15 Kasım 2006 Çarşamba

Hayat Bir Oyun - 30. Bölüm

Bölüm 30: Dört İmza, Bir Nikah

Evin içine son bir kez daha baktığında ister istemez son bir senede yaşadıklarını düşündü. Bir senede o kadar çok olgunlaşmak zorunda kalmıştı ki “Üzgünüm ama bu nişan olmayacak galiba...” demesinden önceki halinin toy bir delikanlı olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyordu. Düşüncelere dalmış halde evin içine bakarken Ekin’in yaklaştığını duymadı bile. “Ne o? Dalmışsın...” diye soran Ekin’in sesini duyunca irkildi. Yanı başında beliriveren sevdiği kadına göz ucuyla baktıktan sonra başıyla evi işaret ederek “Son bir senede ne kadar çok şey yaşadığımı düşünüyordum. Bu ev bir anlamda o değişimleri simgelemekte.” diye cevap verdi. Sonra da karşı duvardaki posteri işaret ederek “La notası posterine bakarak az mı hayatımı sorgulamadım...” diye devam etti.

Ekin duvardaki postere bir kere daha baktı. “İşte bu sebepten evlendiğimizde yatak odamıza ilk asacağımız şey bu poster olmalı.” diye fikrini söylerken posterin sadeliğini düşünüyordu. Beyaz zemin üzerinde siyah bir nota, ki Sarp “la notası” olduğunu söylediği için notanın “la notası” olduğunu kabullenmişti, sevdiği adama bir anlam ifade ettiği için Ekin’e de aynı anlamı ifade ediyordu. Posterin yanına gidip posterin çerçevesinin iki yanından tutup duvardan indirmeye yeltendi. O sırada Sarp yanında bitivermişti bile. Sarp, “Dur, beraber indirelim...” dediğinde gülümsemekten kendini alamadı. Geçen seneye kadar evlenmeyi aklının ucundan bile geçiremeyen Ekin, şimdi müstakbel kocasıyla birlikte yaşayacakları yere taşımak için evdeki eşyaları topluyordu.

“Ekin?... Sence iyi mi yapıyoruz bizimkilerin yanında yaşamakla?”

“Senin fikrindi orada yaşamak.”

“Yani istemiyorsan...” Ekin, yüzünde bıkkın bir ifade ile Sarp’a baktı.

“Sarp, bana kalsa burada da yaşardım. Daha iyi bir evde yaşamamız gerektiğinde ısrarcı olan sensin. Benim için fark etmez. Hiç olmazsa kız kardeşin var bana arkadaş olacak.”

“Ya... Annemle başa çıkabilmek için bir Yelda’ya ihtiyacın olabilir.” Şaka olsun diye söylediği söz Ekin’in bir anda gerilmesine sebep olmuştu ama belli etmedi. Nedense Feryal Hanım ürkütüyordu Ekin’i. Bunun her gelin-kaynana arasında olan bir şey olduğuna inandırmaya çalışıyordu kendini ama aklına annesiyle Gönül’ün ilişkisi geldikçe yanlış bir telkinde bulunduğuna inanıyordu.

......

Mehmet bütün gün ağzına bir lokma bile koymadığını fark ettiğinde uzun yaz günü akşam vaktine yaklaşıyordu. Bir sonraki hastasını görmeden önce 15 dakikalık boş zamanı vardı. Bu süre içinde kafeteryadan abur cubur alabileceğini düşündü. Bir doktor olarak yemek yemeyi unutması ilk defa olan bir durum değildi. Kafeteryaya inmek için oturduğu koltuktan kalkmadan önce gözü masasının üzerindeki cep telefonuna takıldı. Kısa bir kararsızlıktan sonra telefonu eline aldı ve aramış olduğu numaraların arasından istediği numarayı bulduktan sonra telefonunun arama tuşuna bastı. Telefonun diğer ucundaki kişi Mehmet’in “alo” diyen sesini hemen tanıdı.

“Dayı. Nasılsınız?”

“Hep aynı, ya sen nasılsın?”

“Gayet iyiyim. Annem nasıl, dayı?”

“Annen de gayet iyi. Yengenle ikisi eve öteberi almak için pazara gittiler. Havaların biraz serinlemesini beklediler. Sabahtan gideceklerdi ama evden erken çıkamayınca akşam serinliğini beklemeye karar verdiler.” Mehmet annesinin iyi olduğunu duyunca biraz rahatladı.

“Bir aylık misafir olmaz ama yine de annemi misafir ettiğiniz için çok sağ olun.”

“Lafını bile etme. Senin annense benim de kız kardeşim. Hem yengene de arkadaş oluyor. Bana kalsa annen hep burada kalsın.”

“Dayı, biliyorsun... Bazen annem...” Mehmet sözünü tamamlayamadı. Onun yerine “son aradığımdan beri hiç...” diye devam etti. Bu defa da dayısı sözünü tamamlamasına izin vermeden “Kaygılanma, korktuğun şey olmadı. Her şey gayet iyi. Temiz hava, farklı ortam iyi geliyor. Annenin sağlığı yerinde. İstersen atla arabaya gel, birkaç saatte burada olursun.”

“Tamam, dayı. Bakarız... Neyse, benim kapatmam lazım. Birazdan hastam gelecek. Annemle yengeme selamımı söyle.” Telefonu kapattığında biraz rahatlamıştı. Neredeyse bir ay oluyordu annesini dayısının yanına götüreli. Bu da demek oluyordu ki annesinden bir aydır uzaktı. Annesinin bu halde olmasına sebep olan olaylara lanet okudu içinden ve onu iyileştirme konusundaki çaresizliğine...

Odasından dışarı çıktığında hemşiresi Aylin’in içeri girmek üzere olduğunu gördü. Hastasının olduğunu hatırlatmak için gelen Aylin’e kafeteryadan kendine bir şeyler alacağını söylerken yüzünün asık olduğunu gördü. Başta üzerinde durmamaya karar verdi ama yine de sormadan edemedi. Başta “yok bir şey” ile durumu geçiştirmek isteyen Aylin Hemşireden ısrarları sonunda başhekimin Aylin’e laf ettiğini öğrendi. “Bu sefer neye kulp buldu?” diye sorduğunda öğle tatilini uzun tuttuğu için demediğini bırakmadığını öğrendi. Başhekimin bu yaptığı Mehmet’i kızdırmaya yetmişti.

“Söylenmekte haklı mıydı?”

“5 dakika bile geçmemişti. Zaten 20 dakika geç gittim yemeğe.”

“Yine karşısında başını eğmedin umarım?”

“Sorunda bu ya. Şimdi beni kovduracağını söylüyor!” Bu söz üzerine Mehmet sinirli şekilde güldü.

“Demek kovduracak, ha? Galiba poposunu büyütmekten başka bir şey anlamayan adamın iş sözleşmelerinden de haberi yok. Sen sakın işinden olma konusunda tasalanma. Bu hastanede senin hayatını zehir edecek biri varsa o da benim. Başka kimsenin bunu yapmasına izin vermem. Sen de verme, tamam mı?” Aylin gülümsemekten kendini alamadı. “Olur” manasında başını salladı.

“Dinle, ben şimdi bir şeyler atıştırmaya gidiyorum. Yine yemek yemeyi unuttum. Hasta gelirse birkaç dakikaya geleceğimi söylersin.”

......

Berna ile Yelda ortaklıklarının detaylarını planlamakla meşguldüler. Sarp’ın yönetiminde olan kafe-barda yapmak istedikleri değişikliklerin üzerinde konuşuyorlardı. Konseptte birkaç değişiklik yapmayı istiyordu ikisi de. İlk etapta öğle yemeği mönüsüne daha sağlıklı eklemeler yapmaya karar vermişlerdi. Serkan’ın da ısrarıyla Yelda’nın gözetiminde sağlıklı ve lezzetli sandviç seçenekleri koyacaklardı mönüye.

“Yelda, sandviç ekmekleri için fırıncılarla görüşecektik. O konu ne oldu?”

“Serkan ile ikimiz önümüzdeki seçeneklerle görüşmeye gideceğiz.”

“Serkan?”

“Kendi ısrar etti. Hem onun gibi boğazına düşkün birinin faydası da olur.”

“Sarp gelseydi seninle...”

“İyi olurdu ama Ekin’le ikisi evi taşımakla uğraşıyorlar. Hem düğün davetiyelerini almaya gidecekler.” Berna gülümseyerek Yelda’ya baktı.

“Her şey ne kadar iyi gidiyor. Nazar değmesinden korkuyorum. Demek düğün davetiyeleri de hazır. Her şey hazır. İş neredeyse bir imzaya kaldı.” Yelda da gülümseyerek cevap verdi ve onaylar şekilde başını salladı.

......

Doktor olmak bazen hiç cazip gelmiyordu. Hayatının baharında olan birine çok ağır hasta olduğunu söylemek bu meslekte geçen yıllarına rağmen hiç kolaylaşmıyordu. Beyin ve beyne bağlı olan sinir sisteminin biraz daha kolay tedavi edilebilmesini çok istiyordu ama tıptaki tüm gelişmelere rağmen uzmanlığını yaptığı iki alanda da doktorların işi kolay değildi ve bu Mehmet’i özellikle genç hastalarına çok hasta olduklarını söylemek zorunda kaldığı zamanlarda için için yiyordu. Üzgün şekilde kapıdan çıkan hastasının arkasından bakarken tutunacak bir dayanak bulmaya çalıştı. Hayat tüm acımasızlığına rağmen devam ediyordu ve yaşama içgüdüsü tüm canlılarda olduğu gibi insanlarda da vardı. Umuyordu ki genç hastası da şu an kendisinin yaptığı gibi o dayanağı bulacak ve hayatına devam edecekti, edebildiği kadar...

Kapanan kapının sesiyle düşüncelerinden sıyrıldığında Aylin’e baktı. Hemşiresinin de kendisi gibi etkilendiğini gördüğünde duruma şaşırmadı. Aylin’i hemşiresi olarak sevmesinin sebeplerinden biri de buydu. Önemsiyordu... Duyarsızlaşmamıştı ki tıp alanında çalışanların başına gelen bir durumdu duyarsızlaşmak. Acil serviste çalışanların kanlar içinde gelen birini gördüklerinde önlerindeki manzaraya sıradan bir olaymış gibi baktıklarını biliyordu. Onların o halini anlıyordu. Belki de en doğrusu oydu. Yine de Mehmet onlar gibi olamıyordu. Aylin de ondan farksızdı. Bu sebepten çalışmaktan memnun olduğu Aylin’in canını sıkan başhekim ile yüzleşmesi şarttı.

“Aylin, bu son hastaydı sanırım. Ben başhekimin yanına gidiyorum. Bugün söylemek isteyip de söyleyemediğin bir şey varsa senin için ben söyleyebilirim. Eminim aklımdakileri söyledikten sonra senin söylemek istediğin yaz esintisi gibi kalacak.” Aylin, Mehmet’in ne yapmak istediğini anlamıştı. Her ne kadar bir anlamda patronu olan Mehmet’in onun arkasında olduğunu bilmek hoşuna gitse de işlerin daha da kötüye gitmesini istemiyordu.

“Mehmet, ortamı daha da germenin gereği yok.” diye cevap verdi yalnızken resmiyeti elden bırakmalarını istemiş olan Doktor Mehmet’e.

“Demek söylemek istediğin her şeyi söyledin. Bunu bilmek güzel. O zaman ben de gidip bir konuşayım şu başhekim denen kendini bilmezle. Sen de hastanede yatan hastalarımı son bir defa kontrol ettikten sonra çıkabilirsin. Bugün biraz erken çıkarak nişanlına sürpriz yap.”

......

Ekin ile Sarp kırılacak eşyaları kutulara koyduktan sonra mola vermişlerdi. Ekin’in yaptığı Türk kahvelerini yudumlarken Sarp huzurun böyle bir şey olduğunu düşünüyordu ama yine de aklını kurcalayan bir şey vardı. Birkaç zaman önce Serkan ile konuştukları konuyu Ekin’e anlatmamıştı. Huzur hakkında düşünmeye başlayınca nedense aklına ailelerinden sakladıkları o durum gelmişti. Bilinçaltının bu durumdan rahatsız olduğunu hissediyordu. Bu da aklında çizdiği huzur kavramından uzaklaşmasına sebep oluyordu. Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra yanı başında oturan Ekin’e döndü ve bir süredir kafasını kurcalayan bir konunun olduğunu söyledi. Ekin oldukça ciddi bir ruh haliyle konuşan Sarp’a kaygı dolu gözlerle baktı. Aklına gelebilecek her türlü felaket senaryosu bir anda beynine hücum etti.

“Ne oldu Sarp? Ne kafanı kurcalıyor?” diye çekinerek sordu. Alacağı cevabın kötülüğünden korkuyordu.

“İkimiz hakkında bir konu. Aslında biz ve ailelerimiz hakkında...” Ekin’in merakı iyice artmıştı.

“Ne olmuş ailelerimize?”

“Şey... Yani nasıl desem?... Onlar hâlâ bizim nasıl tanıştığımızı bilmiyorlar. Sence onlara gerçeği anlatsak mı? Serkan bana bu konuyu sorduğundan beri bu konu üzerinde çok düşündüm. Ne yapacağımızı bilmiyorum. Sence onlara asıl hikayemizi anlatsak mı?” Ekin aklına gelen felaket senaryolarından hiçbirini duymadığına memnun olmuştu ama şimdi onun da kafası karışmıştı. Cevap vermeden önce bir süre düşündü. Ne var ki ne kadar düşünürse düşünsün kesin bir cevap bulamıyordu.

“Bilmiyorum, Sarp. Her şeyi anlatsak bir türlü, anlatmasak bir türlü. İnan, ne cevap vereceğimi bilmiyorum.”

“Yani anlatmazsak başımız ağrımaz ama...”

“...ama bu yapabileceğimiz en doğru şey değil.” diye tamamladı Ekin. Sarp başını sallayarak cevap verdiğinde Ekin’in gözlerinin içine bakıyordu. Ekin de Sarp’ın gözlerinin içine bakarak “O halde...” diye cevap verdi. Sözlere gerek kalmadan Sarp, Ekin’in ne demek istediğini anlamıştı.

“O zaman ne zaman anlatacağımıza karar vermemiz lazım.”

“Korkunun ecele faydası yok. Ne kadar çabuk anlatırsak o kadar iyi.”

“Bu akşam?...” Ekin “hı hı” diyerek cevap verdi.

......

Mehmet başhekimin odasından içeri girdiğinde iki adam göz göze geldiler. Konuşmaya gerek olmadan başhekim Mehmet’in niye odasına kadar geldiğini anlamıştı. Koltuğunun arkasına yaslanırken iki elini başının arkasında birleştirdi ve Mehmet’e bakarak “Ne bu kadar tuttu seni buraya gelmekten?” diye sordu.

“Lafı uzatmayalım. Zırvalamanın lüzumu yok. İkimiz de niye burada olduğumu biliyoruz.”

“Tabii ki! Pek sevgili hemşiren hemen yetiştirmiştir. Sen de mazlumun yanında olan büyük kahraman olarak biricik hemşireni korumak maksadıyla hemen ofisimde bitiverdin.”

“En başta, Aylin’in korunmaya ihtiyacı yok. Benden öğrendiği bir şey varsa o da haklı olduğunda hakkının arkasında durmasını bilmek. Senin derdin onunla değil, benimle... Bu sebepten başkalarına bulaşmak yerine benimle yüzleş!”

“Başkalarına bulaşmak mı? Unuttun galiba, ben buranın başhekimiyim... Derdim olan kişiyle açıkça yüzleşebilirim.”

“İnan bana, Selim Bey, bu taraftan hiç de öyle görünmüyor. Ancak sana bir haberim var. Ben bu hastanede çalışmayı seviyorum, sana rağmen ve sen de biliyorsun ki beni kovman hiç de kolay değil. Ayrıca sözleşmeme göre hemşiremi de kovman söz konusu değil. İyisi mi bir kere olsun akıllı olmayı dene ve kurusıkı atma. Senin derdin değil benim hemşiremin ne zaman öğle tatilinden döndüğü...”

“O da bu hastanenin bir çalışanı olduğuna göre beni...” Selim’in ağzına lafı tıkarcasına sert bir ses tonuyla araya girdi Mehmet.

“Anlayacağın dille konuşayım! Bırak bu ayakları! Senin derdinin benle olduğunu ispatlamam için illa kız kardeşinden mi bahsetmeye başlamam lazım? Bunu yaparken de yüzünün nasıl bir hal aldığını görmen için ayna mı koymalıyım önüne?”

“Ulan bana bak, Nilgün’ü karıştırma bu konuya!” diye gürlediğinde Selim’in yüzü sinirden kıpkırmızı kesilmişti.

“Ben de isterim karıştırmamayı ama sen profesyonel biri gibi hareket etmeyi başaramadıkça dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Sana bir kere daha söylüyorum, bana bu hastanedeki hayatı zehir etmek için başkalarına bulaşma. Kozunu benimle paylaş! Nilgün küçük bir kız değil. Kendi hayatını yaşayabilecek yetişkin bir kadın, anladın mı? Onunla aramda olanlar da -ne kadar kabul etmekte zorlansan da- Nilgün’le beni ilgilendirir.”

“O neyin oluyor senin?”

“Hiçbir şeyim. Anlamakta zorlandığın da bu! Bir süre takıldık onunla... O kadar... Gelip de şimdi bana eski Türk filmi edebiyatı yapma! Kız kardeşini paçavra gibi kullanıp atan kötü adam değilim ben! Sen ne kadar benim öyle olduğumu söylesen de kız kardeşinle ikimiz aramızda olanların ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. Namus cinayeti işleyecek ağabey ayakları çekme bana. İyisi mi şu an oturduğun o başhekimlik koltuğunu hak etmeyi dene. Zira koca poponu büyütmek için kullandığın o koltuğu hak etmiyorsun, anladın mı? Bu özel hastanenin büyük ortaklarından biri seni, diğeri de beni bu hastanede tutmayı istediği sürece ikimiz de aynı yerde çalışmaya mahkumuz çünkü ne senin ne de benim ayrılmak gibi bir niyetimiz var. Bu şekilde beni suçladığın sürece profesyonelce hareket edemeyeceksin. Kardeşinin masum bir genç kız olmadığını anlasan iyi olur.”

Mehmet sözünü bitirip dışarı çıktığında başhekim burnundan solumaya devam ediyordu. Mehmet’ten kurtulamıyor olması içini kemiriyordu. Hırsından içmekte olduğu kahve fincanını karşı duvara fırlattı. Bir gün Mehmet’ten kurtulacağına kendi kendine yemin etti. Mehmet ise dışarı çıktığında rahatlamış olmanın verdiği huzurla gülümsüyordu. Viziteye çıkmanın en akıllıca hareket olduğuna karar verdikten sonra hastaların olduğu tarafa giderken Amerika’da olduğu günlerde tanıştığı ve iyi arkadaş olduğu arkadaşını düşündü. MBA yapmak için Boston’da bulunan arkadaşı babasından kalan hastanede çalışması için tüm şartlarını kabul etmişti. Annesinin sağlık durumu sebebiyle Amerika’da kalması mümkün olmayınca bu hastanede çalışmayı seçmesi zor olmamıştı. Eğer annesine vize alınabilseydi Baltimore’da Johns Hopkins Hastanesinde çalışıyor olabilirdi ama hayat her zaman isteneni sunmuyordu. Orada olsa alanlarındaki en iyi doktorlardan biri olacaktı ama burada en iyi doktor olduğunu biliyordu ve daha iyi olmak için elinden geleni yapıyordu.

......

Serkan kafe-bardan içeri girdiğinde gözleri Yelda’yı aradı. Uzun bir süre burayı Sarp ile özdeşleştirmişti ama şimdilerde bu değişiyordu. Yelda’yı göremeyince artık oldukça aşina çalışanlardan birine Yelda’nın nerede olduğunu sordu. Berna ile ikisinin eskiden Sarp’a ait olan ofiste olduğunu öğrenince adımlarını o yöne doğru çevirdi.

Yarı aralık olan kapıdan başını uzattığında iki kadının önlerindeki kağıtlara bakarak bir şeyleri çözmeye çalıştıklarını gördü. “Merhaba” diyerek geldiğini haber vermek istediğinde oldukça dalgın olan iki kadın korkuyla yerlerinden sıçradılar.

“Aman Serkan! Ödümüzü kopardın!” diye çıkışınca Yelda özür dilemek zorunda hissetti. Her ne kadar seslenerek varlığını belli etmesinde özür dilenecek bir durum olmasa da yine de özür dilemiş oldu. Berna söze karışarak “Senin suçun yok Serkan. O kadar dalmışız ki geldiğini duymadık. Hoş geldin bu arada...” dedi.

“Hoş bulduk. Nedir böyle, bu kadar daldığınız?”

“Yeni mönü, mönüdekileri yapmak için kullanacağımız malzemeler, onları nereden alabileceğimiz...” diye cevap verdi Yelda.

“Anladım... İşinizin ince detayları.... Daha ne kadar işiniz var? Erken mi geldim?”

“Biraz daha işimiz var.” Derken saatine baktı Yelda ve “Erken gelmedin, biz bitiremedik işimizi.” dedi. Berna ikisine de baktıktan sonra “Biliyor musun ne yapalım? ‘Bu akşamlık bu kadar yeter’ diyelim. Yarın devam ederiz. Öğleden sonra da ikiniz fırıncılarla görüşürsünüz. İkinizin planları var anlaşılan.”

“Ya aslında öyle ciddi bir plan yapmadık. Çıkar bir yerlere gideriz diyorduk. Mehmet’le siz de gelin isterseniz. Hem Sarp’la Ekin de gelecekti.” diye konuştu Yelda.

“Ee,... Sarp’la Ekin konusunda... Onlar bu akşam çıkamıyorlarmış. Sarp’ın evine uğradığımda yorgun olduklarını söylediler. Hem Sarp’ın Orhan Amca ve Feryal Teyze ile konuşacakları varmış. Düğün ile ilgili konuşacakmış galiba.”

“Ya siz?...” diye Berna’ya sordu Yelda.

“Ay vallahi benim hiç dışarı çıkacak halim yok. Mehmet de büyük bir ihtimalle yorgundur. Başka sefere artık. Siz eğlenmenize bakın... Hem burada birimizin kalması iyi olur.Daha şimdiden boşlamaya başlamayalım işimizi.”

Kısa konuşmanın ardından Serkan ile Yelda oradan ayrıldılar. Berna da kısa bir süre yarına ne kadar iş kaldığına baktıktan sonra mutfakta işlerin ne alemde olduğunu kontrol etmek için ofisten çıktı.

......

Ekin ve Sarp şehrin iki farklı yerinde aynı durumla karşı karşıyaydılar. İkisi de ailelerinin sessizliği bozup bir tepki vermelerini bekliyorlardı ama ne Teksoylar ne de Serbestler konuşmaya niyetli görünüyorlardı. Ekin o sırada Kurtuluş’un da evde olmasını dilediğine inanamıyordu. Hiç olmazsa o bir şeyler söylerdi ve ortamdaki buz gibi sessizliğin bozulmasını sağlardı ama aksi gibi evde annesiyle babası dışında kimse yoktu. Sarp’ın durumu da farklı değildi. Yelda olmadan bu konuşmayı yaptığına pişman olmuş gibiydi. Kardeşinin desteği yanında olarak bu işi yapsa çok daha iyi olacaktı ama iş işten geçmişti artık.

Aradan geçen zamana rağmen ailelerinden tepki alamayan Sarp ile Ekin ilk sözü kendilerinin etmesinin en doğru olacağını düşündü diğerinin de aynı şeyi düşündüğünden habersiz. İronik olarak her iki aile de “Ne dememizi bekliyorsun” diye cevap verdi çocuklarına. Tepkisiz olmaları en kötü tepkilerdendi ve Ekin ile Sarp iyice huzursuz oluyordu bu durumdan. İkisi de gönülsüz de olsalar kendi odalarına çekildiler sessiz kalan ailelerinin başka bir tepki vermeyeceğini anlayınca.

......

Tüm kötü olasılıkları düşündüklerini sanan Ekin ile Sarp sessiz tepkiyle karşılaşacaklarını akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdi. Yönünü kaybetmiş iki insan olarak birbirlerini aramaktan başka bir fikir akıllarına gelmiyordu. Yönlerini bulmak için iki sevgilinin diğerine güvenmekten başka çaresi yoktu. Sarp bir sene kadar önce terk ettiği evde kendine ait olan odada yapayalnız dümeni kırılmış bir gemi gibi hissediyordu kendini. Ekin’in de Sarp’tan aşağı kalır yanı yoktu. İkisi de kötü olduğundan bile emin olamadıkları durumu diğerine nasıl anlatacağını bilemiyordu ama yönlerini bulabilmeleri için de birbirlerine ihtiyaçları olduğunu biliyorlardı. Dakikalar saate dönüşmeye başlayınca diğerini arama isteği zorunlu hale geliyordu.

Biraz daha hızlı davranan Sarp oldu. Ekin, telefonun ekranı aydınlandığında arayanın Sarp olduğunu görür görmez cevapladı telefonu. İkisi de aynı anda “nasıl geçti” diye sordu. Senkronize şekilde sorulan soru ikisinin de gergince gülümsemesine sebep oldu. İlk olarak Sarp cevap verdi.

“Hiçbir tepki vermediler. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemedim, Ekin. Yani bu durumda ne yapılır ki? Sadece ne tepki vermeleri gerektiğini sordular.”

“Bizimkiler de aynı şekilde davrandı. Sanki ailelerimiz anlaşmışlar gibi.”

“İyi mi yaptık sence, Ekin?”

“Her şeye rağmen ‘doğru’ olanı yaptık bence.” diye cevap verdi Ekin, “doğru” sözcüğüne vurgu yaparak.

“Nedense emin olamıyorum. Yani kızsalar anlardım, bağırıp çağırmalarına, fırtınalar koparmalarına bile hazırlıklıydım ama bu...”

“Bu en kötüsü oldu, değil mi? Kızsalar kendimizi savunabilirdik. Hatta öyle bir durum karşısında söyleyeceklerimi de düşünmüştüm.”

İki aşık belirsizlik karşısında iyice tedirgin oluyorlardı. Bilinmezlik ikisini huzursuz ediyordu. Telefonlarını kapatmadan öylece sessizce duruyorlarken Ekin “Kapatmam lazım, babam geldi.” dedi. Sarp telefonun ekranına bakakaldı. Konuşmanın sonlandığını belirten yazıya bakıp dururken ekran karardı. Bir dakika 27 saniyelik telefon görüşmesinin belki ancak 50 saniyesinde konuşmuşlar geri kalan kısmında susmuşlardı. Sarp, İsmet Bey’in Ekin ile ne konuştuğunu o an için bilmesinin mümkün olmadığını düşününce oturduğu yerden kalktı. Odasında içecek bir şeyler olmadığını bildiği için kendine içki doldurmak için odasından çıktı.

Babasını, elinde viski ile annesiyle konuşurken gördüğünde içkinin iyi bir fikir olmadığına kanaat getirdi ama odasına dönmeye fırsat bulamadan babasının kendisine seslendiğini duydu.

“Efendim baba?”

“Gel buraya...” Belki de o anın geldiğini düşündü. Çekingen bir şekilde annesiyle babasının yanına doğru yürüdü. Müdürün karşısına çıkmış lise öğrencisi gibi hissediyordu kendini. Ayakta bir şeyler söylemelerini bekliyordu ama babası soran gözlerle kendisine bakıyordu.

“Otursana, ulan sıpa! Böyle ayakta mı dikileceksin?” Sessizce “peki” dedi ve eğreti şekilde tekli koltuğa oturdu.

“Bir saattir annenle bize anlattığın durumu konuşuyoruz. Niye böyle bir şeye kalkıştığını anlamaya çalıştık. Uzatmayacağım. Bu durumun kabul edilir bir tarafı yok. Yaptığınız hiç hoş bir şey değil. Hem bizim açımızdan hem de İsmet Beyler açısından...” Duyduklarından sonra Sarp iyice umutsuzluğa kapıldı. En azından bir tepki gelmekteydi. Ancak bu duyduğu sözlerden sonra ne cevap vereceğini bilmiyordu. Acaba Ekin gibi ne diyeceğini tasarlamış mı olsaydı?

“Ancak gelip her şeyi anlatmış olman, ki Ekin’in de şu an aynı şeyi yaptığını söylemiştin, hiç olmazsa yanlışınızın farkında olduğunuzu gösteriyor.” İşte o an Sarp tünelin sonunda ışık gördü.

Feryal Hanım, sözü Orhan Bey’den aldı. “Geçen sene yaşadığımızı tekrardan hatırlatmanın anlamı yok sanırım. Hepimiz neler olduğunu iyi biliyoruz. Bak oğlum, seni bu konuda yapmak istemediğin bir şeye zorlayamayacağımızı biliyoruz. Çok yanlış yaptın. Biz de hata yaptık. Hâlâ zaman zaman Ekin ile evlenmek istemenin hata olduğunu düşünüyorum. Bunu senden saklayacak değilim. Yine de ikinizin neler yaşadığını düşününce kararına saygı duymak zorunda olduğumuzu fark ediyorum. Bu gece anlattıklarının yarısını bilmiyorduk. Şimdi tekrar soruyorum, emin misin, oğlum? Bu kızın gerçekten evlenmek istediğin kişi olduğuna emin misin? Eğer aklından ‘anlaşamazsak boşanırız’ diye geçiriyorsan, inan bana, emin değilsin demektir.” Sarp heyecanla gülümsedi. Annesinin yanına gidip ellerini tuttu ve gözlerinin içine bakarak “hiçbir şeyden bu kadar emin olmamıştım, anne” dedi.

Orhan Bey, Serbestler’in ne tepki verdiğini sorduğunda Sarp’ın yüzü yeniden bulutlandı. “Bilmiyorum” sözcüğü zorla çıktı ağzından. “Telefonda konuştuğumuzda sizin verdiğiniz ilk tepkiyi verdiklerini öğrendim. Sonra Ekin’in babası gelince telefonu kapatmak zorunda kaldık.” diye açıklama yaptı Sarp.

Sarp’ın cebindeki telefonun sesiyle Teksoylar’ın aile toplantısı bölündü. Telefonu cebinden çıkarıp ekrana bakan Sarp “Ekin” dedikten sonra yan odaya geçti. Ekin heyecanla anlatmaya başladı.

“Sarp olana inanamazsın. Babam içeri geldi ve bana seni gerçekten sevip sevmediğimi sordu. Ben ‘evet’ cevabını verince geç de olsa doğru olanı yaptığımız için memnun olduğunu söyledi.” Kısa bir duraklamadan sonra buruk bir ses tonuyla “Yine de onları kandırdığımız için hâlâ bana kırgın olduğunu söyledi.” diye devam etti. “Bu harika!” diye tepki verdi Sarp ama sonra bir an durakladı ve “Yani, babanın kalbinin kırılmış olması değil ama doğru olanı yaptığımızı söylemesi.” diye devam etti. Sonra da az önce kendi ailesiyle olan konuşmasını anlattı.

“Şimdi ne yapacağız peki?”

“Ne mi yapacağız, Ekin? En son evlenmeyi planlıyorduk. Fikrimi soracak olursan bu harika fikri gerçekleştirelim. Bu arada da ailelerimizin gönlünü almanın yolunu arayalım.” Ekin sadece gülerek cevap verdi. İkisi de dile getirmiyordu ama üstlerinden büyük bir yük kalkmıştı.

......

Berna evden içeri girmişti ki ev telefonunun çalmaya başladığını duydu. Aceleyle ve merakla telefona doğru koştu. Telefonu açar açmaz karşıdan tok bir erkek sesi “hey...” dedi. Kısacık bir seslenme bile kim olduğunu anlamasına yetmişti. “Evde olduğumu nereden bildin? Daha yeni içeri girdim.” diye sorduğunda “Zaman çok kötü. Sapığın biri evin karşı kaldırımında senin evinin ışıklarına bakıyor olabilir.” diye cevap verdi Mehmet. Elinde telefon evin perdesini aralayan Berna karşı kaldırımda Mehmet’in kendisine el salladığını gördü. Gülümseyerek o da el salladı.

“Ne işin var bu saatte evimin önünde?”

“Düşündüm de... Sen evinde yalnızsın... Ben annemi dayımlara gönderdiğimden beri evimde yalnızım...”

“Ee?...” derken gülümsüyordu Berna.

“Diyorum ki... iki yalnız insan olarak bir araya gelsek... Belki yorucu bir gün geçiren bir doktorun yorgunluğuna çare olmak istersin?...” O an Mehmet’in sesindeki kırılganlığı hissetti Berna. İlk defa Mehmet’in ona ihtiyaç duyduğunu hissetti. Apartmanın dış kapısının açıldığını duyan Mehmet hızlı adımlarla kapıya yöneldi.

İçeri girdiğinde Berna mutfaktan seslendi. Yanına gittiğinde süt kaynatmakta olduğunu gördü. “Seni bilmem ama ben yorucu ve uzun bir günün ardından sıcak çikolata içmenin şart olduğuna inanıyorum.”

“Sıcak çikolata... Aklıma ilk önce konyak içmek gelirdi ama sıcak çikolata da olur.” Dediğinde Mehmet’in durgun sesi Berna’nın iyice yanından geliyordu. Berna’nın arkasında eğilip yanağına bir öpücük kondurdu. İkinci öpücüğü boynuna kondurduktan sonra Berna yüzünü Mehmet’e döndü. Bitap görünüyordu Mehmet.

“Neyin var? Bir şey mi oldu?”

“Şşş... Senin yanımdayım ya, artık hepsi bitti. Sadece seni görmek istediğimi söylesem?... ve senin hazırladığın sıcak çikolatayı içmek istediğimi...” Berna bir şeylerin Mehmet’in canını sıktığını görebiliyordu. Yine de fazla üstelemedi. Sadece mutfak masasını göstererek oradaki iki sandalyeden birine oturmasını işaret etti.

Çikolatanın sütle karışan kokusu önlerindeki kupalardan genizlerine geldiğinde ikisi de sessizce birbirine bakıyordu.

“Ne oldu Mehmet? Tuhaf görünüyorsun?”

“Yorucu bir gündü. Bugün gencecik birine çok hasta olduğunu söyledim. Tedavisi hiç kolay olmayacaktı. Sonra başhekimle atıştık. Yine...”

“Niye?...”

“Boş ver... O adamla olanlar önemli değil. Viziteye çıkmıştım. İyileşeceğine iyice emin olduğum senin yaşlarında bir hastam vardı. Tablosuna baktığımda beklediğim iyileşme emarelerini göremedim. Laboratuvardakilerle kavga etmek de işe yaramıyor.”

“Buraya gelmiş olmana çok sevindim Mehmet. Eğer bir ilişkimiz olacaksa paylaşmamız lazım. Sadece bunları değil. Başhekimle olanları da...” Mehmet Berna’ya baktı bir süre.

“Başhekimle olanlar...” diye başladı ama sözünü tamamlamadı. Onun yerine “Belki de konyak yerine sıcak çikolataya geçiş yapmalıyım. Şimdiden iyi geldi bile...” diye geçiştirdi. Berna Mehmet’in yaptığını fark etti ama daha fazla üstüne gitmedi. Mehmet’in şu an ihtiyacı olan sıkboğaz edilmek değildi.

“Sağ ol, Berna...”

“Ne için?”

“Her şey için, burada olmama izin verdiğin için.”

Berna iki kupayı ve sütü ısıttığı büyük cezveyi yıkadıktan sonra salona geldiğinde Mehmet’in başını geriye atmış şekilde yaslanarak oturmakta olduğunu gördü. İki avucunun içini gözlerinin üzerine koymuş öylece duruyordu.

“Mehmet, iyi misin? Canını sıkan ve anlatmadığın başka şeylerin olmadığına emin misin?” diye sorduğunda bir süre cevap alamadı. Mehmet başını kaldırıp kızarmış olan gözleriyle Berna’ya baktı ve “gel buraya, yanıma” dedi. İkisi de yatağa gitmeden önce bir süre birbirlerine sarılıp sessizce oturdular.

......

Sarp kahvaltı için aşağı kata indiğinde ailesinin gönlünü almayı denemeye başlaması gerektiğini düşünüyordu. Biraz da önceki geceki konuşmalarından sonra nasıl bir tavırla karşılaşacağını merak ediyordu. Feryal Hanım ile Orhan Bey kahvaltı masasında yalnız başlarına otururlarken buldu. İkisine de “günaydın” dedikten sonra Yelda’nın kalkıp kalkmadığını sorup çoktan çıktığını öğrenince şaşkınlığını gizleyemedi. Kardeşi ne zamandan beri sabahları erken kalkar olmuştu. “Yelda’nın bu kadar hevesle işine sarılacağını beklemiyordum.” diye kahvaltı masası sohbetine başlattı.

“Öyle ya. Ben de hiç beklemiyordum bu kadar hevesli olacağını.” diye cevap verdi babası. Annesi de başını sallayarak babasının dediğini onayladı.

“Bilseydim daha önceden Yelda’nın işin başına geçmesini teklif ederdim. Bu arada, baba, Yelda’nın haberi yok hâlâ kafe-barın ikinci ortağı olacağından, değil mi?” diye sorunca Orhan Bey tabağındaki yeşil zeytinlerden birini ağzına attıktan sonra başını iki yana salladı. Ağzındakini yuttuktan sonra da “Sen söylemediysen haberi yok.” diye cevap verdi.

“Kardeşini bu şekilde düşünmen çok hoş, Sarp. Aile dediğin böyle birlik olmalı. Kaç zamandır Yelda’nın başıboş dolaşmayı bırakmasını istiyordum ama ne zaman bir uğraş bulması konusunda konuşsam fevrileşiyordu.” diye yorum yaptı Feryal Hanım.

“Sağ ol, anne. Ben de bir senede sizleri ne kadar özlediğimi fark ettim. Sizi ve Yelda’yı. Yani, aile konusunda dediklerinde tamamen haklısın.” Sonra babasına döndü ve “Baba, farkındayım, işimin başına geçmem geciktikçe gecikiyor ama bugün de işe gelmezsem sorun olmaz, değil mi? Ekin ile davetiyeleri alacağız. Hem onlara bir uğrayıp durumun nasıl olduğunu görmek istiyorum.Bir özür dilesem iyi olur diye düşündüm.”

“İyi düşünmüşsün. İşe gelmeme konusunu da düşünme. Zaten senin düğüne kadar işinin başına tam olarak geçebileceğini düşünmemiştim. Davetiyeleri dağıtmayı kuryeyle mi halledeceksiniz?”

“Büyük kısmını evet ama yakın arkadaşlarımızın davetiyelerini kendimiz vermeyi planlıyoruz.”

“Sarp, kız tarafından kaç kişi geleceğini bilelim ama çok da abartmasınlar davetli sayısını. Sadece en yakınları davet etsinler. Biz de öyle yapacağız. Suyunu çıkartmayalım...” Sarp annesine “tamam” diye cevap verdikten sonra kahvesinden son bir yudum alıp masadan kalktı.

......

Yelda herkesten önce işe geldiğini görünce şaşırdı. Kapıda anahtarı olan birini beklemek hiç de hoş olmayacağı için anahtarını yanına almış olmasına sevindi.Tam ofisten içeri girmişti ki ardından giren çalışanların sesini duydu. Bir süre sonra da Berna’nın da geldiğini gördü.

“Aa, erkencisin Yelda?”

“Dün yapacağımız iş yarım kalınca vaktinde gelip bir an önce işe koyulayım istedim. Gördüğüm kadarıyla ben çıktıktan sonra sen biraz devam etmişsin.”

“Kızmadın umarım.” Yelda Berna’nın dediğine gülümsedi. “Niye kızayım, canım. Yapmak zorunda değildin. Beraber de yapabilirdik. Neyse, şimdi kalanını beraber hallederiz.”

“Dün sen çıktıktan sonra aklıma geldi Yelda... Sence mönüye ekleyeceklerimizin yeteri kadar iyi olup olmadığını anlamak için lezzet testi gibi bir şey yaptırsak mı?”

“Bence bu gayet iyi fikir. Özellikle de vejetaryen olanları Serkan gibi otoburlara denetmeliyiz bence.” İkisi de Yelda’nın Serkan hakkında söylediği söze güldü ve önlerinde onları bekleyen işe gömüldüler.

......

“Tüm korkumuza rağmen iyi atlattık durumu bence. Sen ne diyorsun Ekin?” Sarp’ın arabasına binerken “bence de” diye cevap verdi Ekin.

“Yani baban sadece nasihat etti, o kadar. Ben daha soğuk davranmasını bekliyordum.”

“Ne yalan söyleyeyim, ben de şaşırdım. Aman, neyse... Sert tepki vermediler diye kendimize dert etmeyelim.” Sarp Ekin’e hak verdiğini “hı hı” diyerek gösterdikten sonra arabayı çalıştırdı ve düğün davetiyelerini almak için yola koyuldular.

......

Mehmet öğle yemeği için çıkmaya hazırlanırken Nilgün’ü görmek aklından geçen en son şeydi. Öte yandan Başhekim Selim ile dünkü yüzleşmesinin Nilgün’ün kulağına gitmiş olmasına çok da şaşırmaması gerektiğini düşündü. Nilgün, “Dün abimle benim için tartışmışsınız yine. Galiba ağabeylerin olayı da bu... kız kardeşlerinin sevgilileri söz konusu olunca...”

“Daha fazla devam etmeni beklemeden hemen söyleyeyim! Biz seninle sevgili değiliz, asla da olmadık! Şakasını bile yapman hoşuma gitmiyor çünkü, işin açıkçası, senin yüzünden saçma sapan dertlerle uğraşmaktan bıktım.”

“Relaks, relaks...”

“Merak etme ‘şekerim’, yeteri kadar ‘relaks relaks’ım , senin deyiminle. İşin gerçeği iki tarafta birlikteliklerinin tek boyutunun seks olduğunu bildiği halde arkasından başka bir şeylerin çıkarılması canımı sıkıyor. Sen canımı sıkıyorsun, abin canımı sıkıyor! Bilmem anlatabildim mi?” Mehmet son sözlerini dişlerinin arasından adeta tıslayarak söylemişti. Nilgün karşılaştığı muamele karşısında Mehmet’i daha da sinirlendirmek için işi daha da ileriye götürmekte sakınca görmedi.

“Hmm, kızgın haldeyken sevişmek güzel olmaz mıydı?”

“Seninle niye vakit kaybediyorum ki? Ne kadar oldu görüşmüyorduk? 4 ay? 5 ay? İstersen bu durumu bozmayalım. Hatta mümkünse görüşmemeyi daimi kılalım. Benimle görüşmekten başka çaren yoksa karşıma çıkmamaya ne dersin? Başını beladan kurtarmak için eskiden olduğu gibi bana gelmek yerine, mesela, abine gidebilirsin.” Nilgün “bela” sözcüğünü duyar duymaz suratındaki ifade değişti. Mehmet bu değişimi fark etmekte gecikmedi.

“Yine ne var? Yine mi kumarda altından kalkamayacağın kadar para kaybettin?” Nilgün yapay gülümsemeyle “Aramızda sekse dayalı bir ilişki dışında bir şey olmadığını söyleyen biri için beni fazlasıyla iyi tanımıyor musun?” diye cevap verdi.

“Uzatma Nilgün! Son defa seni bu dertten kurtaracağım. Bir daha da karşıma çıkmayacaksın, tamam mı?” Nilgün tüm yapaylığıyla masum bir ifade oturtmaya çalıştı yüzüne.

“Yarın öğle saatinde buluşuruz ve hangi batakhaneye borçlandıysan bu sefer, borcunu kapatırız. Ne kadar borçlandın?”

“13 bin dolar kadar.”

“Tanrı aşkına kadın! Aklın nerede senin? Bu parayı ödeyeceğim ama bilmeni istiyorum ki bundan sonra senin için kılımı kıpırdatırsam...”

......

Sarp ile Ekin hastane yakında diye ilk olarak Mehmet’in davetiyesini vermeye karar vermişlerdi. Mehmet’in olduğu kata çıktıklarında onu bir kadınla konuşurken gördüler. Yaklaştıkça olanın konuşmadan çok tartışmayı andırdığını fark ettiler. Sarp seslendiğinde Mehmet’in kılını kıpırdatmakla ilgili bir şeyler söylemeye başladığını duydu ancak Ekin’le ikisinin geldiğini görünce doktor susup onların, yanına gelmesini beklemişti.

Ekin’le ikisinin meraklı gözlerle yanındaki kişiye baktığını gören Mehmet, “Bu eski bir arkadaşım, Nilgün... Tam da gidiyordu.” diye açıklama yaptı. Nilgün “tanıştığımıza memnun oldum” dedi ve Ekin ile Sarp’ın kendilerini tanıtmalarını bekledi. Mehmet Nilgün’ün gitmediğini görünce derin bir ve sıkıntılı bir nefes aldı ve “Hayırdır? Hangi rüzgar attı sizi buraya?” diye sordu.

“Düğün davetiyelerini aldık da... Az daha bir aksilik çıkıyordu ama Tanrı’ya şükür her şey yolunda ve hâlâ 17 Eylül’de bizim evin bahçesinde evleniyoruz.” Mehmet soran gözlerle baktı ama Sarp “Sonra anlatırım.” Diye geçiştirdikten sonra “Yolumuzun üstündeydin. Biz de gelip sana davetiyeni verelim istedik. Buradan da Berna ile Yelda’nın yanına gideceğiz.” dedi. Mehmet, Ekin’in uzattığı davetiyeyi alırken “Selam söyleyin, ben de gelmek isterdim ama vaktim yok.” diye açıklama yaptı. Ekin “söyleriz” diye Mehmet’e cevap verdikten sonra Nilgün’e dönüp “tanıştığımıza tekrardan memnun oldum” dedi. Sarp da aynı şekilde hareket ettikten sonra ikisi de vedalaşıp hastaneden ayrıldılar. Onların gözden kaybolduğunu gören Mehmet, Nilgün’e dönüp “istersen artık git” dedi ve Nilgün’ün yanından hızla uzaklaştı.

......

Serkan kafe-bara geldiğinde Yelda’nın henüz fırıncılarla görüşmek için hazır olmadığını gördü. Aslında buna biraz da memnun oldu çünkü öğle yemeğini orada yemeyi istiyordu. Berna ile Yelda’nın o gelmeden önce bir şeyler atıştırmış olduklarını öğrenince onlar içeride kendi işleri ile meşgulken tek başına kendi yemeğini yemeye başladı. Önündeki yemeği yemeye o kadar dalmıştı ki Ekin ile Sarp’ın yanına yaklaştıklarını duymadı bile. Sarp boşta duran sandalyelerden birine otururken “afiyet olsun” deyince şaşırmış bir şekilde başını kaldırdı ve en yakın arkadaşı ile evleneceği kadının yanında durduklarını gördü. Ekin de Sarp’ın yaptığı gibi boş olan diğer yere otururken Serkan “sağ ol” diye cevap verdi.

“Berna ile Yelda yoklar mı? Yoksa içeride bir şeylerle mi meşguller?”

“Yelda’yla fırıncılarla görüşmeye gideceğiz ama Yelda’nın biraz daha işi varmış. Ben de onu beklerken öğle yemeğini aradan çıkarayım istedim. Onlar bir şeyler atıştırmışlar bile.” Ekin, “Ben bir içeri gidip onlara geldiğimizi haber vereyim.” Dedikten sonra az önce oturduğu yerden kalkıp şimdilerde Berna ile Yelda’nın ofisi olmuş olan yere doğru yöneldi. Serkan Sarp’a döndü ve “Davetiyeleri aldınız mı?” diye sordu.

“Aldık. Zaten buraya gelme sebebimiz de Berna’nın davetiyesini vermek. Hazır sen de buradayken senin davetiyeni de verelim. Gerçi davetiyeleri arabada bıraktım ama siz çıkmadan önce veririm.” Serkan şaşırmış bir şekilde “Bana da mı davetiye var?” diye sordu.

“Tabii ki... En yakın dostuma davetiye vermemek aklımdan bile geçmedi. Davetiyeye lüzum olmadığını biliyorsun ama olsun, adettendir.”

......

“Kolay gelsin hanımlar...” diyen Ekin’in sesiyle Berna ve Yelda bakışlarını bilgisayar ekranında baktıkları sayfadan Ekin’in olduğu tarafa çevirdiler. “Aa, Ekin? Hoş geldin.” diye seslendi Berna heyecanla.

“Bu ne çalışkanlık böyle? Bakıyorum arı gibi çalışıyorsunuz. Yoksa çalışır gibi görünürken internette gezinerek vakit mi öldürüyorsunuz?”

“Aşk olsun, Ekin.” diye cevap verdi Berna. Yelda gülümseyerek “Olur mu müstakbel yengeciğim, tamamen işle ilgili yaptığımız. Hazır sen de buradayken şu mönü dizaynlarından hangisini daha çok beğendiğini söylesene...” diye teklifte bulundu.

Ekin onlarla birlikte bir süre seçeneklere baktıktan ve fikrini söyledikten sonra Yelda “abim yok mu?” diye sordu. Ekin, onun içeride Serkan’la olduğunu söyledikten sonra Berna’ya davetiye vermek için geldiklerini anlattı. Sonra da Mehmet’in onlara selamı olduğunu hatırlayınca selamını iletti.

“Mehmet’in yanına mı gittiniz? Günü nasıl geçiyormuş?” diye sordu Berna, Mehmet’in bir önceki gün ne kadar yorgun ve sıkıntılı olduğunu hatırlayarak.

“Davetiye vermek için gittik . Yolumuzun üstündeyken aradan çıkaralım istedik. Sanırım öğle yemeği için çıkıyordu. Koridorda bir arkadaşıyla konuşurken bulduk onu. Tartışıyorlar sandım ama pek emin değilim.” Berna’nın merakı artmıştı.

“Tartışıyor muydu? Hastanenin psikiyatrisiyse gördüğünüz, olabilir. Onunla yaptıkları tek iş tartışmak.”

“Bilmiyorum, bana arkadaşı doktor gibi gelmedi. Adı Nilgün’müş,”

“Nilgün mü? Tanımıyorum... Demek başka birisiymiş.” O sırada Yelda söze karıştı.

“Ekin’in de fikrini aldığımıza göre ben artık çıkabilirim. Kesin kararı ben döndükten sonra veririz. Ne dersin, Berna?”

“Tamam, öyle yaparız. Hadi ön tarafa geçelim.”

......

İsmet Bey gazetesini okurken Gülser Hanım elinde iki çay bardağıyla eşinin yanına geldi. İsmet Bey başını gazeteden kaldırıp Gülser Hanım’ın elindeki çaylara baktı ve “İyi akıl ettin bunu.” deyip karısının elinden kendi bardağını aldı.

“İsmet, Ekin’in anlattıklarına hâlâ inanamıyorum.”

“Ondan beklemezdim böyle bir şey ama en çok da Kenan’ın yaptıklarına şaşırdım. Hiç tanıyamamışız onu. Kurtuluş’tan ayrı görmedim Kenan’ı.”

“Ya... Hiç aklıma gelmezdi o şeyleri yapacağı.”

“Şimdi daha iyi anlaşılıyor neden Kenan’ın ortalıklarda olmadığı.”

......

Ekin eve doğru yaklaşırken Sarp’ın aklına gelen fikre daha da ısınıyordu. Dikkati yolda olan Sarp’a dönüp “İyi aklına geldi Feyzo Baba’nın orada aileleri bir araya getirmek. Gönüllerini almak için bir şey yapmamız lazımdı.” dedi.

“Feyzo Baba’ya ne olduğunu anlattığımız zaman sen düşündün aileleri bir araya getirmenin iyi olabileceğini. Yani fikir benim olduğu kadar senin fikrin de.” diye konuştu Sarp, gözünü yoldan ayırmadan.

Ekin arabadan inmeden önce Sarp’a saat kaçta buluşacaklarını sordu. “Ben gelip sizi alırım diye düşünmüştüm.” diye yanıtladı Sarp.

“Gerek yok Sarp. Biz gideriz. Benim asıl derdim bunun sadece anne-babalar için bir yemek olduğunu Kurti’yle Gönül’e nasıl anlatacağım.”

“Onları tanıdığım kadarıyla anlatamayacaksın hayatım.” dedi Sarp gülümseyerek. Ekin umutsuzca başını salladı ve “haklısın” dedi.

“Neyse, sen o konuyu kafana pek takma. Buluşma saati de 8:00, 8:30 gibi nasıl olur?”

“Peki, orada görüşürüz o zaman.”

......

Fırıncılarla görüşmenin ardından birlikte kafe-bara dönen Serkan ve Yelda, Berna’yı bir zamanlar Sarp’ın sıklıkla kullandığı kuytudaki masalardan birinde buldu. Önünde kahve fincanı dururken kendiyle baş başa vakit geçiriyor gibi bir hali vardı. Yanına yaklaştıklarını görünce gülümseyerek yanına gelmelerini bekledi. Karşılıklı selamlaşmadan sonra Yelda görüşmelerin nasıl gittiğini anlattı.

“...uzun sözün kısası, Bernacığım, iki yer arasında seçim yapmamız gerekecek gibi görünüyor. O iki yerden biri zaten Sarp’ın da alışveriş yaptığı yer. Bu sebepten orayı seçmeye biraz daha meyilliyim ama senin de fikrini almak istedim.” Berna Yelda’nın teklifini mantıklı bulduğu için kahvesinden bir yudum aldıktan sonra Yelda ile aynı fikirde olduğunu söyledi.

Onlar bu konu hakkında konuşurken Serkan sağa-sola bakınmaya başlamıştı. Başlarda bunu göz ardı eden Yelda, sonunda dayanamadı ve ne olduğunu sordu Serkan’a. Yerinde duramadığı için azarlanan haylaz çocuk gibi masumca karnının zil çaldığını söyledi, Serkan. Bunun üzerine kendilerine hiç de azımsanmayacak kadar güzel bir akşam yemeği ziyafeti çekmek için gereken yemekleri ve içecekleri sipariş ettiler, kendi aralarında konuşmaya devam ederken.

......

“Bugün Feyzo Baba’ya davetiyesini getirdiğimizde Ekin’in de, benim de düşündüğümüz sizlerin gönlünü nasıl alacağımızdı. Özellikle sizler korktuğumuz gibi sert bir tepki vermeyince yaşadığımız vicdan azabı daha da arttı. Samimiyetimize inandırmak için sizleri buraya çağırdık. Annem dün gece ailenin öneminden bahsetmişti. Galiba gerçek bir aile olmanın yolu biraz da aile bireylerimizi kendi dünyamız içine sokmaktan geçiyor. Bu sebepten sizleri buraya getirdik. Feyzo Baba’yla tanıştınız. Kendisi son bir senedir dostum ve Ekin ile ikimizin hayatında yeri büyük. Sizlerden bir şeyleri sakladık ve hatalıydık. En azından bundan sonra sizleri dışlamadığımızı göstererek kalbinizi kazanabileceğimizi umut ediyoruz.” diye sözlerini tamamladı Sarp. Ekin o sözlerini bitirince kendi annesiyle babasına ve müstakbel kayınpederiyle kayınvalidesine baktı. Sarp bu tür konuşmalarda daha iyiydi ama kendisinin de bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu.

“Belki bu havadan düşme gibi gelecek ama biz bir adım daha atmaya karar verdik. Birbirimizin anne-babasına ‘amca-teyze’ diye hitap etmek yerine ‘anne-baba’ diye hitap etmek istiyoruz artık. En azından bu şekilde niyetimizin ciddi olduğunu bir kere daha göstermiş olacağımızı umuyoruz.” Ekin sözlerinin nasıl bir etki bıraktığını anlamak için herkesin yüzüne teker teker dikkatlice baktı. Herkes bundan memnun görünüyordu ama Feryal Hanım’ın yüzünden ne düşündüğünü anlamak imkansızdı.

“Feryal...” Ekin “anne” demek istedi ama bir türlü ağzından o söz çıkmayınca “...Hanım” diye devam etti. Feryal Hanım, “Anne demekten vazgeçtin galiba?” diye sorunca Ekin’in üzerinden büyük bir yük kalktı. “A..alı... alışmak bi.. biraz zaman alacak galiba Feryal... Anne.” diye kekeleyerek cevap verdi Ekin. Sonrasında da aradaki buzlar biraz eridi.

Gece ilerledikçe İsmet Bey ve Orhan Bey karşılıklı olarak rakı içmeye devam ediyorlardı. Eşlerinin uyarılarına rağmen o gece kendilerini kısıtlamadan demlenmekte sakınca görmedi ikisi de. Feyzo Baba da onlara eşlik etmekte sakınca görmedi. Annesinin katı tavrını gören Sarp takılmaktan kendini alamadı. Annesinin kulağına eğilip “Hadi anne, itiraf et. Dürüm kebapları, Feyzo Dayı’nın harika pilavını sevdin. Boşuna suratını ekşiterek beğenmemiş numarası yapma.” dedi. Feryal Hanım Sarp’a önce sert sert baktı ama sonra yüzündeki ifadeyi bozmadan oğlunun kulağına eğilip “Haklı olabilirsin ama bunu başkasına söylersen inkar ederim.” dedi. Sarp annesinin yüzüne baktığında gülümsememek için annesinin kendini tuttuğunu gördü.

Öte yandan Orhan Bey ile İsmet Bey arasında düğün organizasyonu konuşmaları geçiyordu. İsmet Bey kız tarafının yatak odasını yapması konusunu tekrar açınca Orhan Bey yatak odasını hazırlamaya gerek olmadığını yineledi. İsmet Bey bunu duyduğunda ortam biraz gerildi. Bu şekilde dışlanmak gururuna dokunmuştu ve bunu da “Sizin kadar paramız olmayabilir, Orhan Bey, ama biz de elimizden geldiğince kızımızın mürüvveti için katkıda bulunabiliriz.” Diyerek dile getirmekten çekinmedi.

“Beni yanlış anladın dünür. Yatak odasını kız tarafı yapar ama dedim ya, bizim Feryal yatak odasını hazırladı bile. Şimdi o yatak odasını atalım mı? Eğer bunu yapmamızı istersen, senin hatırın için, yaparız, dünür ama bana soracak olursan buna gerek yok.”

“Tamam boşuna masraf olur ama böyle de olmaz ki Orhan Bey. Biz de elimizden geldiği kadar katkı da bulunmak isteriz.”

“Peki dünür, demek ilk konuştuğumuz balayı masraflarını karşılama fikrini beğenmedin, madem âdet yerini bulsun istiyorsun. Sana bir teklifim daha olacak…Erkek tarafı hazırladığı için yatak odasını yapamıyorsanız, siz de doğacak ilk torunumuzun odasını yaparsınız. Bak, bu öyle kolay kolay dünürüme bırakacağım bir şey değil. Torundan bahsediyoruz be İsmet. Sende bir tane var, bilirsin nasıl bir şey olduğunu.” Bu noktadan sonra kısa bir süre gerilime sebep olmuş olan yatak odası konusu unutulup gitti.

Öte yandan Orhan Bey ile İsmet Bey arasında düğün organizasyonu konuşmaları geçiyordu. İsmet Bey kız tarafının yatak odasını yapması konusunu açınca Orhan Bey yatak odasını hazırlamaya gerek olmadığını söyledi. İsmet Bey bunu duyduğunda ortam biraz gerildi. Bu şekilde dışlanmak gururuna dokunmuştu ve bunu da “Sizin kadar paramız olmayabilir, Orhan Bey, ama biz de elimizden geldiğince kızımızın mürüvveti için katkıda bulunabiliriz.” Diyerek dile getirmekten çekinmedi.

“Beni yanlış anladın dünür. Yatak odasını kız tarafı yapar ama bizim Feryal aylar öncesinden yatak odasını hazırladı bile. Şimdi o yatak odasını atalım mı? Eğer bunu yapmamızı istersen, senin hatırın için, yaparız, dünür. Bana soracak olursan buna gerek yok.”

“Tamam boşuna masraf olur da böyle de olmaz ki Orhan Bey. Biz de elimizden geldiği kadar katkı da bulunmak isteriz.”

“Biliyor musun, dünür, sana bir teklifte bulunacağım. Madem kız tarafı olarak yatak odasını yapamıyorsunuz çünkü erkek tarafı yapmış, siz de doğacak ilk torunumuzun odasını yaparsınız. Bak bu öyle kolay kolay dünürüme bırakacağım bir şey değil. Torundan bahsediyoruz be İsmet. Sende bir tane var, bilirsin nasıl bir şey olduğunu.” Bu noktadan sonra kısa bir süre gerilime sebep olmuş olan yatak odası konusu unutulup gitti.

Ekin ile Sarp, o gece uzun bir aradan sonra ilk defa, birbirlerine baktığında son engeli de aşmak üzere olduklarını anlattılar sözlere ihtiyaç duymadan. İkisi de gerçekleri açıklayarak doğru olanı yapmanın huzuru ile gülümsüyordu. Aileler yavaş da olsa birbirine ısınıyordu. Sarp, annesine göz ucuyla baktığında Feryal Hanım’ın bile konuşmalara ucundan da olsa katıldığını gördü. O zaman annesini sevme sebeplerinden birinin de tüm katılığına rağmen annesinin açık fikirli olmaya çalışması olduğunu anladı.

Gece bitip de herkes evinin yolunu tuttuğunda Serbestler’in ve Teksoylar’ın aklında düğün hazırlıklarından başka bir düşünce yoktu. Davetiyeler bastırılmış, hatta dağıtılmaya başlanmıştı bile ama daha yapılacak çok iş vardı. Orhan Bey’in içi biraz daha rahattı çünkü eşinin bu konuda harika bir iş çıkaracağını biliyordu.

......

Berna yaptığı yolculuğa değdiğini düşünüyordu. Yelda ile ortaklıklarının yarattığı sinerji ile yeni işlerinde başarılı olacaklarına olan inancı artıyordu. Kırmızı ışığın yanmak üzere olduğunu görünce gaz pedalından ayağını çeken Berna bir an önce yeşil ışığın yanması için sabırsızlanıyordu. Ne kadar çabuk işe geri dönerse o kadar çok yapması gerekenlerle ilgileneceğini biliyordu. Yollarda vakit kaybederek tüm işi Yelda’ya bırakmak istemiyordu.

O, bu düşüncelerle yeşil ışığın yanmasını beklerken telefonu çaldı. Arayanın Yelda olduğunu görünce merakla telefona cevap verdi. Yelda “alo” bile demeden Sarp ile Ekin’in onlardan habersiz aileleri bir araya getirdiğinden bahsetmeye başladı. Berna, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu ama Yelda nefessiz konuşmaya devam ettikçe kafası daha da karışıyordu. O sırada yeşil ışık yanar yanmaz arkadaki arabaların klakson sesleri gelmeye başlayınca Berna’nın dikkati tümden Yelda’dan uzaklaştı. Yelda ise konuşmaya devam ediyordu.

“... her neyse, sen yoldasın galiba. Gelince konuşuruz. Ha sahi, Serkan bu akşam için tiyatroya bilet almış ama annem aradı ve akşama mutlaka evde olmam gerektiğini söyledi. Sanırım Ekin’in düğün alışverişi hakkında konuşacak. Mehmet ile ikiniz gitmek isterseniz Serkan’a haber vereyim biletleri kafeye getirsin.” Berna trafik akmaya başladıktan sonra Yelda’nın ne söylediğini anlayabilecek kadar dikkatini telefon konuşmasına verebilmişti. Teklif üzerinde düşündü ve Mehmet ile konuşmadan bir cevap veremeyeceğini söyledi.

Tiyatroya gitme fikri oldukça cazip geliyordu. Uzun süredir bir oyun seyretmemişti ve eksikliğini hissediyordu. Mehmet’i arayıp plandan bahsetmek istedi ama telefonu kapalıydı. Buna benzer bir durum daha önce de başına geldiği için üzerinde fazla durmadı. Ani bir kararla hastaneye gidip yüz yüze konuşmak için yönünü Mehmet’in iş yerine doğru çevirdi.

Hastaneye vardığında Mehmet’in telefonunu bir kere daha aradı ama durum aynı idi. Mehmet’in olduğu kata doğru çıkarken merdivenlerde Aylin Hemşire ile karşılaştı. Karşılıklı hal-hatır sorduktan sonra Berna, Mehmet’in nerede olduğunu sordu.

“Kendisi burada değil. Çıkarken birkaç saat sonra döneceğini söyledi. Ben sizinle buluşacağını düşünmüştüm.”

“Ne kadar oluyor çıkalı? Beklesem anlamı olur mu?”

“Bir saat oldu, olmadı. Kesin bir saat söylemediği için bir şey diyemeyeceğim Berna Hanım.” Berna kısa bir süre düşündü ve beklemektense kafeye dönmenin daha iyi bir fikir olduğuna karar verdi.

“Uğradığımı söyler misin, lütfen? Bir de gelince beni arasın. Akşam için bir planı olup olmadığını öğrenmem lazım.”

“İletirim, Berna Hanım.”

“Çok sağ ol, Aylin. Görüşmek üzere...”

......

Mehmet bankaya uğradığında niye bunu yaptığını sorguluyordu. Önceden bankayı arayıp yüklü miktarda para çekeceğini söylediği için işi uzun sürmedi. Parayı alıp bankanın hemen önüne park ettiği arabasına bindi ve Nilgün’le buluşacağı yere doğru arabasını sürdü.

İşi fazla uzatmak istemeyen Mehmet, Nilgün ile sözleştikleri gibi ödemeyi yapacakları mekanın yakınında buluştu. Birlikte gidip Nilgün’ün kumar borcunu ödedikten sonra Mehmet Nilgün’ü bir daha hiç görmeyeceğini umuyordu ama öte yandan bunun pek de mümkün olmayacağını biliyordu. Nilgün’ün ağabeyi ile aynı yerde çalıştığı sürece yeniden karşılaşma olasılıkları hep olacaktı. Arabasının sürücü tarafına doğru yürüdü ve kapıyı açmadan önce diğer tarafta bekleyen Nilgün’e baktı.

“Artık seninle bir işim kalmadı. Karşıma olur olmaz zamanlarda çıkmazsın, değil mi?”

“Beni bilirsin, sözümü tutarım.” diye cevap verdi, Nilgün, gülümserken. Oysa Mehmet hiç de emin olamıyordu Nilgün’ün sözünü tutacağından.

“Umarım, Nilgün... Umarım...” dedi ve arabasına bindi. Yapması gerekeni yaptığına göre hastaneye geri dönme vakti gelmişti.

......

Ekin odasından içeri girdiğinde Sarp’ın yüzü aydınlandı. O gün holdingdeki işinin başında olmak istemişti ama işten bunca zaman uzak kalmasının etkilerini hissediyordu. Eski işine alışması zaman alacaktı. Bunu o sırada anlamaya çalıştığı raporu okurken daha iyi fark ediyordu. Bu sebepten, Ekin, bir anlamda kurtarıcısı oldu.

“Ekin? Ne güzel bir sürpriz bu...” Ekin, Sarp’ın sesindeki heyecanı duyunca gülümsemekten kendini alamadı.

“Bu kadar sevineceğini bilseydim daha erken gelirdim.”

“Sakın yanlış anlama, ziyaret etmene çok sevindim ama sebebi ne ziyaretinin?”

“Evine gidip kalan ufak tefek eşyaları toplamaya karar verdim. Senden anahtarı almaya geldim.”

“Ben daha sonra hallederdim veya ikimiz bir ara toplardık kalan eşyaları...”

“Benim nasıl olsa işim gücüm yok. Böylece bütün gün evde oturmaktan kurtulurum.” Sarp’ın “evet” demekten başka seçeneği kalmamıştı.

......

Feryal Hanım akşam yemeğinden önce okumakta olduğu kitabı kütüphaneden almış oturma odasına doğru ilerliyordu ki Yelda’nın sesini duydu. “Erkencisin?” diye seslendi Yelda’ya.

“Berna ile Mehmet bu akşam tiyatroya gidecekler. Ne kadar uzun konuşacağımızı bilemediğim için biraz erken gelmeye karar verdim. Uzun süre kafeyi boş bırakmak istemiyorum. İkimizden birinin mutlaka orada bulunmasına çaba gösteriyoruz.” Feryal Hanım duyduklarından çok memnun olmuştu. Kızı bu iş sayesinde hiç olmadığı kadar olgun davranıyordu. Kim derdi ki bir kafenin işletmeciliğine soyunmak Yelda’yı bu kadar kısa sürede geliştirecek?

“Babanlar daha gelmedi. İşleri uzayacakmış. Toplantıları varmış.”

“Biliyorum, Serkan söylemişti.” Feryal Hanım’ın dikkatinden Serkan’ın haber vermiş olması kaçmamıştı. Eğer annelik içgüdüsü diye bir dürtü gerçekten varsa Feryal Hanım kızıyla bahsi geçen erkek arasında bir ilişki olduğundan emindi. Serkan’ın, Yelda’nın önceki sevgililerine göre çok daha iyi biri olduğuna şüphe yoktu.

“Açsan babanla abini beklemeden yemeğe oturalım. Hem o sırada da konuşuruz. Düğün alışverişinden bahsederiz bu arada.” Yelda akşam yemeği teklifine sıcak bakınca Feryal Hanım akşam yemeğinin servis edilmesini söyledi çalışanlara.

Yelda masaya oturduklarında annesinin konuşmaya başlayacağını düşünmüştü ama Feryal Hanım’dan ses çıkmayınca annesine bekler gözlerle bakmaya başladı. Feryal Hanım kızının kendisine baktığını görünce alışveriş konusunda aklında olanları anlatmaya başladı.

“Gelinlik almaya Ekin’le beraber gidersin.”

“Aman anne, sen söylemesen de gidecektim zaten.”

“Gelinlik alışverişi yaparken başka ne lazımsa alırsınız. Hatta evlendikten sonra giymesi için gündelik kıyafetler de alın. Ne bileyim, gece kıyafetleri, ne lazımsa alın. Ancak mesele sadece alışveriş de değil. Ekin bu ailenin gelini olacaksa ona göre giyinmeli. Gidip de zevksiz kıyafetler almasına izin verme sakın.” Duydukları Yelda’nın canını sıkmaya yetmişti.

“Anne, bazen seni anlamıyorum. Nedir bu takıntın? Bırak istediği gibi giyinsin! Ne zaman vazgeçeceksin insanları kılık kıyafetleriyle yargılamaktan?” Feryal Hanım kaşlarını çattı. Kızının suçlamalarını dinleyecek hali yoktu.

“Bunun, kılık kıyafetlerine göre insanları yargılamakla ilgili olduğunu mu sanıyorsun? Ne kadar anlamak istemesen de bizim bir saygınlığımız var ve bize yakışan şekilde hareket etmeliyiz. Gece kıyafetiyle gidilecek bir kokteyle kot pantolon ve tişörtle gidilmesine göz yummak insanları kılık kıyafetlerine göre yargılamamak değildir. Tanrı biliyor ya kaç defa nasıl giyineceğini bilmeyen görgüsüzlerle muhatap oldum. Benim ailemin o görgüsüzlerden olmasını istemiyorum, tamam mı? Babanın ve benim bu saygınlığı kazanana kadar ne kadar uğraştığımızı biliyor musun? Şimdi abinin eşinin de bizlere uyum sağlamasını istemem yanlış mı? Ekin hem bizim çevreden olmadığı için hem de bu aileye yabancı olduğu için kendisini bekleyen hayatın dayatacağı koşulları bilemeyebilir. Senin onunla alışverişe gitmeni istemem de bu yüzden. Hem sen de gayet iyi biliyorsun ki dış görünüşle birini değerlendirmeyi herkes yapıyor.” Yelda bir şeyler söylemek istedi ama aklına söylenecek söz gelmedi. Ne kadar kabul etmek istemese de annesinin haklı olduğu noktalar vardı.

“Peki anne, ne gerekiyorsa alırız.”

......

Tiyatrodan çıktıklarında ikisi de mutluydular. Oyunda neleri beğenip neleri beğenmediklerini konuşarak arabayı park ettikleri yere doğru ilerlemekteydiler.

“Oyun güzel olmasına güzeldi de biraz fazla kadınlara yönelikti sanki.” dedi Mehmet.

“Ne demek şimdi bu?”

“Kadın-erkek ilişkilerini sorgulamak, nasıl desem, kadınların daha çok yaptığı bir iş. Biz erkekler bu gibi konulara fazla kafa yormuyoruz kadınlar kadar.”

“Belki de kafa yorsanız daha iyi olurdu. Hem oyunu yazanın bir erkek olduğunu da hatırlatayım. Demek ki kadınca olan bu sorgulamayı layıkıyla yapabilen erkekler de varmış.”

“Sence iyi bir sorgulamaydı yani?”

“Bence gayet iyi bir sorgulamaydı. Mistik öğeler barındırıyordu. Düşünsene, birinci perdede Maria ile Daniel’in aşkını kahin öngörüyordu. İkisinin de başka biriyle ilişkisi var ve ikisi de çok mutlu ama kahin bunun sona ereceğini söylüyor. Ayrıca Maria ve Daniel’in duymayacağı ama seyircinin duyacağı başka kehanetlerde de bulunuyor ve biz bunların olduğunu gördük.”

“İkinci perde de kehanetlerin ortaya çıkışını ama kaderleri ortak yazılan iki karakterin nasıl her şeyi mahvettiğini gördük. Biliyorum, ben de oyunu seyrettim. Bence bu tür konuları yazanlar fazlasıyla romantikler. Oyunun sonuna ne demeli? Maria ve Daniel kendi salaklıkları yüzünden, deyim yerindeyse, yıldızlarda yazılı olan ilişkilerini devam ettiremiyor ama kader onları başka bir hayatta bir araya getiriyor...”

“O kısım sadece bir ayrıntıydı bence, Mehmet. Sence de önemli olan Maria ve Daniel’in yaptığı hataların etkilerini görmek değil miydi?”

“Kısacası, yazara göre, küçük şeyleri saklamak yıldızlarda yazılı olan ilişkileri bile bitirebilir.”

“Aynen öyle, mesela bugün nerede olduğunu sorduğumda annenin ilaçlarını dayınlara yollamak için çıktığını gizleseydin bu ileride sorun olurdu. Annenin hastalığını bana ne kadar geç anlattığını düşünürsek pekâlâ bu konuyu da geçiştirebilirdin.” Mehmet, Berna’nın dediklerini duyunca huzursuzlandı. Berna hastaneye uğradığında onu bulamadığından konuşurken nereye gittiğini sormuştu ve Mehmet gerçeği söylemek yerine annesinin ilaçlarını yollamak için çıktığı yalanını uydurmuştu. Aslında kısmen doğruydu söylediği. Sorun olan, bu dediğini hastaneye geri dönerken yapmıştı. Annesinin ilaçlarını göndermek için çıkmamıştı. Berna ise Mehmet’in birden neden suskunlaştığını merak etti ama üzerinde fazla durmadı.

*** ***

Ekin bir alışverişin bu kadar ürkütücü olabileceğini hiç düşünmemişti. Yelda ve Berna düğün alışverişini beraber yapacaklarını söylediklerinde, daha doğrusu buyurduklarında “hayır” diyememişti. Gönül de onlarla gelmişti ama her zaman, her yerde konuşabilen Gönül bile Yelda’yla Berna’nın alışveriş çılgınlığı karşısında diyecek söz bulamamıştı. Sabahtan ilk iş olarak gelinlik işini halletmişlerdi. Kaç farklı gelinlik denediğini hatırlamıyordu bile. En sonunda herkesin hemfikir olduğu bir gelinlikte karar kılınca rahatlayacağını düşünmüştü ama akşam saatlerinin yaklaştığı şu anda ne kadar yanıldığını fark ediyordu. Gönül bile düğünde giyeceği kıyafetini bulmuştu, ki Gönül, Ekin’e göre, alışveriş sırasında bir türlü karar veremeyen biriydi.

Birkaç saat daha alışveriş merkezinde mağazaları dolaştıktan sonra evin yolunu tutmuşlardı ama Ekin bir daha alışveriş sözcüğünü bile duymak istediğinden emin değildi. Dört kadın Yelda’nın arabasına doluştuklarında Ekin ayaklarına gerçekten kara suların indiğine yemin edebilirdi. Gözlerini kapatıp dinlenmeye çalışırken Yelda’nın “Sınav sonuçları hâlâ açıklanmadı mı?” diye sorduğunu duydu. Ekin’in cevap vermesine fırsat vermeden Gönül atıldı.

“Ay, sizin haberiniz yok mu? Ekin pişkolojik şeylik ve bi’ şeylik... ay Ekin neydi kız kazandığın bölümün adı?”

“Psikolojik rehberlik ve danışmanlık...”

“Hah, o dediği bölümü kazandı.”

“İnanmıyorum Ekin! Ne sen ne de abim haber verdiniz.” diye sitemde bulundu Yelda. Berna da Yelda’ya hak verdiğini söyledi. Ekin üzgün bir şekilde ikisine de baktı ve “Kusura bakmayın, düğün hazırlıkları filan derken aklımdan çıkıvermiş. Bunu söylediğime inanamıyorum ama sınavı kazandığımı fark edemedim bile. Evliliğe hazırlanmak insanın aklını başından alabiliyormuş, haberiniz olsun.”

“Eh, düğüne pek bir şey kalmadı. Düğünden sonra rahatlarsın.” diye konuştu Berna.

*** ***

“Bu gülleri nereye koyalım Feryal Hanım?” Gün içinde kaç defa benzer sorularla karşılaştığını sayamıyordu bile. İçinden “hepsi geçecek Feryal” diye geçirdi ve kendisinden cevap bekleyen oğlu yaşlarındaki adama “Her masada bir gül bulunsun. Her birinin aynı tür ince vazoda olmasını istiyorum. Masaların tam ortasında bulunduklarına emin olun.” dedi. Etrafında koşuşturan insanlara baktı ve catering firmasının nerede kaldığını merak etti. O sırada Orhan Bey’in elinde gazetesi oturma odasına doğru yöneldiğini görünce hızlı adımlarla eşini takip etti.

“Orhan! Burada oturup gazete okumayı planlamıyorsun değil mi?” Feryal Hanım’ın ses tonunu duyan Orhan Bey her ne kadar doğru olsa da “planlıyordum” demeye cesaret edemedi.

“Orhan, daha giyinmemişsin bile. Bütün her şeyi ben mi yapacağım?”

“Giyinmek dediğin nedir ki, iki dakikada hazırlanırım.”

“Orhan, Sarp’la Serkan, Ekin’i almaya gittiler bile. Gelmeleri uzun sürmez. Oysa catering firması bile ortalıkta yok.”

“Arayayım onları istersen...” Feryal Hanım derin bir nefes aldı ve eşinin gözlerinin içine bakarak “Sen derhal giyin, ben Yelda’ya aratırım onları” dedi.

......

Sarp ile Serkan evin önünde beklemekteydi. Sarp’ın heyecanı her halinden belli oluyordu. Serkan en yakın dostunu sakinleştirmeye çalışsa da pek başarılı olamıyordu.

“Serkan, nerede kaldı bunlar yahu?”

“Abicim, çıkarlar birazdan, merak etme.”

......

Evin içinde ise tamamen farklı bir hava vardı. Serbestler iki zıt duyguyu aynı anda yaşıyorlardı. Hem hüzün hem de mutluluk tüm evi sarmıştı. İsmet Bey bir mutluluğun bu kadar hüzün vereceğini hiç bilmiyordu. Galiba böyle bir çelişkinin çelişki olmaması için kız babası olmak şarttı. Elinde kırmızı kurdele ile kızının yanına yaklaştı.

“Kızım, bu güne kadar seninle hep gurur duydum. Bir gün bu anın geleceğini biliyordum ama ne kadar bilsem de kendimi hazırlayamamışım. Evlendiğini göreceğim için çok mutluyum ama biricik kızım yuvadan uçuyor diye de içim hüzünle dolu. Bu kırmızı kurdele ile seni tertemiz olarak eşine veriyorum. Bizi hiç utandırmadın, kocanı da utandırma, canım kızım.” İsmet Bey biraz da elleri titreyerek kurdeleyi Ekin’in beline bağladı. Baba-kız karşılıklı olarak bir süre bakıştılar ve sonra ikisi de sıkı sıkıya sarıldı. Daha sonra ev ahalisi teker teker Ekin’le vedalaştı. Gülser Hanım ile Gönül, Ekin’in gelinliğini düzelttikten sonra herkes kapıya yöneldi.

......

Serkan hâlâ Sarp’ı sakinleştirmeye çalışıyordu. Ne kadar çalışsa da başarılı olamıyordu. Serkan tam farklı bir şekilde Sarp’ı sakinleştirmeyi deneyecekti ki Ekin’in kapıdan çıktığını gördü. Dili tutulan Serkan’ın bakışlarının arkasında bir noktaya takıldığını gören Sarp başını çevirdiğinde Serkan’ın dilinin neden tutulduğunu anladı.

Ekin’in güzel olduğunu biliyordu ama bu bambaşka bir şeydi. Karşısında gerçekten çok güzel bir gelin vardı. Ekin’in ince askılı gelinliğinin üst kısmında küçük taşlardan işlemeler vardı ve ışık belirli bir açıdan vurduğunda taşlar göze hoş gelen bir şekilde parlıyordu. Gelinliğinin etek kısmı ise Avrupa aristokratlarının balolarında giyilen balo kıyafetlerindeki gibi ihtişamıyla göz kamaştırıyordu. Yelda o uzun alışveriş sırasında bu gelinlikle gidecek inci küpeleri bulmakta gecikmemişti ama Sarp’ın Ekin’e takması için gözüne kestirdiği inci kolyeyi sonradan gelip almak için ayırttığından Ekin’in haberi olmamıştı. Sarp o an daha iyi anladı neden Yelda’nın o inci kolyede ısrarcı olduğunu. O kolyenin Ekin’in boynunu süsleyeceğini düşününce kardeşine teşekkür etmesi gerektiğini anladı. Ekin, damat ile sağdıca yaklaşırken sağdıç damadın “çok güzel” diye tekrar tekrar mırıldandığını duydu.

......

Berna, davetlilerin bir kısmının Sarp’la ortak geçmişlerinden haberdar olacağını biliyordu ama ne kadar hazırlıklı olsa da o bakışları üzerinde hissedince Mehmet’in eline sıkı sıkıya sarıldı. Mehmet de sanki Berna’nın sıkıntısını anlamış gibi elini sıkıp destek veren gözlerle kendisine baktı. Uzakta Feyzo Baba’yı Yelda ile konuşurken görünce Mehmet’i onun yanına sürükledi. Tanıdık biriyle aynı masada olmak çok daha iyi olacaktı.

Yelda, Berna ile Mehmet’in geldiğini görünce Feyzo Baba’nın yalnız kalmayacağını düşünüp gelinle damadın ne durumda olduğuna bakmaya gitti. O sırada Orhan Bey ve Feryal Hanım ile İsmet Bey ve Gülser Hanım onların olduğu masaya gelip ayaküstü muhabbet ettiler.

Sarp odadan çıkmadan önce kolyeyi koyduğu yerden çıkardı ve Ekin’in boynuna taktı. Ekin aynadaki görüntüsüne baktığında kendini prensesler gibi hissetti. Bir peri gelmişti ve bu masalın prensesi olması için tılsımlı asasıyla Ekin’e dokunmuştu ve beyaz atlı prensi de yanında bitivermişti. Sarp, Ekin’in elini tutup “Hazır mısın?” diye sordu. Üzerinden heyecanını atamayan Ekin “Hayır” diye cevap verdi.

“Güzel, o zaman çıkabiliriz.”

Yelda ile Serkan el ele tutuşarak merdivenlerden inen gelinle damadı görünce birbirlerine baktılar. İkisi de aynı şeyin özlemini duyduklarını biliyorlardı. Yelda Ekin’e doğru dönüp “Çok güzel olmuşsun, Ekin” dedi. Ekin de gülümseyerek “Darısı sizin başınıza” diye yanıt verdi.

.......

Ekin, Sarp’ın kolunda görününce davetliler arasında fısıltılar yükseldi. Herkes gelinin ne kadar güzel olduğunu fısıldıyordu yanındakine. Gülser Hanım ise Gönül’e Ekin’in gelinliğinin iç kısmına nazar boncuğu dikmekle ne kadar akıllıca bir iş yaptıklarını fısıldıyordu. Bu kadar güzel bir geline o nazar boncuğu olmasa kesin nazar değerdi. Gönül de kaynanasına hak verdiğini söyledi.

Evetleri söyleme vakti geldiğinde ne Ekin ne de Sarp ne durumda olduklarından haberdardı. İkisi de sürreal bir dünyada gibiydiler. Alkışları duyduklarında doğru cevapları verdiklerini düşündüler.

Gelin ile damat ilk dansı yaptıklarında ilk defa ayakları yere basmaya başladı ikisinin de. Sarp, Ekin’e sıkı sıkıya sarıldığında artık onu bırakamayacağını gayet iyi biliyordu. Ekin sevdiği adamın gözlerine baktığında kendi mutluluğunun yansımasını gördü. Onların dansından sonra davetliler de yavaş yavaş eğlencenin içine dahil oldular. Daha sonra Sarp mikrofonu eline aldı ve bir duyuru yapacağını açıkladı.

“Sevgili konuklar, yaklaşık bir senede hayatım çok değişti. Geçen yaz burada bir hatadan dönmüştüm ama az daha çok yakın bir dostumu tamamen kaybediyordum. Şükürler olsun ki o dostum hâlâ hayatımda. Bu sebepten sanırım gönül rahatlığıyla iyi ki geçen yaz o olayı yaşamışım diyorum çünkü bu sayede sevgili karımla tanışmış oldum. Sadece bu da değil. Bu süreç içinde daha olgun biri olup çıktım. Gerçi bu dönem içinde de başka hatalar yaptım ama sonunda her olay tatlıya bağlandı. Bir konu var ki hâlâ düzeltmek için yapabileceğim bir şey var diye düşünüyorum. Kız kardeşim Yelda ile yakın dostum Serkan arasındaki ilişkiyi öğrenince düşüncesizce davrandım ve ikisinin de kalbini kırdım. Hatamı anlayıp özür dileyince ikisi de beni affetti ama ben yine de bir şey daha yaparak kendimi iyice affettirmek istedim. Yelda, senden habersiz bir iş yaptık. Şu an idaresinden sorumlu olduğun o kafe-barın aslında Berna’dan sonraki diğer sahibinin sen olduğunu sana söylemek istiyorum. bunu abinden daha olgun biri olmayı başardığın için bir teşekkür olarak kabul et, lütfen.”

Yelda şaşkınlıktan küçük dilini yutuyordu. O şaşkınlıkla Sarp’ın henüz ailesine açıklamadıkları ilişkisini açıkladığını bile fark etmedi. Orhan Bey şaşkın bir şekilde bir Feryal Hanım’a, bir Sarp’a, bir Yelda’ya bakıyordu. Gördüğü kadarıyla herkes olanın farkındaydı. Eşinin kulağına eğilip “Ne zamandan beri Serkan’la Yelda’nın ilişkisini biliyordun?” diye sordu.

“Ben de şimdi öğrendim ama uzun bir süredir aralarında bir şey olduğunu seziyordum. Sonunda geceleri uykusuz kalmama sebep olmayacak bir ilişkisi oldu.” Orhan Bey bir süre eşinin dediklerini aklında tarttı ve Feryal Hanım’ın haklı olduğunu gördü.

Gecenin ilerleyen saatlerinde biraz da Kurti’nin marifetiyle, oyun havalarına geçildi. Aslında işin bu noktaya geleceğini Kurtuluş’un takı işini organize etmesi sırasında anlamaları gerekirdi. Oyun havalarının bir yararı olmuştu. Davetliler için halay çekilmesi düğünün sona erdiğini gösteren bir işaret olmuştu. Ekin ile Sarp el ele gelin arabasına doğru yürürken Mehmet ile Berna da dışarı çıkıyorlardı. Kapının önüne çıktıklarında Mehmet gördüğü karşısında olduğu yere çakıldı kaldı. Berna bir Mehmet’e bir de önlerindeki kadına baktı ve ne olduğunu anlamaya çalıştı. Kadın elini uzatıp “Merhaba, ben Nilgün.” dedi. Berna bu ismi nereden hatırladığını bulmaya çalıştı ama bir türlü bulamadı. Nilgün “Ben Mehmet’in bir arkadaşıyım. Aslında arkadaştan fazlası var diyebilirim ama neyse... Kendisine teşekkür etmem lazımdı ama nedense telefonlarıma cevap vermiyor. Neyse ki bu düğünün davetiyesi kendine verildiği sırada yanındaydım da bu akşam burada olacağını biliyordum.” dedi. Berna o an Nilgün ismini nereden hatırladığını buldu.

“Mehmet gibi iyi birini bulmak çok zor bu günlerde. İnanabiliyor musun, çalıştığı hastanenin başhekimi olan abim ile arası çok kötüdür ama buna rağmen bana yardım etmekten kaçınmıyor. Geçenlerde kumar borcumu ödemek için kaç para verdiğini tahmin edemezsin. Gerçi senin haberin vardır...” diye devam etti Nilgün. Mehmet ölümcül bakışlar atıyordu Nilgün’e ama onun umurunda bile değildi bu durum. Berna ise gözlerinde donuk ama katı bir bakışla önce Mehmet’e sonra Nilgün’e baktı ve “Haklısın, haberim vardı ama bir teşekkür için bu kadar uğraşmana gerek yoktu. Mehmet’in bunları teşekkür için yapmadığını biliyorsundur.” diye konuştu monoton bir ses tonuyla. Nilgün beklediği tepkiyi almamıştı. Ne Mehmet onu susturmaya çalışmıştı ne de hiçbir şeyden haberi olmadığına emin olduğu Berna olay çıkarmıştı.

Nilgün gittikten sonra Mehmet’e baktı Berna. İkisinin de yüzünde ciddi bir ifade vardı. “Neden” diye sordu Berna. “Neden?...”

“Sandığın gibi değil... Onunla aramda...”

“...bir şey yok, değil mi?” diye tamamladı Berna. “Bunun, ‘bir şey’ olup olmamasıyla mı alakası olduğunu sanıyorsun? Lütfen Mehmet... O kadın kadar aptal değilim. Her şeyi yap ama beni aptal yerine koyma. Buraya geldiğinde amacının ne olduğunu anlamak hiç de zor olmadı. Eğer amacı sadece teşekkür etmek olsaydı bunu başka zaman, başka yerde yapabilirdi. Amacı senden şüphelenmemi sağlamaktı. ‘arkadaştan fazlası’ diyerek başka şeylerin de olduğunu ima edince eline ne geçecek sandı, inan bilmiyorum. Ona geri döneceğini düşünmemiştir herhalde.”

“Berna...” diyerek araya girmek istedi Mehmet ama Berna onu susturdu.

“Niye Mehmet? Niye?...”

“Söyledim ya Berna... Onunla aramda bir şey yok...” O an Berna için bardak taştı ve daha fazla kendine hakim olamadı.

“Bunun hâlâ onunla aranda bir şeylerin olduğuyla alakalı mı olduğunu sanıyorsun? Anlamıyorsun, değil mi? Benden önce onunla ne yaşadığın beni hiç ilgilendirmiyor. Bunu benden gizlemiş olman, öte yandan, fazlasıyla ilgilendiriyor. Şu an geldiğimiz düğün eski nişanlımın düğünü! Sence ben eski sevgililerin olduğunu anlayamayacak biri miyim?” Mehmet bir adım atıp Berna’ya sarılmak istedi ama Berna Mehmet’i iterek tepki verdi.

“Aklının ucundan bile geçirme! Tiyatroya gittiğimiz gün bana yalan söyledin, değil mi?” Mehmet’in sükut etmesi Berna’nın aradığı son cevap olmuştu. “Sana kaç defa doğrudan veya dolaylı, paylaşmanın benim için ne kadar önemli olduğunu söyledim. O gece kapıma gelip beklediğinde de bunu söylemiştim. Bu mu senin paylaşma anlayışın? Artık bitti, Mehmet. Sarp’tan sonra hiçbir erkeği değiştirmeye çalışmamaya karar vermiştim. Benim için nelerin önemli olduğunu bildiğin halde bunu umursamadın. Bu sebepten, Mehmet, sen ve ben diye bir şey kalmadı. Bitti, anlıyor musun?” Mehmet arkasını dönüp giden Berna’nın arkasından bakakaldı. Bir elin omzuna dokunmasıyla irkildi. Dönüp baktığında Feyzo Baba’nın kendisine üzgün gözlerle baktığını gördü. Belliydi ki tüm konuşmaya kulak misafiri olmuştu. Mehmet üzgün gözlerle tekrar Berna’nın gittiği yöne baktı. Köşe başında bir taksi çevirmeye çalışan Berna her zamankinden daha güçlü görünüyordu ve Mehmet ilk defa o gece Berna’ya gerçekten aşık olduğunu anladı ama ironik olan aşık olduğunu anladığı gece Berna’yı kaybettiği gece olmuştu.

......

Sarp arabayı sürerken dikkatini yolda tutmakta zorlanıyordu. Gözü sürekli yanı başında oturan sevgili karısına kayıyordu. Köşe başından caddeye çıktıklarında gördüğü Berna’nın yüzünün, allak bullak olduğunu düşündü bir an. Geri dönüp Mehmet’in yakınlarda olup olmadığını anlamaya çalıştı ama hiçbir şey göremeden Berna gözden kayboldu.

İstanbul’da ön balayı fikriyle Serkan’ın organizasyonu olan balayı odası, içeri girdiklerinde Sarp’ı etkilemişti. Serkan’dan bu kadarını beklememişti. Ekin de şaşkın şekilde odaya bakıyordu. Her taraf gül yapraklarıyla kaplıydı, şampanya şişesi ve iki kadeh de uygun şekilde odaya bırakılmıştı. Sarp yaka düğmesini gevşetirken aklından Berna’nın yüz ifadesi geçti. Sarp’ın aklını bir şeylerin meşgul ettiğini Ekin’in fark etmesi uzun sürmedi. Başta ne olduğunu anlatmak istemeyen Sarp sonunda ağzındaki baklayı çıkardı. Duyduklarından sonra Ekin de meraklanmıştı.

“Sarp, istersen Serkan’a sor. O da bizimle gelmişti otele.”

......

Sarp, Ekin’in de önerisiyle Sekan’ı bulmak için odadan dışarı çıktı. Lobiye indiğinde Serkan’ı ortalıkta göremeyince telefon etmenin daha akılcı olacağına karar verdi. Arabasında bıraktığını hatırladığı cep telefonunu almak için otel çalışanlarından birini arabaya yolladığında Serkan’ın yeni telefon numarasını ezberlemediği için kendine kızdı. Belboy elinde telefonla geldiğinde Berna’yı aradı önce ama telefonu kapalıydı. Mehmet’in telefonu ise meşgul çıkıyordu. Serkan’ı aradığında ise dişe dokunur bir cevap alamadı.

......

Sarp odadan çıkınca yalnız kalan Ekin ne kadar heyecanlı olduğunu fark etti. Bu geceye hazırlıklı olduğunu sanıyordu ama kalbi deli gibi çarpıyordu. Duvağını çıkarırken gözü odadaki şampanya şişesine takıldı. Heyecanını yatıştırmak için kendine bir kadeh doldurdu ve bir dikişte bitirdi. İkinci kadehi de aynı şekilde bitirince hafiften başı dönmeye başlamıştı. Başının dönmesi geçsin diye öylece yatağa uzandı. Sarp’ın gelmesini öyle beklemek en iyisi olacaktı.

......

Sarp odaya girdiğinde içerisi oldukça loştu ve yatağa uzanmış Ekin’i görünce kalp atışları duruyor sandı. Hayatında daha güzel bir manzara görmediğinden emindi. O an Ekin’le tanıştıklarından beri ona kaç defa aşık olduğunu düşündü. Sessizce ceketini çıkardı. Ekin’in yanına yaklaştı ve eğilip yanağından öptü. Ekin hafifçe kıpırdandı. Sarp kendine hakim olamadı ve bu defa Ekin’in dudağına bir öpücük kondurdu. Ekin bir anda olduğu yerde sıçradı ve gözleri fal taşı gibi açılmış bir şekilde yatakta doğruldu. Nerede olduğu ve neden bulunduğu yavaş yavaş aklına gelince sakinleşti.

İki sevgili göz göze geldiğinde ikisi de diğer herkesi ve her şeyi unutmuştu. Ekin, Sarp’ın tutku dolu bakışlarını hissettikçe kalp atışları hızlanıyordu. Sarp’ın kendisini gözleriyle soyduğunu fark edebiliyordu. Sonunda bekleyiş sona ermişti. Kimin ilk hamleyi yaptığını bilmiyordu Ekin. Belki ikisi de aynı anda dudaklarını birbirine değdirmişti.

Öpüşmeye başladıklarında Ekin hâlâ yatağın üzerinde doğrulmuş haldeydi ama bir süre sonra Ekin kendini yatağa uzanmış şekilde buldu. Sarp’ın vücudunu üzerinde hissediyordu. Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordu ama bir süre sonra artık korkmadığını fark etti. Aksine devam etmek istiyordu. Önceden yaptıkları gibi sadece öpüşerek işi bitirmek istemiyordu.

Sarp nefes almak için ara verdiğinde Ekin’in gözlerinin içine baktı. Kelimelere gerek kalmadan sevdiği kadının gözlerinden hazır olduğunu anladı. Elleri yavaşça gelinliğin askılarına kaydı. Gelinliğin askıları Ekin’in omzundan düşünce Sarp’ın elleri elbiseyi çıkarmak için gelinliğin arkasındaki fermuara gitti. Yavaşça fermuarı açtığında Ekin’in teni daha da heyecan vermeye başlamıştı. Elleri rüyalarını süsleyen kadının sırtında dolaşırken yavaşça gelinliği de çıkarıyordu.

Ekin de Sarp’ın gömleğinin düğmelerini açmaya başlamıştı. İki eliyle gömleğin önünü açtığında Sarp’ın geniş göğsünün üzerinde elini gezdirdi. Sarp ayağa kalkıp gömleğini çıkardığında Ekin gözlerini ondan ayırmadan üzerindeki gelinliği çıkarmaya başladı. O, gelinlikten kurtulduğunda Sarp sadece boxer ile kalmıştı bile. İkisi tekrar bir araya geldiklerinde bu defa arada çok daha az engel vardı. Dudakları tekrar birleştiğinde ikisi de nefes nefeseydi. Sarp aradaki son engelleri de ortadan kaldırmak için Ekin’i öperken kalan iki parça eşyayı yavaşça çıkardı. Ekin de Sarp’ın üzerindeki son parça eşyayı çıkarınca iki sevgilinin arasındaki tüm engeller kalkmıştı. İkisi de bu an için çok beklemişti ve ikisi de bu kadar çok beklemiş olmanın acısını bu gece çıkarmaya kararlıydılar.

0 yorum:

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro