18 Şubat 2007 Pazar

İkinci Perde - Sekizinci Bölüm

Bölüm 8: Sermo (1)

“Ekin’in halini hiç iyi görmüyorum.”

Mehmet Boston’a götüreceği giysileri seçerken Berna’nın son günlerde sıklıkla kurduğu cümleyi yine kurduğunu duydu. Berna’nın anlattıklarından çıkardığı kadarıyla mükemmel çift -isteyen ideal çift de diyebilir- sorunlar yaşıyordu. Berna’dan neler olduğunu duyduğu zaman verdiği tepki yüzünden karısının ne kadar kızdığını hatırladı. Oysa, alt tarafı, her zaman olduğu gibi olanı abarttıklarını söylemişti. Bazen kuru gerçeği olduğu gibi söylemek duyan kişiye iyi gelmiyordu. Gerçeği duyan Berna bile olsa…

“Dün de iyi görmüyordun.” diye cevap verdi Mehmet çoraplarının olduğu çekmeceden lacivert takımıyla giymeyi planladığı bir çift çoraba uzanırken. Berna kulağına gelen ses tonunu beğenmemiş olacak ki ters bir bakış attı kocasına ama Mehmet’in fark ettiği yoktu. Kravatları arasından uygun olanları seçmeye çalışıyordu o sırada.

Derin bir nefes aldı Berna. Aklındakini Mehmet’e söyleyecekse ortamı germemesi gerektiğini bilecek kadar tecrübeliydi. Mehmet’in ters damarına rastladığı zaman işinin imkânsıza yakın olduğunu daha ilişkilerinin başlarında anlamıştı. Bunu aklından hiç çıkarmadan kravat seçmekte normalden daha fazla zorlanan Mehmet’in yanına iki adımda vardı ve Mehmet’in elindeki desteden iki kravatı seçip diğer eline tutuşturdu.

Mehmet karısıyla göz göze geldiğinde tek kaşını kaldırarak şüphe dolu bir şekilde Berna’ya baktı. Berna’nın bir isteği olacağını kravatları uzatma şeklinden anlamıştı ve daha da önemlisi karısının söyleyeceklerini kolay kabul edemeyeceğini de sezmişti.

“Evet?” diye sorduğunda Berna “Evet, ne?” diyerek karşılık verdi.

“Bu kadar etrafında dans ettiğine göre söylemek istediğin şey önemli olsa gerek. Yine bulmak için saatlerce uğraşacağım bir eşya mı buldun? Bir de dünyanın globalleştiğini söylerler. Belli ki yeteri kadar globalleşmemiş, istediğini İstanbul’da bulamadığına göre.”

“O bir kerelik bir şeydi Mehmet ve o atölyenin cam ürünleri oldukça popülerdi. Evimiz için iyi bir süs eşyası olacağını düşünmüştüm. Ayrıca her seferinde başıma kakmak zorunda da değilsin.” diye söylendi Berna. Mehmet gülümsemekten alamadı kendini. “Peki, öyleyse, nedir istediğin?”

“Sen şimdi Amerika’ya gidiyorsun ya...”

“Evet, Boston’a, daha belirgin olmak gerekirse...

“Hah, ben de onu diyecektim işte. Amerika’ya gittiğin zaman sadece Boston’da kalmak yerine başka bir şehrine de gitsen...”

“İstediğin süs eşyası başka şehirde yani...” diye sataştı Mehmet. Tam da beklediği gibi karısının sert bakışlarıyla karşılaştı. Şakayı daha fazla uzatıp bir şeyler anlatmaya çalışan kadını iyice çileden çıkartmamak için sessizce onu dinlemeye başladı.

“Ya Mehmet, sen hazır Amerika’dayken Sarp’la gidip konuşsan... Ekin gerçekten kötü durumda. Ona geri gelmesini söylesen. Hiç olmazsa karısıyla konuşsa… Sarp’la yüz yüze konuşursan eminim daha ikna edici olur.”

“Olmaz!”

“Ya hemen olmaz diye kestirip atma...”

“Berna, uçağımı kaçırmamam için çıkmam lazım, o yüzden uzatmadan konuya gireceğim. Bu ikisinin büyümeyi öğrenmesi şart! Hatırlarsan yine buna benzer saçma bir sebepten ayrılmaya kalkışmışlardı. Her defasında ne yapmaları gerektiğini söyleyerek ikisinin arasını biz mi düzelteceğiz? Sarp ile Ekin’in kendisi çözmeli bu sorunu. Eğer evlilikleri çatırdıyorsa bunun sebebi Ekin’in başına gelen değil. Bence sen sadece Ekin’in kendini haddinden fazla harap etmesini engellemeye çalış, gerisini ikisi çözecektir. Biz destek olalım onlara ama sakın benden Sarp’ı geri dönmesi için ikna etmemi isteme. Bunu senin için bile yapamam. Üzgünüm…” Mehmet söylediklerinin nasıl etki bıraktığını anlamak için karısının yüz hatlarından ne düşündüğünü anlamaya çalıştı. Berna kocasına hak veriyordu ama yine de mutlu değildi Mehmet’in cevabından.

Son birkaç parça eşyayı da valizine koyan Mehmet bir gece önceden hazırladığı gerekli olacak evrakların bulunduğu çantasını da aldı ve çıkmaya hazırlandı. Berna olduğu yerde duruyordu. Mehmet evden çıkmadan önce karısının dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu ve “Bana sen de hak vereceksin, eminim. İstersen daha sonra da konuşuruz bu konuyu. Şimdi benim çıkmam gerek. Bir hafta sonra görüşmek üzere canım.” dedi. Berna gözleri boşluğa takılmış bir şekilde başını sallamakla yetindi. Mehmet’in söylediklerini kafasında işlemekle meşguldü. Kendine geldiğinde kocasının çıkmış olduğunu ve kendisinin ona doğru düzgün bir hoşça kal bile demediğini fark etti. Buna daha da canı sıkıldı.

……

Berna kafeden içeri fırtına gibi girdi. Hâlâ canı sıkkındı Mehmet’le konuşmasının istediği gibi gitmemesine. Oysa kafasında planladığı gibi olsaydı her şey yoluna girecekti. Mehmet’in inadı tutunca tüm planları altüst olmuştu. Yelda’nın seslenmesi olmasa onu ve Serkan’ı görmeden geçip gidecekti. İkisinin yanına oturup çene çalacak gücü kendinde bulamayınca sadece selam verip ofisine gitti.

Odasında ne kadar vakit geçirdiğini bilmiyordu. İçi rahat etmediği için Mehmet’e olan kızgınlığından bir şey kaybetmeden çantasını aldı ve kapıya doğru yöneldi. Dışarı çıkmasına fırsat kalmadan Yelda’nın kendisine seslendiğini duydu. Yanlarına tekrardan gitmekten başka çaresi kalmamıştı.

“Neyin var Berna? Aklında bir şeyler var gibi görünüyor…” Berna derin bir nefes aldı sıkıntıyla. Canını sıkan onca ayrıntıyı bir anda boca etmek istemediği için sadece “Mehmet’e canım sıkıldı biraz.” demekle yetindi. Serkan, “Ne yaptı da canını bu kadar sıktı?” diye sordu. Şaka amaçlı bu soruyu Berna hiç de o şekilde algılamadı. Berna’nın aklına ilk gelen Serkan’ın da karısından bir şeyler gizlediği oldu. Mehmet her ne kadar kabul etmemiş olsa da Serkan’ın sağlığıyla alakalı bir konuyu Yelda’dan sakladığına emindi. Kızgınlıkla “Sen önce karına geçenlerde Mehmet’in hastanesinde ne yaptığını anlat.” diye sert bir cevap verdi. Serkan’ın yüzü bembeyaz kesilmişti ama Berna bunu görmedi bile. O çoktan dışarı çıkmak için kapıya yönelmişti bile.

Yelda’nın yüzüne ürkek gözlerle baktığında görmekten korktuğu yüz ifadesini gördü Serkan. “Evet? Seni dinliyorum Serkan!..” diyerek Serkan’ın gözlerinin içine baktı Yelda. O sırada sağ ayağının topuğunu hızlıdan kaldırıp indiriyordu, parmak uçlarından dayanak alarak. Bakışları her an alev alacak gibiydi ve bu Serkan’ın iyice gerilmesine sebep oluyordu.

“Sadece Mehmet’i ziyarete gitmiştim.” diyerek durumu savuşturmaya kalkıştı ama Yelda etkilenmiş gibi durmuyordu. Sözcüklerin üzerine basa basa “Sen Mehmet’i hastanede ziyaret etmezsin! Şimdi bana gerçekten orada ne işin olduğunu söyle!” dedi. Serkan kaçış yolu arıyordu ama aklına hiçbir şey gelmiyordu.

Birazdan söyleyeceklerinin yol açacağı gerilimi düşündükçe içindeki korku dolu heyecan daha da büyüyordu. Bu işe kalkıştığı zaman yaptığını Yelda’dan sonsuza kadar saklayamayacağını biliyordu. Belki bilincinde o kadar belirgin değildi bu ama aklının derinliklerinde saklamayacağı gerçeği hep vardı. Belki de bu sebepten daha fazla saklamak için çaba sarf etmedi. Ya da bu sır ile yaşamak istemediğini söylüyordu bilinçaltı. Yine de anlatmanın kendisi kolay değildi.

“Ben bir işe kalkıştım senden gizli.” diyerek söze başladı Serkan. Yelda kocasının ses tonundan ve yüzündeki ciddi ifadeden işin vahametinin ne derece büyük olduğunu hissediyordu ve duyacaklarının ne olduğunu bilmeden duyacaklarından korkuyordu. Sözler Serkan’ın ağzından teker teker dökülmeye başladığında Yelda’nın kalp atışları daha da hızlanmaktaydı. “…ve Berna’nın bahsettiği gün operasyon için hastaneye gitmiştim.” sözünü duyduğu anda tüm anlatılanları sindirmeye çalışıyordu. İlk anda nasıl bir tepki vereceğini bilemedi. Başta kocasının bu kadar büyük bir işi onun için göze alması hoşuna gitti ama hemen ardından da hayal kırıklığı geldi. Kocası bencilce bir işe kalkışmıştı ve bunu sevgiyle sıvamaya kalkışıyordu. İki kişilik olan kararı tek başına almıştı ve bu yaptığını haklı çıkarmak için karısını ne kadar çok sevdiğini söylüyordu.

Serkan anlattıklarını bitirince tedirgin şekilde Yelda’nın yüz hatlarını okumaya çalıştı. Yelda’nın duyduklarını hazmetmeye çalıştığını görebiliyordu. Karısı, ona anlattıklarını tartıyordu ve bir hâkimin kararını açıklaması gibi birazdan Serkan’a hükmünün ne olduğunu söyleyecekti.

“Söyleyeceklerin bu kadarsa artık gitsen iyi olur.” Serkan’ın aklına olası onca olumsuz tepki gelmişti ama içlerinde bu yoktu. Yelda’nın kızmasını bekliyordu. İstiyordu… Hayal kırıklığı, kırgınlık; kızmasından çok daha ağır gelmişti Serkan’a. Hayatında önemli yeri olanların yüzünde onları hayal kırıklığına uğrattığını çok görmüştü. Hepsinde de kendini kötü hissetmişti ama bu o zamanların hepsinin toplamından daha kötüydü. Bir şeyler söylemek istedi ama konuşmak için açılan ağzından tek bir söz bile dökülmedi. Yutkundu boğazındaki düğümden kurtulmak için ama pek faydasını görmedi. Ayağa kalkarken titreyen elini oturduğu sandalyenin arkasına götürdü dayanak almak için. Haftalar öncesinde doğru bulduğu kararlar şimdi o kadar yanlış görünüyordu ki aptallığına söyleniyordu için için. Yelda’nın yüzüne bile bakmadığını görünce boğazındaki düğüm daha da büyüdü. Sessizce oradan uzaklaştığında bu defa geri dönüşü olmayan bir hata yapıp yapmadığını düşünüyordu.

……

Ekin kimin geldiğine bakmadığı halde kapıyı açınca karşısında Berna’yı gördüğüne şaşırmadı. Onun gelmesini bekliyordu galiba. Belki de beklediği kadar umuyordu da. Berna arkadaşına kaygı dolu gözlerle bakarken Ekin içeri girmesini işaret etti. Karşılıklı oturduklarında Ekin Berna’ya bir şey isteyip istemediğini sordu ve sesi bitkin, umutsuz çıkıyordu. Berna ilk önce hiçbir şey istemediğini söyleyecekti ama Ekin ile konuşurken ikisinin de önünde içecek bir şeylerin olmasının faydalı olacağına karar verdi.

“İçerim ama beraber hazırlarsak. Kalk hadi, mutfağa geçelim. Çaylarımızı da mutfaktaki masanın başında içeriz.”

Berna, Ekin’in çayı hazırlamasını beklemek yerine ona yardım etmeye karar verdi mutfaktan içeri girer girmez. Sağa sola dikkat ettiğinde her tarafın pırıl pırıl olduğu gözünden kaçmadı. Oturma odası da oldukça derli topluydu. Ekin evini düzenli tutmayı severdi ama bu kadar temiz olması Ekin için bile fazlaydı. Eve haftada iki –bazen üç- gün gelen temizlikçi kadının dün uğramadığını biliyordu. Bugün gelecek olsa henüz işini bitirmemiş olacağını biliyordu. Demek ki tüm temizliği Ekin tek başına yapmıştı. Arkadaşının rahatlamak için çaba harcamaya başladığını anlayınca kaygısı azıcık da olsa azaldı.

“Ekincim, limonun var mıydı, canım?” diye sorduğunda çaydanlığa koyacağı çayı ölçmeye çalışan Ekin soran gözlerle Berna’ya baktı. “Çayı demlerken bir-iki dilim koyalım, nasıl olsa ikimiz de limonlu çayı seviyoruz.” diye açıkladı Berna. Ekin kısa bir süre düşündükten sonra “Buzdolabında olması lazım.” diye cevap verdi.

Berna buzdolabının içinin de parlarcasına temiz olduğunu görünce temizlik krizinin boyutunun sandığında büyük olduğunu anladı. Ekin’in gözlerinin etrafındaki hafifçe belirmiş olan halkalardan gece ya çok az uyuduğunu ya da hiç uyumadığını tahmin edebiliyordu Berna. Dolabın içinde olanlara baktığında Ekin’in uzun süredir market alışverişi yapmadığını anlaması zor olmadı. Kalan son limonu eline alıp mutfak lavabosunda iyice yıkamaya başladığında söze nasıl başlayacağını düşünmekteydi. Dalgın gözlerle yıkamakta olduğu limona bakarken Ekin’in çıkardığı seslerden çayı demlemek için su ısıttığını anlayabiliyordu.

Limonun yeteri kadar yıkandığını düşünen Berna kâğıt havluya uzanıp bir parça koparıp limonu kurulamaya girişti. Kesme tahtasının üzerinde limonu ince halkalar halinde keserken söylemek istedikleri de kafasında oluşmaya başlamıştı. Bu da dudaklarına belli belirsiz bir gülümsemenin yerleşmesine sebep oldu.

Çayın demlenmesini beklerken mutfak masasının iki ucunda karşılıklı oturduklarında Ekin önündeki bardağın içinde duran çay kaşığıyla oynuyordu. Berna söze bir yerden başlaması gerektiğini düşünerek “Ekincim, nasılsın?” diye sordu. Ekin, arkadaşının gözlerine baktı ama göz temasını uzun süre tutamayınca gözlerini kaçırdı hemen ve çay kaşığıyla oynamaya devam ederken “İyiyim.” dedi. Ekin söylediğine inanmadığını biliyordu. Daha da önemlisi Berna’nın da inanmadığının farkındaydı.

“İyi olduğunu söylesen de olmadığın her halinden belli.” diye karşılık veren Berna “Gece hiç uyudun mu?” diye sordu. Ekin uyumadığını anlatmak için başını iki yana sallarken bir önceki gece de pek uyumadığını hatırladı. Başlarda yataktan çıkmıyordu ve sürekli uyumak istiyordu ama son birkaç gündür uykusuzluk çekmeye başlamıştı.

“Ekin, olanları ne senin ailen ne de Sarp’ın ailesi biliyor, değil mi? Bu konuyu konuşmaktan kaçınıyorsun ve neden kaçındığını anlıyorum. İnan bana, gerçekten anlıyorum. Anlamadığım neden kendini bu kadar harap ettiğin?”

Ekin içinde tutmaya çalıştığı gözyaşlarını bastırmaya çalışırken kızarmış gözlerini Berna’ya çevirdiğinde konuşmakta zorlandı. Arkadaşının sorusuna verecek cevabı olmadığından değil de bu konuyu konuşmak ona çok zor geldiği için. Bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu. Hiçbir şey söylemezse Berna’nın cevap alana kadar sormaya devam edeceğini çok iyi biliyordu.

“Nasıl harap etmeyeyim, Berna? Tüm bu olanlar benim suçum. İğrenç herifin tekini arkadaşım sandım. Olmadığını görmem gerekirken göremedim. Sarp’ın beni terk etmesine sebep oldum ki onu suçlayamam bu konuda.” Ekin yanağından süzülen yaş damlasını hissettiğinde ağlamakta olduğunu fark etti. Berna’nın daha fazla üstüne gelmemesini diledi içinden ama umudu pek yoktu.

“Bu söylediklerine gerçekten inanmadığını söyle, Ekin. İnanıyor olamazsın buna.”

“Gerçek bu, Berna!”

Ekin’e yanıldığını haykırmak istedi Berna ama son anda kendini frenledi. Belki daha hassas yaklaşması gerektiğini düşündü ve yüz hatlarını yumuşattı.

“Ekincim, başımıza böyle bir olay geldiğinde iki taraftan birini suçlu ilan etmeye çok hevesli oluyoruz ama bir düşün, böyle bir konuda en son ne zaman tek bir tarafın suçlu olduğunu gördün?” sözlerinin etkisini anlamak için Ekin’in yüzüne dikkatlice bakan Berna sıkıntılar içindeki dostunun düşünmekte olduğunu gördü. Söylediklerini düşündüğünü görünce Ekin’in ikna olmasının mümkün olduğunu anladı ve devam etti.

“Düğün gecenizde Mehmet’le büyük bir ayrılık yaşadığımızı hatırlıyorsun, değil mi?” diye söze başladı Berna. Ekin’in kalbi hafiften tekler gibi oldu evlendiği gecenin adı geçince. Hatırladığını belli etmek için başıyla onayladı. “O gece Mehmet’in benden sakladıkları olduğunu öğrenmiştim. Sana zaten anlattım olanı biteni. Bu yaptığı için onu affedemiyordum. Sonuna kadar suçluydu. Yaptığının hiçbir mazereti yoktu. En azından ben öyle düşünüyordum. Sizlere her şeyin bittiğini söylüyordum. Bizi bir araya getirmek için hiçbir şey yapmamanızı... Kaç ay sürdü bu? Üç ay mıydı?” Ekin’in cevap vermesini beklemeden “Her neyse” diye devam etti.

“O süre içinde kaç defa karşı karşıya geldim onunla, sayısını hatırlamıyorum. Sadece sizler aracılığıyla da değil. Ortak arkadaş gurubumuz olduğu için karşılaşmamız kaçınılmazdı. Tesadüf olacaktı mutlaka ki o tesadüflerin tam da tesadüf olmadığını biliyordum. İşin ilginç tarafı sizlerden bağımsız olarak da onunla karşılaştığım oldu. Ne de olsa gitmeye alıştığımız yerler vardı ve biz ayrıldık diye bunları değiştirecek halimiz yoktu. En azından ben böyle söylüyordum kendime. Sonrasında ne olduğunu sen de biliyorsun. Habersiz bir şekilde Feyzo Baba’nın yanına gittiğimiz o geceyi... Onu, orada Feyzo Baba ile içerken gördüğümüz zamanı hatırlarsın. Kontrolünü kaybetmeyen, asla sarhoş olmayan Mehmet’in gözleri kan çanağı olmuştu içmekten.” Berna’nın bunları neden anlattığını anlamıyordu Ekin. Ne alakası vardı onun durumuyla bu yaşananların, bilmiyordu ama yine de sesini çıkarmadı. Sabrı azalmış olmasına rağmen.

“İşte o gece bir gerçekle yüz yüze geldim. Onun orada olduğunu görünce ‘geriye dönelim’ demiştim ama beklenmedik şekilde yerinde kalkıp kolumdan tuttuğu anı hatırla. Ne demişti?”

“Yetmedi mi?”

“Evet, ‘yetmedi mi’ demişti. Bu kadar işkence çektirdiğin yetmedi mi?... Bana tutulması imkânsız sözler verdirdiğin halde tek suçlu benmişim gibi davrandın, sesimi çıkarmadım, demişti. Daha da önemlisi ne demişti? Hatırla, bir ilişkinin başlayacağına da biteceğine de siz kadınlar karar veriyorsunuz. Kararını ver artık. Her yerde karşıma çıkıp benim yaptıklarımdan dolayı suçluluk hissedip hissetmediğimi test etmekten vazgeç artık.” Derin bir nefes alıp aldığı nefesi vermeden bekledi. Nefesini tuttuğu o kısa süre içinde Ekin’in tepkisini sezmeye çalışıyor gibiydi. Anlatmak istediklerinin ilk perdesinin bittiğini belirtmek istercesine “Aynen bunları söylemişti.” diyerek sözünü tamamladı.

Ekin sessizce dinledi Berna’nın anlattıklarını. Anlatılanların içinde bulunduğu durumla bağlantılı olduğunun farkındaydı ama bağlantının ne olduğunun tam da farkında değildi. Farkına bile varmadan “İyi de bu anlattıklarının benimle ne alakası var?” diye sordu. Sesinde kontrol edemediği belli belirsiz bir kızgınlık vardı. Berna da fark etmişti bunu ama sesini çıkarmadı. Aksine, Ekin’in duygularını içine hapsetmek yerine neler hissettiğini azıcık da olsa belli etmesine sevindi.

“Anlasana Ekinciğim, Mehmet o haliyle bile durumun farkındaydı. Gerçi o gecenin sonunda sarhoşluğunu abarttığını ve beni provoke etmek için o şekilde davrandığını anladım ama konumuz Mehmet’in o gece gerçekten sarhoş olup olmadığı değil. Bir ilişki biz istemediğimiz sürece kolay kolay bitmez. Bu şekilde kendine işkence etmeyi bırak. Sarp’ın değil, senin kararın olmalı. ‘Sen’ kocanı bırakmak istemiyorsan bırakmayacaksın.”

“Bunu istemeye hakkım var mı? Ona yaptığımdan sonra Sarp’ın yüzüne nasıl bakabilirim?”

“Ekin!” diye haykırdı Berna ve bu Ekin’in dalgın halini ortadan kaldırmaya yetti. Berna daha sakin bir ses tonuyla devam etti.

“Ekin, ne yaptığının farkında mısın? Kendini suçlayıp duruyorsun ama suçlu olan sen değilsin. En azından tek suçlu olan sen değilsin. İnan bana, tüm bu olanlar içinde en az suçlu olansın bile denilebilir. Kuzu postu altına saklanmış kurt başta olmak üzere Sarp da suçlular arasında yer alıyor. Sakın ola onun masum olduğunu düşünme. Ben o hatayı bir kere yapmıştım ve az daha canımdan oluyordum.” Üzerinden senelerin geçtiği bir olayı hatırlamış olmasına rağmen Berna’nın kalbi sıkışır gibi oldu. Hayatındaki iyi gelişmelerin başlangıcı olmasına rağmen intihar teşebbüsünde bulunmuş olduğu gerçeği Berna’nın çok da hoşuna giden bir hatıra değildi.

Demlenen çayın kokusunu fark eden Berna hem kendisine hem de Ekin’e çay koyarken zor günler geçiren arkadaşı da düşünceli bir şekilde Berna’nın son söylediklerini tartıyordu. Berna Ekin’in çay bardağını önüne koyup az önce oturmakta olduğu yere oturacakken Ekin’den beklemediği bir soruyla karşılaştı.

“O günleri sıklıkla aklına getiriyor musun? Sarp’la birlikte bir hayat planları yaparken bir anda planlarının gerçekleşemeyeceğini fark edişini?” Berna geride bıraktığı ve üzerinde çok nadir, bir-iki kelime ederek konuştuğu konu ile ilgili soruyu duyunca irkildi. Kendisini şaşırtan ise soruya cevap vermek istediğinde duyduğu o his idi. Anlaşılan sandığı kadar geçmişiyle barışmamıştı.

“Pek değil. Şu anki hayatımı o günlere borçluyum. Yine de intihara kalkışmış olduğumu hatırladıkça yaptığımdan utanıyorum. Nasıl öyle bir işe kalkışabildiğimi bilemiyorum. Hastanede gözümü açtığımda çok utandığımı hatırlıyorum. Herkesin beni zavallı gibi gördüğünü düşünmüştüm. Sonra fark ettim ki zavallı gibi gören en başta bendim. O zaman bir karar aldım, asla o kadar aciz duruma düşmeyecektim, hep güçlü biri olacaktım.”

“Peki, Sarp’ı suçlamadın mı hiç? Ya da beni? Sarp’ı elinden aldığımı düşünmedin mi?”

“Nişan gecemizde Sarp’ın söyledikleri kurşun gibi vurdu beni. Onlarca davetli karşısında utancımdan yerin dibine girdim. Zaten çok uzun süre de kendimi toparlayamadım. Şimdi düşünüyorum da nişan gecesinden sonra, intihar teşebbüsünde bulunduğum zamana kadar ne yaptıysam intikam için yapmışım. Oysa yaptıklarımın sevdiğim adamı geri kazanma çabaları olduklarını söyleyerek kendimi haklı çıkarmaya çalışıyordum. Düşünceme göre Sarp sefil bir hayatın içine düşecek ve benden uzak kaldığı sürece de sürünecekti. Bana dönüşü o sefil hayattan kurtuluşu olacaktı. Başlarda tam da düşündüğüm gibi gelişiyordu olaylar. Sarp çok bocaladı. Orhan Amca geri adım atmadı. Sarp çok zorlandı ama sonra kimsenin beklemediği bir şey oldu. Sarp kendi ayaklarının üzerinde durmayı öğrenmeye başladı. Onunla evleneceğim zaman kendi ayaklarının üzerinde duran, bağımsız biriyle değil de yöneteceğim biriyle evlendiğimi biliyordum, biliyor musun? İstediğimi yaptıracağım, parmağımın ucunda oynatacağım biri…” Söylediği durumun ne kadar yanlış bir durum olduğunu belirtmek istercesine alaycı bir şekilde gülümsedi.

“Sarp ayaklarının üzerinde durmayı öğrendikten sonra kendine yeni bir hayat kurdu. Sonra da hayatına senin girdiğini öğrendim ki o zaman benim dünyam yeniden altüst oldu. Bunu kabullenmem için çok erkendi. Yaralarım daha iyileşmemişti ve Sarp’ın başkasıyla birlikte olduğu haberi benim yaralarımın yeniden kanamasına sebep oldu. Tüm bunlar yaptıklarıma mazeret değil, farkındayım. Galiba doğruyu görebilmem için hayatımda dramatik bir gelişmenin olması gerekiyordu.”

Belki de…” diye onayladı Ekin ve ekledi. “Bence sen o günleri yine de çok iyi atlattın. Senin iyileşme gücüne hayran kalmıştım o zaman. İmrenilecek kadar güçlüydün. Senin kadar güçlü birinin nasıl olup da hayatına son vermeyi seçebildiğini anlayamadım bir türlü. Bana çok çelişkili geliyordu bu durum.”

“Hastanedeki günlerimde Mehmet karşıma çıktı. Bildiğin gibi psikologum onun arkadaşıymış. İkisi kafeteryada ihanet üzerine tartışırken çenemi tutamayıp araya girmiştim. Şimdi düşününce yaptığım en doğru hareketlerden biri olduğunu anlıyorum çünkü bu Mehmet’le olan ilişkimin başlangıcı oldu. Başlarda sadece konuşuyorduk ve bana hep ne kadar güçlü olduğumu söylüyordu. Başlarda, bana acıdığı için böyle bir telkinde bulunduğunu düşünüyordum. Bana acıması hoşuma gitmiyordu ama sonra öğrendim ki gerçekten çok güçlü olduğumu düşünüyormuş. İtiraf etmem gerekirse bu çok hoşuma gitti. Evlendikten sonra bile bazen bana hayranlıkla baktığını görüyorum ve içim neşe doluyor.” Berna konuşmak için Ekin’e geldiğinde aklının ucundan bile geçmiyordu bu konulardan konuşmak. Ancak beklenmedik bir soru konuyu buraya getirmişti. Mehmet’in, hayatındaki yerini anlattığı kısım üzerinde bir kez daha düşündü ve o an bir gerçeğin farkına vardı. Kocasını yurtdışındaki sempozyuma yollarkenki kızgınlığından eser kalmamıştı.

Ekin duyduklarının her damlasını sindirircesine dinledi, dinlerken de aklından hep Sarp’ı geçirdi. Toy biriyken onunla karşılaşmasından sonra olanları düşündü. Asla bir araya gelemeyeceklerine inandığı zamanları hatırladı. Sonunda bir araya gelmişlerdi. Magazin sütunlarından birinde Sarp’la olan evliliği için “masalsı” sıfatı kullanıldığını hatırladı. O sözcüğü gördüğünde aklına Sarp’ın kendisine ettiği evlilik teklifi gelmişti hemen ve masalsı bir evliliğe sahip olduğuna yürekten inanmıştı. Ta ki…

Aklına şimdiki durumuna sebep olan olaylar zinciri geldi ve Ekin’in yüzü allak bullak oldu birden. Her şeyin mahvolmasına sebep olduğunu düşündü. Masalsı evliliğini yok eden kendisi oluyordu. Bu korkunç düşünce içinde boğulacağını hissettiğinde boğulmamak için tutunabileceği bir dal aradı ve aklına Berna’nın az önce söylediği söz geldi. Bir ilişki kadın istemediği sürece bitmezdi. Bu düşünceye inanmak istedi. Şimdilik başka seçeneği yok gibi görünüyordu.

Ekin biraz da olsa umutlu hale geldiği için içinde bulunduğu durumdan nasıl kurtulacağını Berna ile konuşmaya başladı. Berna her ağzını açtığında suçlunun Ekin olmadığını söylüyordu ve Ekin de artık suçludan çok mağdur olduğunun farkındaydı. Tek yanlış yapan o değildi ve bunu Sarp da mutlaka anlayacaktı. Sonsuza kadar kendisinden kaçamayacağına göre mutlaka görüşeceklerdi ve o gün geldiğinde Ekin kendini savunacaktı.

******

Mehmet bu yabancı ülkeye ayak bastıktan 24 saat sonra seneler sonunda arkadaşım diyerek bahsetmeye başladığı kişinin kaldığı otelin lobisinden içeri girdiğinde oldukça yorgundu. Saat farkı yüzünden tüm sistemi altüst olmuştu. Uyku düzenini bulunduğu şehrin saat dilimine uydurmaya çalışıyordu. Resepsiyona gidip Sarp’ın adını verdiğinde kısa bir süre önce otelin barına indiğini öğrendi. Barın ne tarafta olduğunu öğrendikten sonra Sarp’ı bulmak için kendisine gösterilen tarafa doğru yürümeye başladı.

Bardan içeri girdiğinde aklından Berna ile arasında hâsıl olan tartışmayı ve sonrasında Amerika’ya ayak basınca cep telefonuna bırakılmış mesajda Berna’nın kendisini ne kadar sevdiğini söyleyen mesajını geçiriyordu. Karısı aşırı tepki verdiği için ondan özür diliyordu mesajda. Hakkında çok şey bildiği karısının hâlâ kendisini bu kadar şaşırtabilmesini anlayamıyordu. Gözleri barda oturmuş elindeki içki bardağıyla oynayan Sarp’a odaklandığında karısına o tartışmanın daha en başta gereksiz olduğunu çünkü o söylemeden önce Sarp ile konuşmaya karar verdiğini hatta uçak biletini de ona göre ayarladığını söylememek için kendini zor tuttuğunu düşündü. Bazı gerçekler itiraf edilmese de olurdu.

Sarp hemen arkasında kendi anadiliyle kendisine hitap edildiğini duyunca az daha küçük dilini yutuyordu. Bu yaban elde tanıdık biri ile karşılaşacağını hiç düşünmemişti. Konuşan kişinin Mehmet olduğunu görünce şaşkınlığı katlanarak arttı. Şaşkınlıktan gözleri kocaman açılmış kendisine bakan Sarp’ın o hali Mehmet’e oldukça komik göründüğü için gülmekten kendini alamadı.

“Bu halinin fotoğrafını çekip internette yayınlamak lazım! Başlıkta şöyle olmalı: Türkiye’nin en genç holding yöneticilerinden Sarp Teksoy gerçekte bu fotoğraftaki kadar ebleh mi?”

Mehmet’in alaycı sesiyle kendine gelen Sarp toparlandı ve Mehmet’e orada ne işi olduğunu sordu. “Geçerken uğradığımı söylesem inanmayacaksın, değil mi?” diye sordu şakacı bir ses tonuyla. Gerek olmadığını bildiği halde Sarp yine de inanmayacağını belli eder şekilde başını sallayarak cevap verdi. Az önceki şakacı halinden eser olmayan bir şekilde boş olan masalardan birine oturmayı teklif etti Mehmet. Sarp henüz birkaç yudum almış olduğu içkisini alıp yakındaki boş masaya yönelirken Mehmet de kendisi için bir Baileys söyledi ve Sarp’ın yanına gitti.

Sarp hiçbir söz söylemeden Mehmet’in konuşmaya başlamasını beklemekteydi. “Anlaşıldı, hiç lafı uzatmaya niyetin yok.” diye söze girdi Mehmet. Gözlerini Sarp’tan bir saniye bile ayırmadan neden Amerika’da olduğunu açıklamaya girişti. Mehmet açıklamasını bitirince Sarp istediği cevabı alamadığı için “Sempozyum Boston’daymış. Farkındaysan biz Washington, DC’deyiz. Hani şu an bulunduğumuz ülkenin başkenti olan şehir. Farkındaysan ikisi birbirinden çok farklı.” diye karşılık verdi.

Karşılıklı olarak birbirlerini iğnelemekle gününü geçirmek istemeyen Mehmet sadede gelmesinin yerinde olacağını düşünerek gerçek bir arkadaş gibi konuya girmeye karar verdi. Derin bir nefes alıp hızlıdan aldığı nefesi verdikten sonra “Nasılsın?” diye sordu. Refleks olarak “İyiyim.” cevabını verdi Sarp.

“Yo, gerçekten nasılsın, ben onu soruyorum.” dedi Mehmet. Sonra da “Sen hasta mıydın?” diye sordu. Sarp’ın şaşırdığını görünce açıklama gereği hissetti.

“Unuttun galiba, ben doktorum. Uzmanlık alanım nöroloji olabilir ama bu demek değil ki soğuk algınlığını fark edemeyeceğim. Cildin soluk, gözlerin ise hafif kızarmış. Ya hastalanıyorsun ya da karısıyla sorun yaşayıp bir otel odasında bütün geceyi ağlayarak uykusuz geçirmiş birisin. İkinci seçenek olamaz çünkü geceleri ağlayarak geçirme aşamasını aşmış olman lazım. Geçen süreyi göz önüne alırsak… Hastalanıyor olabilirsin ama o zaman ilaç alıyor olurdun ve bu durumda -tahminime göre 12 yaşında olan- duble viski yudumlamazdın. Ha bir de bara girdiğimde kâğıt mendilini cebine koyarken gördüm. Galiba bu durumda cevabını bildiğim soru sorma zevzekliğini yapmış oldum, değil mi?” Sarp’tan cevap gelmediğini gören ve işin açıkçası cevap gelmesini de beklemeyen Mehmet devam etti.

“Gerçi nasıl olduğunun cevabını da biliyor sayılırım ama en azından soğuk algınlığını atlatmak üzere olduğunu bildiğim kadar kesin değil. Bu durumda, nasılsın?”

“Eğer burada sana dert yanacağımı sanıyorsan yanılıyorsun Mehmet.” Mehmet duyduğuna hafifçe güldü.

“Merak etme, ‘Feyzo Baba’lık yapmaya niyetim yok. Ancak onun kadar sağlam biri ile dost olduğun için sana hak ettiğinden daha iyi davranacağım.”

“Ne demek şimdi bu?” diye karşılık verdiğinde Sarp’ın sesi yükselir gibi olmuştu.

“Şu demek: Son olanların ardından sonra aşırı tepki veriyorsun. Anladığım kadarıyla burada olma bahanen politik alanda etkisi olanları, bir iş anlaşmanızda size çok ağır külfet getiren yasanın esnetilmesi yönünde lobi yapmaları için ikna etmeye çalışman. Ancak Berna’nın uzun uğraşlar sonunda öğrendikleri görünenin altında başka şeylerin de olduğunu gösteriyor.”

“Bak, bu senin meselen değil. Karımla aramda olanlar beni ilgilendirir.”

“Haklısın, seni ilgilendirir ama şöyle bir sorunumuz var. Biliyorsun, ben Berna ile evliyim ve sen de bilirsin ki bir süre sonra hayatımızda yeri büyük olan insanların huyları bize geçebiliyor. Eh, Berna’nın da kötü bir huyu var; yakın çevresindekilerin hayatına fazlasıyla burnunu sokabiliyor. Galiba bu huy bana da geçmiş.”

“Bunca yolu bana ne yapmam gerektiğini söylemek için mi geldin yani?” Karşılıklı söylenen sözlerdeki acımtırak ton iyice belirgin hal almaya başlamıştı. Sarp, Mehmet’in son yaşanan olayda hangi tarafta olduğunu görebiliyordu. Mehmet ise baştan beri sivri bir dille konuştuğunun farkında, Sarp’ın da kendisinden aşağı kalmamasına seviniyordu.

“Ne yaparsın işte, sen hayatındaki sorunlarla yüzleşemediğine göre birinin gelip sana neyin ne olduğunu anlatması gerekiyor.” Sarp’ın gözleri kızgınlıkla daha bir parladı. “Ekin’le evlendiğimiz gece senin Berna’yla ayrıldığın zamanki gibi sanırım. Sahi, sen ne yapmıştın? Anladığım kadarıyla Feyzo Baba ile dertleşmen hayatındaki sorunla yüzleşememek olmuyor. Senin o haline dur diyebilmek için barıştığınız gece Berna’nın senin yanına gelmesini ayarlayan kim oldu sanıyorsun? Sana kalsa o yüzleşmenin olacağı yoktu. Anlaşılan ikimizin de yüzleşme departmanında iyi olduğunu söylemek abes olur.”

Mehmet son duyduğu ayrıntıyı bilmiyordu. Berna’nın o gece orada olmasını kaderin bir cilvesi olarak düşünmeye zorlamıştı kendini. Sarp’tan, beklemediği kadar yerinde bir cevap gelince Mehmet “touché (2)” diye cevap verdi. İki adam karşılıklı olarak birbirlerini süzerken içkilerinden birer yudum aldılar. Masaya bir sessizlik çöktü. İkisi de diğer tarafın konuşmaya başlamasını bekliyor gibiydi. Sarp, “İğnelemek için gelmedin sanırım?” diye sorduğu anda Mehmet de “İğneleyici olmayı bırakalım en iyisi.” dedi.

“Aklın yolu bir olsa gerek. İkimiz de aynı kapıya çıkan laflar ettik.” dedi Mehmet. Sarp gülümseyerek karşılık verdi.

“Haklısın, iğnelemek için gelmedim. Olanları duyduğum zaman aklıma Berna’ya yaptıkların geldi ister istemez. Onu nişan gecesi terk edişin ve itiraf etmeliyim ki o gecenin tetiklediği olaylar sonucu Berna’nın hayatıma girme şansını yakalamış olsam da karıma verdiğin acıyı hatırlamam hoş olmadı. İçgüdüsel tepkim aynısını Ekin’e yaptığın yönünde oldu.” Sarp duyduklarından sonra yüzü bembeyaz kesildi. Hiç aklına bu yaptığının Berna’ya yaptığı ile aynı kategoriye konulabileceğini getirmemişti.

“Mehmet, bahsettiğin olay gurur duyduğum anılarımdan birisi değil ama şimdi Ekin ile aramızdaki yaşananları Berna’ya yaptığımla bir tutma. Berna’yı nişan gecesi terk eden Sarp hayattaki yerini bilmeyen, akıntıya kendini kaptırmış biriydi ve boğulmak üzere olduğunu hissedince can havliyle kurtulmak için bir hamle yapmıştı. Ne yazık ki o gece olanlar Berna’ya çok acılar yaşattı ama şimdi olanların o günlerle alakası yok.”

“Gerçekten mi? Nedense bana benzerlik var gibi geliyor?” diye sordu Mehmet, tüm içtenliğiyle. Belki de bu sebepten Sarp soruyu suçlama olarak algılamadı ve samimi şekilde cevaplamaya karar verdi.

“Mehmet, ortada bana yapılmış, evliliğimize yapılmış bir ihanet var. Bundan haberin var, değil mi? Senin dinlediğin versiyon nasıl bilmiyorum ama gerçek bu.”

“Yo, benim dinlediğim de aynı şeyi söylüyor. Ekin de ihanet ettiğini düşünüyormuş. Ancak benim anladığım kadarıyla günah keçisinin kim olduğunu seçmekte acele etmişsiniz. Karının senden uzaklaşmasına sebep olan neydi, hiç düşün mü? Holdingin başına geçtiğin zaman Ekin’i kaç defa yalnız bıraktın önceden yapılmış planlarda? Kaç defa sensiz aramıza katıldı? Berna’nın ikinizi yemeğe davet ettiği bir gece sen gelmeyince fark etmiştim olanı biteni. Biz erkekler bazen kör oluyoruz yaptıklarımız -daha doğrusu yapmadıklarımız- konusunda. Kaldı ki ihanet dediğin olay olmamış bile. Ben kalkıp seni öpsem sen Ekin’e ihanet mi etmiş oluyorsun? Ya da bir erkekle öpüştüğün için eşcinsel mi oluyorsun?”

“Aynı şey değil ki. Ekin bilerek ve isteyerek o adamla buluştu. Eğer olanın ne olduğunu biliyorsan ortamın oluşmasını sağlayanın da Ekin olduğunu biliyorsundur.” diye karşı fikrini söyledi Sarp.

“Haklısın, sana katılıyorum. Ekin ortam oluşturmuş olabilir ama bunu ihanetle denk tutmak hata olur. Nasıl ki sen karının senden uzaklaşmasında suçluysan, ötesinde değil, o da ortam oluşmasına sebep olduğu için suçlu. Başka bir şey için değil… Farkındayım, ilk anda acının ve hayal kırıklığının etkisiyle karşımızdakini suçlama kolaylığına kaçıyoruz ama dedikleri gibi, öfkeyle kalkan zararla oturabiliyor.” Sarp aklının derinliklerinde tutmaya çalıştığı ve içini derinden derine kemiren o gerçeğin sesini daha da yükselttiğini hissetti. Ekin’e haksızlık ediyor olabilirdi!

Mehmet karşısında oturan Sarp’ın duyduklarını aklında tarttığını görebiliyordu. Sükût etmesi iyiye işaretti. Anlatmak istediğini daha da vurgulamak için devam etmeye karar verdi.

“Sana bir şey anlatayım. Neden anlattığımı en başta anlamasan bile sonuna kadar dinle lütfen.” Sarp “peki” dercesine başını salladı. “Aşk’ın vücudumuzda, daha doğrusu beynimizde nasıl bir etki yaptığını biliyor musun? Beynin arzulardan sorumlu kısmıyla dopamin salgılayan kısmı âşık olmuş insanlarda normalin üstünde çalışır. Zevk ve motivasyonu etkileyen bir hormondur dopamin. Beynin bu bölgeleri başka bir zaman da buna çok benzer şekilde çalışır. Kokain kullanıldığında! İronik, değil mi? Tahmin ediyorum nereye varmaya çalıştığımı merak ediyorsun.” Sarp son söylenen karşısında sessiz kalmayı tercih etti. Bu gibi durumlarda susmak bazen daha iyi bir cevap oluyordu. Mehmet anlatmaya devam etti.

“Hiç aklına Ekin’i yalnız bıraktığın zaman onun bir alışkanlığını elinden aldığını düşündün mü? Karın sana deliler gibi âşıktı. Bence son yaşananlara rağmen bu değişmedi. Kaba bir deyişle onun bağımlılığı sendin ve kendini ondan uzaklaştırarak o alışkanlığını elinden aldın. Eminim kokain bağımlılarının kokain bulamayınca neler yapabildikleri hakkında az da olsa fikrin vardır.”

“Ne yani, ben Ekin’in hayatında kötü bir alışkanlık mıydım? Bunu mu demeye getiriyorsun.”

“Teşbihte hata olmaz sözünü hatırlatırım. Tabiî ki öyle değilsin ama aşk ile kokain bağımlılığı arasındaki benzerliği de göz ardı edemezsin. Niye bu kadar acı çektiğini sanıyorsun, ki çekmediğini sakın iddia etme. Cevap basit, sen de ona âşıksın.” Sarp’ın aklında çarklar dönmeye başlamıştı. İşin gerçeği Mehmet’in söyledikleri tamamen göz ardı edilecek sözler değildi.

Sürekli savunmada kalmanın bir faydası olmayacaktı. Ekin’den olanları duyduğundan beri kimseyle konuşmamıştı. Mehmet ile dertleşmek acı sözler duymaya gönüllü olmak demekti. Feyzo Baba yakınlarda olmadığına göre Mehmet’le idare etmek zorundaydı.

“Beni en çok kahreden Ekin’in hiç beklemediğim bir şey yapmış olması. Başka biriyle öpüşmüş -başka birinin onu öpmüş- olmasından çok onun benden başka bir erkekle o şekilde yakınlaşabilecek hale gelmesi beni yıkıyor. Basit bir kıskançlık durumu veya ihanet travması değil bu. Ekin’in dünyasının merkezi olmaya o kadar çok alışmışım ki artık o merkezde olmadığım düşüncesi bana altında kalkılmaz geliyor.” Sarp’ın konuşmaya başlamasından memnun, Mehmet bir söz söylemesi gerektiğini düşündü.

“Benzer bir durum benim içinde geçerli hale geldi. Evlendiğiniz gece Berna beni terk ettiğinde onu gerçekten sevdiğimi anladım. O ünlü sözün doğruluğu kanıtlanmış oldu; elimizdekinin kıymetini kaybetmeden anlamıyoruz. O geceden sonraki günler kolay geçmedi. Berna’nın verdiği tepkiyi haklı bulmama rağmen yaşadığım acıyı fazla buluyordum. Günler geçtikçe onu bırakamayacağımı daha iyi anladım ama bilirsin, kaçıp kovalamaca oyunu oynamazsak rahat edemiyorlar. Ben de oyundaki rolümü oynamaya başladım. Ne var ki Berna bir türlü yumuşamıyordu. Az önce öğrendiğime göre senin tarafından ayarlanan bir durum neticesinde onunla aynı yerde tanıdıklar arasında bulunduğumuz gece son kozumu oynamak zorunda kaldım. Alkolün etkisiyle söylüyormuş gibi yaparak içimdekileri döktüm ve inan son kozumu oynuyordum o zaman. Eğer o gece yaptıklarım işe yaramasaydı ne yapardım, bilemiyorum. “

Tekrar o günleri gözünün önünde yaşayan Mehmet’i dikkatle dinliyordu Sarp. Onun hikâyesinin özünde yer alan detaylarda kendisiyle Ekin’i buluyordu. Gözleri dalan Mehmet ise karısıyla boş yere tartıştığı zamanları düşünmekle meşgul idi. Öyle zamanlarda Berna’yı az daha kaybettiğini unuttuğu için anlamsız tartışmalara devam ediyordu. Sahip oldukları için minnettar olduğunu en son ne zaman söylediğini unutmuştu. Bu hatasını telafi etmek için Berna’yı en kısa zamanda aramaya karar verdi ve kaldığı yerden devam etti.

“Hatırlıyor musun, hepiniz evleneceğimiz zamanı bekliyordunuz ama o zaman bir türlü gelmiyordu. Bunun sebebini kimseye anlatmadım sanırım. Berna’ya o kadar çok bağlanmıştım ki korkutucuydu. Hayatımın merkezinde yer almaya başlamıştı ve evlilik adımını atarsam geri dönüşü olmayacaktı. Ancak korktuğum bir durum vardı. Beni gerçekten tanımasını istiyordum. En korkunç halimi bile… Bu sebepten o evlilik teklifini uzun süre etmedim. Berna’yı mutsuz ettiğimin farkındaydım ama yapmak zorundaydım. En dipteki halimi de gördüğünde korkum kalmamıştı. Onun hep yanımda olacağını anladım. Eğer Berna’yı o güne kadar bir seviyorsam, o günden sonra bin sevmeye başladım. Kısacası Sarp, hayatımızda olan insanlar bir bütün olarak varlar. Bu bütüne kusurlar da dâhil. Buraya ne yapman gerektiğini söylemeye gelmedim. Sadece seni dinlemeye ve bazı noktalara dikkat çekmeye geldim. Ekin seni seviyor, sen de onu… Bu sevginin önünüzdeki tümseği aşıp aşamayacağına sen karar vereceksin.”

Masaya sessizlik çöktü. Başta iğnelemelerle başlayan konuşma beş yıllık tanışıklıklarında hiç olmadığı kadar içten bir şekilde sürmüştü ve iki adam da sarf edilen sözlerin derinliğini benliklerinde hissediyordu. Mehmet’in uçağı ertesi sabah erkenden olduğu için kalkıp odasına çıkmayı teklif ettiğinde ikisi de ayaklandı. Sarp’ı sormadan önce kendine bir oda tutmuş olan Mehmet Berna’yı sabah kalkar kalkmaz aramayı planlıyordu. Barın kapısından çıktıklarında Sarp’a dönüp “Âşık olduğuna kesin inandım. Son bir buçuk saattir seni dilim dilim kesen sarışını fark etmedin ya…” dediğinde Sarp şaşkınca yüzüne baktı ve o şaşkın ifade Mehmet’i güldürmeye yetti.

******

Mehmet’in katıldığı sempozyumun son gününde ilk konuşmanın başladığı saatlerde Türkiye’de akşam saatleri yaklaşmaktaydı ve Ekin’in bir zamanlar arkadaşım dediği genç bir kadın hışımla estetikten yoksun mühendislik binasının koridorlarından birinde ilerliyordu. Gözleri hafif nemli gibiydi ama bunun sebebi hışmı mıydı yoksa o hışmına sebep olan olayın üzüntüsü müydü, söylemek zordu.

Bir bilgisayarın fanının sesi ve düşük sesle çalmakta olan radyodaki şarkıcıdan başka ses yoktu dağınık odada. Etraf kitaplarla doluydu ve kitapların adlarını okumak bile baş ağrısına sebep olabilirdi. Aradığı kişinin odasında olmadığını görünce içindeki sıkıntı daha bir arttı. Geri dönüp çıkıyordu ki odanın sahibi ile burun buruna geldi.

“Sen miydin Serpil, bölümün sekreterlerinden biri ‘odana birinin girdiğini gördüm’ deyince laboratuar raporu hakkında soru sormaya gelen bir öğrenci sandım.” Serpil dişlerini gıcırdattı. İki haftadır doğru olmaması için dua ettiği şüphelerinin doğru olduğunu öğrenmişti. Bugün Ekin onunla konuşmuştu. İki haftadır kendisinden uzak duran, selam bile vermeyen Ekin sonunda onunla konuşmuştu.

Aslında Ekin’in kendisine bilmediği bir nedenden dolayı küstüğüne inanmayı tercih etmişti Serpil. Başlarda ısrarla olayın aslını öğrenmek istemişti. Çok kötü bir olayın olduğunu biliyordu. Ekin günlerce ortalıkta görünmemişti. Onu okulda gördüğü zaman ise Serpil’in yüzüne bile bakmamıştı. Birkaç çabadan sonra ise yapabileceği bir şey olmadığına karar verip istemese de Ekin’le yolları kesiştiğinde başka yöne bakmak zorunda kalmıştı. Ne kadar acı verse de… Oysa bugün farklı bir şey olmuştu. Ekin ile bakışları kesişmişti. Normalden daha uzun süren bir göz kesişmesi… Sanki Ekin bir şeyler söylemek istiyor gibi gelmişti ve Serpil arkadaşına doğru adım atmaya cesaret edebilmişti. Ekin’in anlattıklarını duyduğunda şaşırmış olmayı çok isterdi ama Ekin’in ağzından dökülenler jilet gibi keskin olmasına rağmen Serpil’i şaşırtmamıştı. Aklının derinliklerinde Ekin’in anlattıklarının doğru olduğunu biliyordu.

Beraber vakit geçirmekten hoşlanmadığı bir adama senelerce katlanmış olduğu için kendisine kızıyordu. Ekin’in sözleri kulaklarında çınlamaya devam etti. “Onun ne mal olduğunu biliyorken beni üstü kapalı imalarla uyarmaktan ötesini yapsaydın…” demişti. Gözlerinde tiksinme, karşısında konuşan adama dik dik bakmaya devam edince Erdem bu ziyaretin sıradan bir ziyaret olmadığını anladı.

“Ne var?” diye sordu rahatsız olduğunu belli eden bir ses tonuyla.

“Yetti artık!” diye dişlerinin arasından konuştu Serpil. “Yetti artık, bunca senedir vakit geçirmekten hoşlanmadığım birine katlanıyordum. Hem de ne için?” Biran durdu ve sağ eli ile sol bileğini yakaladı. Senelerdir çıkarmadığı bilekliğin metalik soğukluğu hiç olmadığı kadar yabancı geldi ona.

“Artık daha fazla katlanmayacağım buna!”

“Ne konuşuyorsun sen ya?” diye asabi bir şekilde karşılık verdi Erdem.

“O gece sen olmalıydın onun yerinde.” Sesi titriyordu. Sonunda seslice söyleyebilmişti. “O gece de aynı şeyi düşünmüştüm, şimdi de aynı şeyi düşünüyorum. Onun yerine sen olmalıydın. O ne kadar iyi kalpliydiyse sen o kadar fesatsın. O ne kadar samimiydiyse sen o kadar içten pazarlıklı ve ikiyüzlüsün. O gece ölmeyi hak eden ölen sen olmalıydın. Kendimden nefret etmiştim bu şekilde düşündüğüm için. Tanrı biliyor ya seni çok seviyordu. ‘Aramızda 15 ay var ama benim ikizim gibi’ derdi senden bahsederken. O seni sevdi diye ben de seni sevmek zorundayım sandım ama işin gerçeği sen o değilsin. Bir gıdım bile ona benzemiyorsun.”

“O gece ben olmalıydım, ha? Zayıftı, en ufak bir olayda gözleri yaşarırdı. Mahalledeki çocuklar sataşınca ağlardı küçükken! O bir zavallıydı. O gece de arabayı kullanmayı beceremediği için öldü. Hayatta hiçbir şeyi beceremedi, buna sen de dâhilsin.” Serpil’in kan beynine sıçradı duyduğu sözlerden sonra. O kadar sert bir tokat attı ki, Erdem yakınında duran kitaplığın kenarına tutunmak zorunda kaldı. Serpil incittiğine emin olduğunu elinin acısını hafifletmek için elini okşarken gözü bilekliğine takıldı. O an o bilekliği de geride bırakması gerektiğine karar verdi. Onun emaneti diye bilekliği hiç çıkarmamıştı. Kardeşi Erdem’i çok seviyordu diye Erdem’le dost olmak zorunda hissetmişti. “Daha fazla devam edemeyeceğim. Seni geride bırakmam şart oldu Ercan.” diye düşündü ve gözlerinden yaşlar süzülürken bilekliği çıkardı sessizce. Başına gelenden toparlanmaya çalışan Erdem’in avucuna bilekliği bırakmaya yeltendi ama yapamadı. O bileklik Erdem gibi birinin eline emanet edilemeyecek kadar değerliydi. Geride bırakmaya karar vermiş olsa da bunu bilekliği Erdem’e vererek yapamazdı. Gözlerinden kıvılcımdan bir şey kaybetmemiş gibi görünen Serpil hiçbir şey söylemeden yeniden estetikten yoksun mühendislik binasının koridoruna çıktı. Avucu içinde sıkı sıkıya tuttuğu bileklikten güç almak ister gibiydi. Son defa… Onu geride bırakmak için…

……

Mehmet, Boston’daki sempozyumun son oturumundan çıktıktan sonra sempozyumun yapıldığı konferans salonuna birkaç blok mesafedeki oteline yürümeye karar vermişti. Otelin lobisinden içeri girdiğinde geçmişten bir yüzü karşısında gördüğünde oldukça şaşırdı. Daha da bir yaşlanmış gören adam bastonundan güç alarak kendisine doğru yürümeye başladı. Ütüsüz gömleği, gömlekle çok da uyumlu olmayan pantolonuyla Amerika’da yaşadığı günlerdekinden pek farklı görünmüyordu bu topal adam. Tek fark daha yaşlı görünmesi ve parmağındaki evlilik alyansı gibi görünüyordu.

“Senin gibi bir ana kuzusu nasıl oldu da buraya gelebildi?”

“Size de merhaba, Dr. Domusaurea. Ne böyle, spor salonunda koşmaya mı geldiniz?” diye karşılık verdi Mehmet. Sesinde Dr. Domusaurea’nınkinden aşağı kalmayan alaycı bir ton vardı. Yaşlı adam asasını daha bir sıktı. Sosyal nezaketten nefret eden ve her defasında bu nefretini etrafındakileri küçümseyerek belli eden bu eksantrik deha, eski öğrencisinin kendisi kadar sivri dilli olmasını hemen kabullenecek değildi.

“Cidden, benim ekibimde olduğun zaman ‘annemi isterim’ diye Afrika’daki ülkene gitmiştin. Seni burada görünce çok şaşırdım. Sempozyuma katılanların listesine bakıyordum. Bu sempozyumla kimler ilgilenmiş diye… Listedeki bir ismin tanıdığım bir ana kuzusunun ismi ile aynı olduğunu fark ettim. Bu kişinin kim olduğunu görmem şarttı. O tanıdığım zavallı ile adaş olduğu için üzüntülerimi sunacaktım. Görüyorum ki buna gerek yokmuş. Ne oldu, sonunda birine gereğinden fazla bağlanmanın zayıflık olduğunu mu anladın?” Mehmet geri dönme kararı aldığı günleri hatırladı. Dr. Domusaurea’nın hiç hoşuna gitmemişti bu durum. Fevri hareketle insanların soylu davranma kılıfına bürünmüş hareketlerinin ne kadar yanlış olduğunu anlatmıştı ona. İnsanların bağlılığının rasyonel olmadığını ve temelinde bencil nedenler yattığını söylemişti bu deha adam. O zamanlarda mavi gözleriyle birine baktığında baktığı kişinin ruhunu okuyabiliyor gibiydi. Değişmeyen özellikler listesinde bu da vardı. Yine Mehmet’in ruhunu okuyor ve belden aşağı vuruyor gibiydi. Mehmet de aynı şekilde karşılık verebileceğini biliyordu.

“Karın nasıl? Sana hala katlanıyor mu? Yoksa vicodin bağımlılığından sonra mavi hap bağımlısı da mı oldun?” diye sordu Mehmet. “Vicodin ile kronik ağrını bastırmaya çalışıyorsun, mavi hapla da karını yatağında tutmaya ama her iki haptan da o kadar çok alman gerekiyor ki bağımlı olman şaşırtıcı değil.”

Bu söylediklerinin verdiği mesajı almıştı Dr. Domusaurea. Dişe diş, göze göz… “Pekâlâ, mesaj alınmıştır. Buraya geldim çünkü sana bir teklifim var. Başında olduğum bölümde yanımda çalışmaya başlamanı istiyorum. Afrika’da olmadığını bildiğim ülkendeki çalışmalarından haberim var. Oldukça başarılısın ama daha fazlası da olabilirsin. Gel yanımda çalış ve beş sene içinde ben emekli olduğumda yerime sen geçersin. Ne diyorsun? Annenin yanından kopup gelebilir misin?” Hemen arkasını dönüp uzaklaşmaya başlayan yaşlı adamın arkasından “Cevabımı duymak istemiyorsun anlaşılan.” diye seslendi Mehmet.

“İyi bildin. Cevabını 888 saat sonra seni aradığımda alırım.” Mehmet başını iki yana “olmaz böyle bir şey” dercesine salladı ve odasına gidip Boston’da yapmayı istediği birkaç günlük kısa tatilde ne yapacağını düşünmek için asansöre yöneldi.

O saatlerde Türkiye’de evin yolunu ancak bulabilmiş Serkan sessizce evden içeri girdi. Loş ışıkların aydınlattığı sessiz malikânede yatak odasına doğru yöneldi. Aklında Yelda’nın uyuyup uyumadığı sorusu vardı. Karısına haber vermeden geçirdiği kısırlaştırma operasyonunu Yelda’ya anlattığından beri aralarındaki soğukluğu aşamamışlardı. Dikkatsiz bir göz bir şeylerin sorunlu olduğunu fark edemeyebilirdi ama Serkan durumun farklı olduğunu biliyordu. İkiz çocukları Orhan ile Erhan’ı kontrol edip öyle odasına gitmeyi düşünürken kayınpederi Orhan Bey’in sesini duydu.

“Serkan, bu saate kadar neredeydin? Gece yarısını geçti saat.” Sesi ne sertti ne de yumuşak.

“Sarp’tan Amerika’da neler yaptığını dinliyordum babacığım.” diye cevap verdiğinde Serkan’ın aklından ne kadar detaya inebileceği sorusu geçiyordu.

“S&S ile olan iş ortaklığındaki pürüz görünenden daha büyük, değil mi?” diye sordu Orhan Bey. Serkan’a sadece başıyla onaylamak kalmıştı.

“Pürüzün aşılma şansı var mı?”

“Bilmiyorum.” diye tüm içtenliğiyle yanıtladı Serkan. Orhan Bey bir şeyler söyleyecek gibi oldu ama sonra çatılmış olan kaşları gevşedi ve “Bir değişiklik olursa bana haber ver.” dedi. Serkan sessizce “Peki” dedikten sonra iyi geceler dileğinde bulunup çocuklarının odasına doğru yöneldi. Aklından Yelda’nın uyumuş olmasının mı, uyanık olmasının mı daha iyi olacağını geçiriyordu.

Asansörden çıkıp birkaç adım atmıştı ki telefonu çalmaya başladı. Telefonun sesinin yüksek olduğunu unutmuş olan Mehmet sesle irkildi. Odasının kapısını elindeki kartla açıp içeri girerken arayan numaranın Berna’nın cep telefonuna ait olduğunu gördü. “Alo” bile demeden “Bu kadar geç saate kadar uyumama sebebin benimle konuşmak için olamaz herhalde.” diye şakacı bir ses tonuyla cevap verdi telefona. Berna’nın ses tonundaki garipliği hissedince gerildi. “Ne var, Berna?” diye sordu. Duyduğu cevap yüzünün bembeyaz kesilmesine sebep oldu. Vücudundaki tüm kanın çekildiğini hisseden Mehmet’in elindeki telefon yere düştüğünde telefonun diğer ucundan Berna’nın ne olduğunu anlamaya çalışan sesi duyuluyordu.

(1) Tartışma, konuşma, sohbet (Latince)

(2) Haklı bir noktanın veya doğruluğu kanıtlanmış bir suçlamanın cana yakın bir şekilde kabul edildiği durumlardan söylenen bir söz (Fransızcadan İngilizceye geçmiş bir sözcük)

1 Comment:

Adsız dedi ki...

üstat hikayenin sonuna glmişsin ama ben 8. bölümden tekrar okumaya başladım.edaöz

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro