de çıkalım hemen.”

......

Sarp arabayı sahil kenarına çekti ve derin bir nefes aldı. Ekin ancak o zaman durduklarını ve durdukları yerin sahil kenarı olduğunu anladı. Meraklı gözlerle başını çevirmeden Sarp’a baktığında Sarp’ın iki eliyle arabanın direksiyonunu tuttuğunu ve başını önüne eğmiş bir şekilde düşündüğünü gördü. Sonra yavaş yavaş başını kaldırdığını ve camdan ileride bir yere, boşluğa baktığını göz ucuyla seyretti. Ürkek bir şekilde başını Sarp’a doğru çevirdi. Sarp da boşluğa bakmaktan vazgeçip yavaşça başını Ekin’e doğru çevirdi.

“Ekin? Neler oluyor? Niye arabaya bindiğimizden beri konuşmuyorsun?”

......

Feryal Hanım oturma odasına girdiğinde Yelda’nın elinde kitabı, koltukta oturmakta olduğunu gördü. Muhabbet açmak için “Babanla telefonda konuştum. Birazdan çıkacaklarmış.” diye söze girdi. Yelda kitap ayracını olduğu sayfaya yerleştirdikten sonra kitabı kapattı ve annesine baktı.

“İyi, abimle Ekin de birazdan gelirler. Onları aradın mı?”

“Bir saat kadar önce aramıştım ama abinin telefonu kapalıydı. İstersen sen de bir ara...” Yelda annesinin dediğini kafasında tarttı ama aramanın şart olmadığına karar verdi.

“Birazdan gelirler, gelmezlerse ararım.”

O sırada içeriye giren Sarp “Merhaba!” diyerek annesiyle kızkardeşinin konuşmasını böldü. İki kadın aynı anda Sarp’a doğru döndü. Yelda hemen Ekin’in nerede olduğunu sordu ama bir cevap almak yerine abisinin yüzündeki sıkıntının daha da arttığını gördü. Bunu görmesiyle de bir şeylerin ters gittiğini anladı. Feryal Hanım da meraklanmıştı. “Ekin sonra mı gelecek Sarp?” diye sordu ama Sarp’ın yüzündeki sıkıntı hüzne dönüşmüştü.

“Ekin gelemeyecek anne...”

“Ne demek gelemeyecek? Ne oldu oğlum?” Sarp bu konuşmayı yapmak istemiyordu. Bu soruları cevaplamayı şimdi istemiyordu. Belki de buraya gelmek bir hataydı. Arayıp bir aksilik çıktığını gelemeyeceklerini söyleyebilirdi ama o bunu yapmak yerine tek başına eve gelmeyi tercih etmişti.

“Gelemeyecek işte, anne! Bir şey olmadı! Sadece gelemeyecek...” Yelda bir şeylerin ters gittiğine iyice emin olmuştu.

“Tamam anne, sorgu polisliğine başlama istersen. Abi, gelsene sana göstereceğim bir şey var. İlgini çekebilir...”

......

Odaya girdiklerinde Yelda lafı hiç uzatmadan konuya girdi. “Neler oluyor abi? Anlat hemen!” Sarp Yelda’ya baktı ve “Hastanede Berna ile karşılaştık.” dedi.

“Ne?!? Yoksa canınızı sıkacak şeyler mi söyledi?”

“Hayır. Aksine iyi bir dost gibi konuştu bizimle.”

“Ee? Ekin niye gelmedi o zaman?”

“Bilmiyorum, aslında biliyorum ama anlamıyorum. Arabaya bindikten sonra ağzından tek bir kelime çıkmadı. Bakışlarını bir noktaya sabitledi ve ağzını açmadı. Sonunda dayanamayıp sahil kenarında bir yere arabayı çektim ve konuşmak istedim.”

“Ee? Ne derdi varmış?”

“Kafasının karıştığını söyledi. Ne demek şimdi bu? Kadınlar kafalarının karıştığını söylemek zorundalar mı? Bu kadar kadın tanıdım ama hala ‘kafam karıştı’ sözünün manasını çözemedim. Neden kafasının karıştığını sordum ama bir cevap alamadım. Ben doktorun yanındayken Berna’nın kötü bir şeyler mi söylediğini sordum ama söylemediğini söylüyor. Söylemediyse ne kafasını karıştırdı? Yasemin’in mi sorun olduğunu sordum çünkü Berna Yasemin’in canımızı sıkabileceğini söyledi. Sorun Yasemin de değilmiş. Aklıma gelen sorun olabilecek her şeyi sordum ama hepsine ‘hayır’ cevabını verdi.”

“Anlamıyorum abi. Daha dün gece o kadar konuştuk. Sence dün gece canını sıkan sebep onun için de sorun olmasın?”

“Bilmiyorum Yelda... Moralim çok bozuldu. Öylece beni bıraktı orada. Bir taksiye bindi ve gitti. Peşinden bile gidemedim.”

“İnan anlamıyorum abi. Peki ne olacak şimdi?”

“Bilmiyoum Yelda, bilmiyorum...”

0 yorum:

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro