14 Kasım 2006 Salı

Hayat Bir Oyun - 22. Bölüm

Bölüm 22: Yan Etki

Ne yapacağını, nereye gideceğini bilmiyordu. Dakikalarca olduğu yerde kaldı. Nefes almayı hatırladığından bile emin değildi. Elindeki nota donuk gözlerle bakıyordu ama gözleri yazan sözcükleri algılamaktan çok uzaktı. Ne olduğunu tahmin edebiliyordu. Bu kadar da kötü tesadüf art arda gelmemeliydi. Omzuna dokunan elin onu sarsmaya başlamasıyla içinde bulunduğu trans halinden kurtuldu.

“İyi misiniz, efendim?” Donuk gözlerle soruyu soran çalışanına bakıyordu ama o an karşısındakinin adını bile hatırlayamayacak kadar kendinden geçmiş gibiydi. Kalbi sıkışıyordu. İşler kötü giderken son olanla olayların seyri daha da kötüye dönmüştü. Ağır bir darbe alan ilişkisi belki de doğrulmaya çalışırken bir darbe daha yiyip yere yığılmıştı. Yoksa yere yığılan kendisi miydi?

“Efendim, iyi misiniz? Lütfen bir cevap verin!” Hala cevap vermemişti, değil mi? Tüm gücünü toparlayıp boğuk bir sesle “İyiyim” diye cevap verebildi. Sonra dışarı doğru çıkıp arabasının olduğu tarafa gitti. Arabasının kapısını açtığında durakladı. Arabayı kullanamayacağını biliyordu. Kapıyı kapattı ve otomatik kilit tuşuna bastı. Kapıların kilitlendiğini belli eden o rahatsız edici sesi duymadı bile. Oradan geçmekte olan taksiye işaret ettiğinde hala ne yaptığını bildiğinden emin değildi. Sanki içgüdü ile hareket ediyordu.

Taksici Sarp’a nereye gideceğini sorduğunda aklına Ekin’in eve gitmiş olabileceği geldi. Ekin’in ev adresini verdiğinde Ekin’e telefon etmeyi denemesinin en akıllıca iş olduğunu düşündü. Gerçi o notu yazan Ekin’in telefonuna cevap vermesini beklemiyordu ama şansını denemeye karar verdi. Aramaya başladığında aklına numarasını gizlemenin daha akıllıca bir adım olacağı geldi. Telefonun çalmasına izin vermeden aramayı kesti ve numarasını gizleyerek arama yaptı. Çalan telefona cevap vermiyordu Ekin. Aslında cevap vermesini istediğinden de emin değildi. Sarp korkuyordu. Ekin’in vereceği tepkinin büyüklüğünden korkuyordu. Kendini savunurken yüz yüze olmayı istiyordu bu sebepten. Birkaç defa daha denediği halde Ekin telefona cevap vermeyince onu evinde bulmayı umut etmekten başka çaresinin olmadığını anladı.

......

Ekin kafe-bardan çıktığında içinde bulunduğu hali tarif edemiyordu. Üzüntülüydü, kızgındı, kırgındı. Hepsinden önemlisi hayal kırıklığına uğramıştı. Ne ümitlerle gelmişti bara. O heyecanla hiç düşünmeden Sarp’ın ofisine yöneldiğinde kendisine başka bir şeyler söylemeye çalışan garsonu duymamıştı bile. Şimdi biliyordu ki bir çalışan olarak patronunun yediği naneyi örtbas etmeye çalışıyordu. Duyduğu konuşmayı hatırladıkça kalbi sıkışıyordu.

“...Önemi yok. Başka bir kadını hayal ederken seninle birlikte olsam bile önemi olmayacak. Dudaklarına değen dudaklarım başkasının dudaklarını arzulasa bile önemi yok, öyle mi Yasemin?”

Nasıl bir iğrençlikti bu? Sarp nasıl da baştan çıkarmayı deniyordu Yasemin’i... Sanki o fa... Sanki o basit kadın baştan çıkarılmaya hazır değilmiş gibi... Başkasının dudaklarını arzularken... Hangi kısmın midesini daha çok bulandırdığından emin değildi. Düpedüz sadakat kavramını önemsemediklerini ortaya koyuyorlardı.

Dışarı çıkar çıkmaz oradan uzaklaşabilmek için yakınlarda duran bir taksiye kendini atmıştı. Bir an önce kaçıp gitmek istiyordu. Taksi evlerinin önünde durduğunda parayı ödeyip koşar adımlarla içeri girdi. Kimseye bir söz söylemeden odasına girip cam kenarına oturdu. O kadar çok çatılıydı ki kaşları her gören ne kadar sıkıntılı olduğunu anlayabilirdi.

Kapının açıldığını duyduğunda başını çevirdi kimin odaya girdiğini anlamak için. Gönül içeri adımını atar atmaz Ekin’e nasıl olduğunu sordu. Ekin’in cevap vermeye takati yoktu ama yine de son bir güçle “Lütfen beni yalnız bırakır mısınız?” diyebildi. Gönül iyice kaygılanmıştı ama Ekin’in yüz ifadesini görünce ısrar etmedi.

......

Sarp taksiden indikten sonra Ekinler’in kapısını çaldığında karşısına Ekin’den başkası çıkarsa ne diyeceğini düşünüyordu. Adımlarını atarken dizlerinin bağının çözüldüğünü hissediyordu. Attığı her adımla içinde kopan gerilim fırtınası artıyordu. Birden “Git buradan” diyen bir sesle irkildi. Başını kaldırdığında cama çıkmış olan Ekin’in kendisine seslendiğini gördü. Yüzünde katı bir ifade vardı. Cevap vermeye yeltendi ama Ekin’den aynı sözü daha soğuk bir tonda duydu. Sarp’ın her denemesi boşa çıkıyordu. Ekin’in kendisini dinlemeye niyeti yoktu. Yapabileceği bir şey olmadığını anladığında geri dönüp gitmeye karar verdi ama son anda ne olursa olsun kendini savunmak adına bir cümle sarf etmesi gerektiğini düşündü.

“Ne düşünüyorsun bilmiyorum ama o notu yazıp kaçmana sebep olacak bir şey yapmadım Ekin. Beni dinlemesen de bunu duymanı istiyorum.” Ekin hala yüzünde sert ama donuk bir ifade ile duruyordu. Sarp ettiği sözün etkisini anlamak istedi ama Ekin’in ifadesinde bir değişiklik olmayınca gitmekten başka bir çaresinin olmadığını anladı. Yürümeye başladı. Birkaç adım attıktan sonra başını çevirip baktığında Ekin’in artık camda olmadığını gördü ama sanki tül perdenin arkasında bir karaltı belli oluyordu.

......

Sarp’ın geleceğini tahmin etmişti. Hatta kendisine her şeyi yanlış anladığını söyleyeceğini de bilmişti ama aklından geçen bunu birazcık daha farklı söyleyeceğiydi. Ekin bazı kadınlar gibi kolayca affeden biri olmayacağına yemin ediyordu. İhaneti affedemezdi. Sarp’a da inanmıyordu. Onun uzaklaşmaya başladığını görünce camı kapatmış, tül perdeyi çekmişti ama ayakta Sarp’ın uzaklaşmasını seyretmekten kendini alamamıştı. Tanık olduğu olaya rağmen Sarp’ın uzaklaştığını seyretmek kalbini acıtıyordu. Hele ki geri dönüp baktığında yüzündeki ifade yürek parçalayıcıydı ama Ekin duyduklarını hatırlayarak duygularına yenilmemeye çalışıyordu.

......

Sarp evine geldiğinde kendini yine la notasının karşısında buldu. Bir süre orada öylece durdu. Ne üzerindeki montunu çıkardı ne de koltuğa oturdu. Sadece la notası posterine baktı. Sonra ani bir hareketle mutfağa gidip bir süredir sakladığı kırmızı şarabı açtı ve şişe ile birlikte bir kırmızı şarap kadehini alıp oturma odasına geri döndü. Şişeyi ve kadehi sehpaya bıraktıktan sonra sessizce üzerindeki monttan kurtuldu.

Posterin karşısındaki koltuğa oturduğunda hemen yanında duran şişeden kendine bir kadeh kırmızı şarap doldurdu. İlk yudumu aldığında güzel bir şarabın tadını ne kadar çok özlediğini fark etti. Bu şarabı Ekin ile birlikte içmeyi planlıyordu ama istediği olmamıştı. Ekin’in varlığını tüm benliğinde hissetmesine rağmen sevdiği kadının somut varlığı yanında olmaktan çok uzaktı. “Belki... Belki...” diye düşündü, “...Biraz zaman geçince beni dinleyecek. Şimdi olay daha çok sıcak. Daha sonra beni dinleyecek.”

Biliyordu ki son umudunu da kaybederse kendini toparlaması çok uzun sürecekti. Ayakta kalabilmesi için, hayat yolunda arabasını sürmeye devam edebilmesi için en küçük umut kırıntısına dört elle sarılması gerekiyordu. Şaraptan bir yudum daha aldı. Karşısında duran ve la notası olduğunu düşündüğü nota posterine bakmaya devam etti. Gözünü posterden ayırmadan şarabını yudumluyordu. Kadehinin boşaldığını bile ancak boşalan kadehten içmeye çalıştıkça anlıyordu. Bir şişe şarabı bitirene kadar bu şekilde oturmaya devam etti. Şişedeki şarap bittiğinde de postere bakmaya ve Ekin’i düşünmeye devam etti. Sonra da sızarak uykuya daldı.

......

Yelda kararını vermişti, Ekin ile konuşacak ve Ekin’in kaygılarının yersiz olduğunu anlatacaktı Ekin’e. İkna ederken de bunu Sarp’ın kız kardeşi olarak değil, Ekin’in dostu olarak yapacaktı. Belki Ekin farkında değildi ama ikisi birbiri için yaratılmıştı. İkisi arasındaki çekimi görmemek için kör olmak gerekliydi. Ekin bunu anlayamıyorsa birinin bunu ona anlatması gerekliydi.

Fabrikadan içeri girdiğinde Ekin’den hangi bölümde çalıştığını öğrenmediğini fark etti. Görüşmek istediği kişinin adını kapıdaki görevliye vermesinin yeterli olacağını umuyordu.

“Ekin Serbest ile görüşmek için gelmiştim.” Karşısındaki görevli başını iki yana salladı ve hafif söylenir bir edayla “Amma da çok ziyaretçisi oluyor bu kızın. Dün başka bir kadın, bugün başka bir kadın...” dedi. Yelda şaşırmıştı. Demek dün başka biri de ziyaretine gelmişti. Sarp’tan dünden beri ses çıkmadığına göre Sarp’ın da olanlardan haberinin olmadığını düşündü.

......

Ekin yaşadığı olayın acısıyla hayatının önceliklerini belirlemesi gerektiğine karar verince ne yapacağını düşündü. Sınava kadar izin alıp sınava hazırlanmaya karar verdi. Sınavı kazanması için Sarp’a ihtiyacı yoktu. Onsuz da hayallerinin peşinden koşabilirdi. Kalan süre çok değildi ama Ekin de birkaç senedir bu sınava hazırlanmıştı. Kendini verdiği zaman her şeyi hatırlayacağını biliyordu. İhtiyacı olan kararlı bir şekilde çalışmaktı. Belki de böyle bir bahane, aklını Sarp’tan uzak tutabilmek için...

Düşüncelere dalmış olan Ekin kendisine yaklaşan Yelda’yı görmedi. Yelda’nın yanındaki görevli “Ekin Hanım, yine bir ziyaretçiniz var.” dediğinde başını çevirip baktı. Görevlinin iğneleyici ses tonunu bile fark etmedi. Gelenin Yelda olduğunu anlamasıyla da şaşkın şaşkın bakmaya başladı.

“Merhaba Ekin, nasılsın?” Ekin sorgular gözlerle bakıyordu. Yelda’nın ne amaçla geldiğini anlamaya çalışıyordu. Acaba Sarp mı yollamıştı onu? Yoksa neler olduğunu duyduktan sonra kendisi mi gönüllü olmuştu barış elçisi olmaya? Yelda cevap almayınca “Biliyorum, kafan karışık ve ihtiyacın olan en son şey birinin gelip sana ne yapman gerektiğini anlatması. Ancak seninle gelip dostça konuşmak istedim. Sırf Sarp için değil, senin için de buradayım.” diye devam etti.

Ekin bir şekilde konuşmaya başlaması gerektiğini biliyordu. Hep susamazdı, hep kaçamazdı. Er ya da geç konuşması gerekecekti. “Kafam mı karışık? Yelda, buraya neden geldin, bilmiyorum. Sarp yolladıysa seni, yaptığından sonra bu kadar kolay düzeltemez olanları.”

“Sen neden bahsediyorsun Ekin? Eğer Sarp’la oynadığınız o oyundan bahsediyorsan Sarp’ın artık oyun oynamadığını, sana gerçekten aşık olduğunu biliyor olman lazım.” Yelda’nın şaşkınlığı Ekin’i şaşırtmıştı. “Haberin yok mu?” diye sordu.

“Neden haberim yok mu?” Ekin’in bu konuyu konuşmaya hiç niyeti yoktu.

“Bak Yelda, bunu sorman gereken kişi Sarp. Anlaşılan sen sorunun hala benim kafa karışıklığım olduğunu sanıyorsun ama artık ortada bir kafa karışıklığı kalmadı. Bitti, anlıyor musun, bitti!... Hem sen oyunu nereden biliyorsun?”

“Sarp anlattı. Yemekten sonra seni eve bırakınca ‘olmaz’ demişsin. O gece konuşurken anlattı.” Ekin’in kalbi bir kere daha kırılmıştı. Gözleri nemlendi ama göz yaşlarına hakim olmayı yine de başardı.

Yelda daha fazla konuşmaya teşebbüs etse de Ekin’in inatçılığı tutmuştu. İşini bahane edip görüşmeyi bitirdi. Yelda orada yapabileceği bir şey olmadığını anlayınca mecburen ayrıldı. Canı sıkılmıştı. Buraya geldiğinde işleri yoluna koyabileceğini umuyordu ama anlaşıldığı üzere olaylar sarpa sarmıştı.

......

Sarp yataktan kalkmak bile istemiyordu. Gecenin bir vakti sızdığı koltuktan kalkıp yatağına uzandığını hayal meyal hatırlıyordu. Başı ağrıyordu, kalbi ağrıyordu. Susuzluktan dili damağına yapışmıştı. İsteksizce yatağından doğrulduğunda baş ağrısı daha da arttı. Mutfağa gitti ve ağrı kesicilerin olduğu çekmeceden kendine bir ağrı kesici alıp dolaptan sürahiyi çıkardı ve kendine bir bardak su doldurdu. Ağrı kesiciyi ağzına attıktan sonra bir bardak suyu tek dikişte içti.

Başı hafifçe dönmeye başladığında bir sonraki adımın duş almak olduğunu biliyordu. Banyoya girip duşu açtı ve üzerinde dünden kalan kıyafetleri çıkarıp sıcak suyun altına attı kendini. Su bedenine değip süzüldükçe rahatlıyordu. Yüzünü duşa doğru kaldırıp gözlerini kapadı ve suyun yüzüne çarptıktan sonra akıp gitmesinin tadını çıkardı bir süre. Aç karnına aldığı ağrı kesici etkisini göstermeye başlayınca düşüncelere dalması kolaylaşmıştı. Sıcak suyun etkisi ile buhar dolan banyoda aklı Ekin’e kaydı ama bu defa içinde bulundukları durumu değil kazadan sonra bu evde yaşadıkları o yakın anı hatırladı. Ekin’in dudaklarının sıcaklığını düşünmek bile heyecanlanmasına yetiyordu. O gün biraz daha anın içinde kaybolsalar ne noktaya kadar gidecekleri meçhuldü.

Sıcak su yüzüne çarpıp akmaya devam ederken gülümsemekten kendini alamadı. Ekin’de aradığını bulduğunu biliyordu ve buldukları arasında sadece duygusal özellikler yoktu. Baş döndürücü güzellikte bir vücuda sahip olması Sarp’ın suçu değildi ya.

Kısa süreli de olsa hayallere kapılmak gerçekleri ortadan kaldırmıyordu ne yazık ki. Sarp’ın yüzündeki gülümseme Ekin’i tümden kaybedebileceği gerçeğinin aklına gelmesiyle ortadan kayboldu. Canını, kaybetmekten daha çok sıkan ise buna bir yanlış anlamanın sebep olacak olmasıydı.

......

“Ekin, artık anlatacak mısın ne olduğunu? Kimdi o kız? Niye ikinizin de yüzü allak bullak oldu en sonunda?”

“Sen bizi mi gözetliyordun Gönül?”

“Bu defa değil, Ekin Hanım! Dün bir şey demedim ama bugün susamam.” Gönül birden sesini yumuşatarak “Bana ne olduğunu anlatacak mısın?” diye devam etti. Ekin üzgün bir şekilde başını yana çevirip boşluğa baktı. Gözleri yine nemlenmişti. Ne kadar yaşların akmasını istemese de bir damla sözünü dinlemedi ve akıverdi. Aynı boşluğa bakmaya devam ederken gözyaşını sildi ve “Çok kötü bir şey oldu Gönül” dedikten sonra Gönül’e kaçamak bir bakış attı. Gönül’ün yüz hatları gerilmişti. Elini Ekin’in omzuna koyup devam etmesini istediğini belli etti. Ekin gördüğü, aslında duyduğu olayı Gönül’e anlatmaya başladı. O kadar utanıyordu ki Gönül’le göz göze gelmeye bile çekiniyordu. Anlatırken Gönül’e belli belirsiz bakıp gözlerini başka yerlere kaçırıyordu.

“Aaaa, bak sen şu ahlaksıza. Ay, kız, değmez öylelerine. Sen, izin alıp üniversite sınavına hazırlanacağım demiyor muydun? Sınava kadar dışarı çıkmazsın, bütün gün ders çalışırsın. Sınava kadar aklına bile gelmez.” Ekin başını sallamakla yetindi. Gönül’ün dediği kadar basit olmayacağını biliyordu ama yine de itiraz etmek istemedi.

“Ne zaman başlıyor iznin? Yarın mı?”

“Aslından öğleden sonra eve gideceğim. Birikmiş bütün izinlerimi kullanacağımı söyledim. Sorun çıkarmadılar. Şu sıralar kimse izin almadığı için problem çıkmadan izin verdiler.”

......

Yelda yolda giderken Sarp’ı aradı ama cep telefonu cevap vermiyordu. Evini aradı ama ev de cevap vermiyordu. İşte olabileceğini düşünüp Sarp’ın iş yerine gitti ama çalışanlar henüz gelmediğini söylediler. Bir kere daha cep telefonunu ve evini aradı ama yine cevap alamadı. Arabasının başında birkaç saniye düşündükten sonra saatine baktı, öğle saatinin geldiğini görünce kararlı bir şekilde arabasına atladı ve Serkan’ın yanına gitmek için holding binasına doğru arabasını sürmeye başladı.

......

Sarp bardan içeri girdiğinde öğle vakti kalabalığının oluştuğunu gördü. Öğle yemeklerini yiyen müşterilere bir göz atıp bar tarafına doğru yürüdü ve kendisini arayan olup olmadığını sordu. Kız kardeşinin az önce gelip kendisini sorduğunu söylediklerinde Sarp oldukça şaşırdı. Kendi kendine “Cep telefonumdan niye aramadı ki?” diye söylenirken elini cebine götürdü ama telefonunu bulamadı. Tüm ceplerini aramasına rağmen telefonunu bulamayınca evde unuttuğunu anladı.

Ofisine girdiğinde kardeşini aramaya karar vermişti ama masasında kendisi için dünden bırakılmış notu buldu. Ekin’in peşinden çıkıp gittikten sonra devamlı müşterilerinden birinin bir organizasyon için kendisiyle acilen konuşmak istediği yazıyordu. Yelda ile konuşmanın bekleyebileceğine karar veren Sarp notta yazan telefon numarasını tuşladı ve düzenlenmek istenen organizasyon hakkında bilgileri almaya başladı. Telefonu kapatırken aralık olan kapıdan birinin kafasını uzattığını gördü.

“Pardon, ben... Sarp Bey?”

“Doktor? Hayırdır? Ne işiniz var burada?”

“İşin aslı ben bir arkadaşımla buraya yemeğe geldim. Lavabonun yerini arıyordum ama sanırım yanlış tarafa döndüm.”

“Evet, lavabo koridorun diğer ucunda. Mutfak tarafına gitmeniz gerekiyor. Müşterilerimize mutfağımızın ne kadar temiz olduğunu gösteriyoruz bu şekilde.”

“İyi numara... Neyse, görüşürüz Sarp Bey...”

Sarp şaşırmıştı. Kısa süre önce geçirdiği kazadan sonra doktoru olan adam bir tesadüf sonucu buraya yemeğe gelmişti. Öğle yemeği için hastaneye daha yakın bir yeri tercih etmediğini düşününce doktorunun buraya gelmesine sevindi. Çalışanlara en iyi hizmeti sunmalarını söylemek için ayağa kalkıp müşterilerin olduğu tarafa geçti.

Berna Sarp’ın geldiğini gördüğünde yüzüne bir gülümseme oturdu. Sarp’a seslendiğinde Sarp’ın yüzündeki şaşkınlığın haddi hesabı yoktu. Yanına geldiğinde yüzündeki şaşkın ifade hala duruyordu.

“Tesadüfe bak, az önce de doktoruma rastladım. O da buraya gelmiş. İkinizin de aynı anda burada olması ne büyük tesadüf!...” Berna Sarp’ın söylediklerine güldü. Sarp bazen çok saf olabiliyordu.

“Sarp! Hayatta tesadüflerin olduğu doğru ama bu onlardan biri değil.”

“Anlamadım?”

“Mehmet’in benimle aynı anda burada olması tesadüf değil çünkü onu buraya gelmeye ikna eden benim.” Sarp’ın şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı.

“Siz nereden tanışıyorsunuz ki?”

“Sarp! Unuttun galiba, senin doktorun olan Mehmet benim tedavi gördüğüm hastanede çalışıyor. O hastanenin de bir tane kafeteryası var.”

“Ee, nasıl oldu da tanıştınız?”

“Bunu ben açıklayayım isterseniz, Sarp Bey!” Mehmet’in sesini arkasında duyan Sarp irkildi. Doktorunun geldiğini duymamıştı. Mehmet “Bir meslektaşımla aldatma üzerine konuşurken Berna bize kulak misafiri olup benim savunduğuma ‘saçmalık’ diyerek söze karıştı.” Bu noktada Berna söze karıştı ve “Aldatmanın beyinde olduğunu söylüyordu. Buna itirazım yok ama aldatmanın sadece beyinde olduğunu söylediğinde abarttığını düşündüm. Yani sevdiğin kişi başkasıyla sevişirken aklından sadece seni geçiriyorsa bu aldatmak olmazmış. İşte o noktada kendimi tutamadım ve ‘saçmalık’ deyiverdim.”

“İşin gerçeği, Sarp Bey,...”

“Sarp...”

“Efendim?”

“Sarp Bey çok resmi kaçıyor, resmiyeti kaldırmak için sadece Sarp diyebilirsiniz.”

“Peki, öyle olsun. İşin gerçeği, Sarp, kimse bana bu şekilde meydan okumaz. Bir anda dikkatimi çekti bu tavır. Berna ile konuşmaya başladığımızda yanımdaki arkadaşımın sıkılıp gittiğini bile fark edemedim. O kadar dalmışız konuşmaya. O gün anladık ki konuşacak çok şeyimiz var ve biz de Berna’nın tedavisi bittikten sonra da görüşmeye karar verdik. Gördüğün gibi buradayız.”

......

Serkan’a Yelda’nın geldiği haber verildiğinde yine eli ayağına dolaştı. Anlamakta güçlük çektiği bu durum hakkında daha fazla kafa yormamaya karar verdi. Bir ara neden bu hale geldiğini düşünürdü. Şimdi Yelda’nın içeri girmesini beklemek en akıllıca olanıydı.

Yelda içeri girdiğinde selam bile vermeden Serkan’a Sarp ile konuşup konuşmadığını sordu. Serkan şaşkınlıkla Yelda’ya konuşmadığını kekeleyerek söyledi.

“Ne oldu ki? Bir şey mi var?”

“Bu sabah Ekin ile konuşmaya Ekin’in çalıştığı fabrikaya gittim. Bir şeyler olmuş ama ne olduğunu anlayamadım. Ekin’in ketumluğu tuttu. Ağzından tek bir laf alamadım ama bir şeyler olmuş Serkan, bundan eminim.”

“Sarp’ı arasaydın ya o zaman...”

“Sağ ol, Serkan! Sen söylemesen ben akıl edemeyecektim bunu! Aramadım mı sanıyorsun? Ne cep telefonu, ne de evi cevap verdi.”

“Ee, iş yerine gitseydin. Oradadır belki.”

“Benim dahi sevgilim olmasa ben ne yapardım? Serkan sence ben bunları düşünemem mi?” Yelda ağzından kaçırdığı sözcüğün farkına varmamıştı ama Serkan “sevgilim” sözcüğünü duyar duymaz kalbinin teklediğini hissetti. Bir tek sözcük bu etkiyi yapabiliyorsa ötesini düşünemiyordu.

“Ne dedin Yelda?”

“Off, sağır mısın? Bara gitmeyi ben de düşündüm dedim.”

“Yok, yok! Ondan önce ne dedin?”

“Ne mi dedim? Ne bileyim ben Serkan? Ben ne diyorum, sen ne diyorsun? Konumuza dönebilir miyiz, lütfen?”

“Hayır, Yelda! Az önce ağzından kaçırdığın sözcük kısa bir süre bile olsa tüm konuların rafa kaldırılmasını hak ediyor.”

“Hangi sözcük?”

“Sevgilim...”

“Efendim?!? Sevgilin mi?”

“Aynen şöyle dedin: Benim dahi sevgilim olmasa ben ne yapardım?..”

“Oh, sahi mi?” Yelda şaşkınlığını gizleyemiyordu. Basit bir dil sürçmesi demek istiyordu ama sözcük basit bir dil sürçmesi olamayacak kadar büyük bir sözcüktü.

“Bak, sakın yanlış anlama. Sarp’ı çok severim. Benim en iyi dostum. Yo, aslında tek dostum. Onunla beraber olgunlaştık, belki de olgunlaşamadık. Kolejden beri birbirimizin hayatını etkiliyoruz. Her şeyi hep beraber yaptık. Okulda beraber serserilik yaptık. Her ne kadar abine serserilik yaptırmak zor olduysa da başarılı oldum. Beraber gece dışarı çıkmaya ve babanın deyişiyle haytalık yapmaya başladık. Onun başına gelen olaylardan onun gibi ben de ders çıkardım. Benim başıma gelen olaylardan benim gibi o da ders çıkardı. Uzun lafın kısası abinle ikimizin hayatı hep paralel aktı. Ne zaman ki abin evi terk etti, bir şeyleri yanlış yaptığımızı anladık. Onun gibi sahip olduklarımı terk etmeden hayatımı düzeltmek için çok çaba sarf ettim. Abinle ikimiz hayatımızı yavaş da olsa düzene oturtmaya başladık. Ancak bu defa bir konu var, abin olmadan ne yapacağımı bulmam lazım. O yüzden ‘sevgilim’ demen sahi ve bir defa da olsa Sarp’ın derdini geri plana atıp kendimle ilgilenmek istiyorum.”

“Ben onu nasıl dediğimi bile bilmiyorum. Yani düşünmeden ağzımdan çıktı, yani çıkmış.” Serkan Yelda’ya bir adım daha yaklaştı ve çenesini parmaklarının ucuyla yukarı doğru kaldırdı ve gözlerinin içine baktı. Yumuşak bir sesle “Bu daha iyi ya...” dedi. “Zamanı gelmişti. Senin yanıma geldiğini öğrendiğim her zaman elim ayağıma dolaşıyor. Çocuksu bir heyecan kaplıyor tüm benliğimi. Ben... Ben...” Son cümleyi aklından geçirmesine rağmen, o cümleye yürekten inanmasına rağmen sesli dile getirmek Serkan için kolay olmuyordu.

“Ben... Seni seviyorum, Yelda!” Sona doğru nefesinin kesildiğini hissetti. Yelda bakışlarını yere çevirince Serkan’ın içini korku kapladı. Kalp atışlarını duyabiliyordu. Eğer bu gerilim biraz daha devam ederse kalbinin yerinden çıkacağına emindi.

“Sanırım benim söyleyemediğimi bilinçaltım söyledi. Kaçmanın anlamı yok. Ben de seni seviyorum.” Serkan sevinçten bir sağa, bir sola hamle yaptı. Yerinde durdu, sonra yine garip el hareketleri yaparak anlamsız sesler çıkardı. Yelda şaşkınlıkla Serkan’a bakıyordu. İyi olup olmadığını sorduğunda Serkan Yelda’yı kucaklayıp sevinçle yerinde zıplamaya başladı. Serkan’ın bu neşesi Yelda’ya da geçmişti. O da neşeyle gülüyordu. Sonra birden durdu ve Serkan’a dönüp “Şimdi ne olacak?” diye sordu. Serkan bir an düşündü ve “Sanırım şimdilik sadece birbirini seven iki insan olacağız.” dedi.

“Peki, ya abim?”

“Ona sonra söyleriz. Şu an zaten Ekin ile yaşadıkları fazla geliyor, bir de kız kardeşine aşık olan kankasıyla uğraşmasın.” Serkan’ın sesindeki gerilim Yelda’nın gözünden kaçmadı. Belli ki Serkan Sarp’ın tepkisinden korkuyordu ama şimdilik bu konuyu deşmemeye karar verdi. Zaten sorduğu bu değildi.

“Abim derken, abimin Ekin ile olan meselesinde ne yapacağız demek istedim.”

“Ha, demek, onu demek istedin?”

......

Berna ile Mehmet’i baş başa bırakmak için yanlarından ayrılan Sarp hem şaşkındı hem de mutluydu. Uzun bir süreden sonra ilk defa Berna konusunda vicdanı bu kadar rahatlıyordu. Hala suçluluk duygusu vardı ama eskisi gibi azap çektirmiyordu. Eski “sözlüsü”, neredeyse nişanlısı ve kendisini tedavi eden doktoru aynı masada yemek yiyorlardı. Sarp onlar için en iyisinin olmasını umuyordu.

Berna ise Mehmet’le Sarp konusunu konuşup konuşmaması gerektiğini tartıyordu kendi içinde. Daha yolun başındayken bu konuyu anlatıp Mehmet’i korkutmak istemiyordu. Öte yandan olanları anlatırsa her şeyi geride bıraktığının daha kolay anlaşılacağını düşünüyordu. Berna bu düşüncelerle boğuşurken Mehmet “Sarp’ı ne kadar tanıyorsun?” diye sordu. Berna anlamadığını belli eder şekilde baktı.

“Yani demek istediğim, Sarp’ın sevgilisini de tanıyor musun?”

“E.. Evet, niye ki?”

“Hiç, sadece sordum. Sarp’ın kazadan sonra bir süre hiçbir şey hatırlamadığından haberin vardır.”

“Evet, var.”

“O zaman sadece sevgilisinin adını hatırlaması bana çok ilginç geldi. Ekin’di adı. Onu görür görmez adını söylemiş ama kazanın şokuyla diğer tüm anılarını hatırlamamayı tercih etmiş beyni. Bana çok ilginç geldi.”

“Evet, çok ilginç. Ancak biraz da benim yüzümden araları bozuldu.”

“Anlamadım? Nasıl senin yüzünden araları bozuldu?” Berna, bu anın eteğindeki taşları dökmesi için tam zamanı olduğunun bilincindeydi. Karar anı gelip çatmıştı. Her şeyin olacağına varacağını düşünüp olanları en başından anlatmaya başladı. Anlattıkça Mehmet ile olan ilişkisinin daha başlamadan biteceğinden korkmaya başladı. En son Ekin ile konuşmaya gitmesini de anlattıktan sonra Mehmet’in yüzüne baktı. Düşünceli görünüyordu.

“İkisini bir araya getirmek istediğinden emin misin?”

“Tabii ki eminim, Mehmet. Sana anlattım ya intihar teşebbüsümün beni ne kadar etkilediğini ve değiştirdiğini.”

“Yani tüm bu yaşadıklarından sonra Sarp’ı dosttan öte biri olarak görmemeyi başaracaksın?”

“Bilmiyorum. Bildiğim tek şey deneyeceğim ve güzel olan da şu ana kadar gayet başarılı gidiyorum. Ben yeni bir başlangıç yaptım ve bu defa hayatımı doğru düzgün şekillendirmek istiyorum.”

“Senin adına sevindim, Berna. Çok az insan senin başardığını başarabiliyor. Umarım bu başarının bir parçası olma şansını yakalarım.” Berna bir şey diyemedi. Sadece her şeyin iyi olmasını umut etti. Mehmet Berna’dan sözlü onay yerine umut dolu bakış alınca aklına geleni sormadan edemedi.

“Ekin’le konuştuktan sonra her şey yoluna girdi mi sence?”

“İşin aslı, ben de bilmiyorum. Sarp’a sormak lazım. Bu arada hesabı da isteyelim.” Berna’nın önerisi üzerine Mehmet etrafına bakındı. Kendilerine servis yapan garsonun anında yanında belirmesine şaşırdı.

“Bir isteğiniz mi vardı, efendim?”

“Hesabı alabilir miyiz lütfen?” Garson yanlarından ayrıldıktan sonra masaya gelen Sarp oldu.

“Umarım her şeyden memnun kalmışsınızdır. Bu bizim ikramımızdı. Yine misafirim olursunuz inşallah.” Mehmet itiraz edecek oldu ama Sarp izin vermedi. Berna hesap ödeme konusundaki gereksiz muhabbeti daha fazla uzatmamak için sormayı kararlaştırdıkları soruyu sormanın en iyi adım olacağına karar verdi.

“Dün Ekin ile konuştum. Sanırım gelip seninle konuşmaya ikna ettim. İşleri yoluna sokabildiniz mi?” Berna’nın sorusu Sarp’ın yüzüne acı dolu bir ifadenin oturmasına sebep oldu. Bilmeden dün yaşanan olayı hatırlamasına sebep olmuştu.

“Sokamadık... İşler iyice karıştı Berna.”

“Ne oldu Sarp? Nasıl karıştı?” Sarp ayakta anlatamayacağını düşünüp yandaki masadan bir sandalye çekti ve oturdu. “Dün olanlar tam bir şanssızlıktı.” diye söze başladı ve başından geçenleri tüm ayrıntısıyla anlattı.

“Peki, sence Ekin senin Yasemin’e söylediklerini yanlış anladığı için mi o notu yazdı?”

“Aklına başka bir sebep geliyor mu? Sen kendin söyledin, onu ikna etmişsin. Buraya konuşmaya gelen biri niye öyle bir not bıraksın. Sen söyleyene kadar emin olamıyordum ama şimdi tamamen emin oldum. Ekin kesin o konuşmanın başını ve sonunu duymadan bir sonuca vardı.” Sarp’ın sesindeki çaresizlik belli oluyordu.

Berna ve Sarp’ı sadece dinlemekle yetinen Mehmet düşünceli şekilde “Ne yazık ki bu da oluyor” dedi. Berna ve Sarp ona doğru bakmaya başladığında konuşmasına devam etti.

“Biz doktorlar hastalarımıza ilaç tedavisi uyguladığımızda ilacın iyileştirici etkisinin olmasını bekleriz. Ne var ki bazen ilaçların yan etkisi oluyor. Doğru dozu bulana kadar o yan etkileri yaşamaya devam ediyor hastalar. Galiba aşk da ilaçlar gibi. Ruhumuza ilaç olmasını bekliyoruz ama doğru dozu bulana kadar acı çekmek kaçınılmaz oluyor. Eğer bedava yemeği hak etmek için bir tavsiyede bulunmam gerekirse sana gidip olanları açıkça konuşmanı tavsiye ederim.” Bu noktada bakışlarını Berna’ya çeviren Mehmet “Saklamadan olanları açıkça anlatırsan yan etkileri azaltma şansın artar. Bir şekilde açık olmadan bu dönemi atlatsan bile ileride sorunlar çıkabilir. Bence en iyisi, en baştan açık olmak.” diye sözünü tamamladı. Berna son sözün biraz da en başta açık olduğu için kendisine teşekkür olduğunu anladı ve o an Mehmet ile arasında ne olacaksa iyi şekilde başladığını düşündü.

Sarp ise Mehmet’in dediklerini düşünüyordu. Doktoruna hak vermek zorundaydı. Belki de hatayı en başta yapmıştı. Ekin’i kendini dinlemeye ikna edebilirse işlerin yoluna girme şansının olacağına emindi. Misafirlerini uğurlamak için onlarla dışarı çıktığında geri dönmek yerine arabasına atladığı gibi Ekin’in çalıştığı fabrikanın yolunu tuttu.

......

Serkan ile Yelda bir süre aralarındaki ilişki hakkında konuştular. Daha sonra konu ister istemez Sarp’a kaydı. İkisi de şu an için Sarp’ın tepkisinin nasıl olacağını kestiremiyordu. Ne kadar isteseler de bunu Sarp’a söylemeye şu an için cesaret edemiyorlardı. İkisinin ilişkisinin üçüncü şahıslara duyurulmasının ertelenmesi gerektiğini anladıklarında Sarp ile Ekin arasında olanları konuşmaya başladılar. Sarp’ın başındaki dertler ikisini de etkiliyordu sonuçta.

Yelda sabah olanları ayrıntısıyla anlatınca ikisi de yeni bir gelişmenin olduğundan emin oldu ama gelişmenin ne olduğunu bilmiyorlardı. Serkan “Dün buraya geldiğinde Sarp’ın derdi Yasemin’di.” Diye mırıldanırken birden aklına bir fikir geldi. Yelda da aynı şeyi düşünmüşçesine Serkan’a baktı. İkisi de bakışırken Yelda “Sence?...” diye sordu.

“Emin değilim ama neden olmasın?”

“Ama nasıl?...”

“Aklıma başka bir sebep gelmiyor Yelda. En iyisi Sarp’a sormak. Sen cep telefonunu ara. Ben de barı aramayı deneyeyim. Oranın telefonu bende olacaktı.”

Serkan’ın önerisiyle Yelda Sarp’ı cep telefonundan bir kere daha aradı. Cevap veren olmayınca evi de aramaya karar verdi ama aynı sonuçla karşılaştı. O sırada Serkan’ın telefonda birileri ile konuştuğunu ve konuştuğu kişiye teşekkür ettiğini duydu. Serkan telefonu kapattığında soran gözlerle Serkan’ın konuşmasını bekledi.

“Az önce çıkmış. Anladığım kadarıyla sen oradan ayrıldıktan biraz sonra gelmiş. Bir süre kalmış ve iki arkadaşıyla çıkmış.”

“İki arkadaşı mı? Kimmiş onlar?”

“Bilmiyorum, tek bildiğim bir erkek ve bir kadın olduğu...”

“Ne zaman gelecekmiş?”

“Emin değiller.”

“Şimdi ne yapacağız?”

“Yapabileceğimiz bir şey yok. Mecburen Sarp’ın bizi bulmasını bekleyeceğiz. Bu arada yemek yiyelim mi? Ben öğle yemeği yemedim henüz.” Yelda yemek teklifini kabul edince konuşarak yemek yemek için dışarı çıktılar.

......

Ekin öğle yemeğini fabrikada acele ile yedikten sonra çıkıp kendine birkaç test kitabı almaya karar vermişti. Elinde önceki senelerden kalma kitaplar, soru bankaları vardı ama birkaç yeni kitap almakta fayda görmüştü. Bu sene sınavı kazanıp hayaline bir adım daha yaklaşacaktı ve kimsenin de yoluna çıkmasına izin vermeyecekti.

Kitapçıda aradığı kitapların olduğu tarafa gittiğinde aklından Sarp geçiyordu. “Yaptığının hayatımı mahvetmesine izin vermeyeceğim” diye aklından geçiriyordu. Sarp’ı her düşünüşünde kendine telkinlerde bulunmak zorunda hissediyordu. Sarp’ın Yasemin ile konuşmasını duyduğundan beri ayakta kalabilmek için yapabildiği tek şey taviz vermeden üniversite hayaline tutunmak olmuştu. Beğendiği iki kitabı alıp kasaya yöneldiğinde sınavı kazanmasının şart olduğunu düşünüyordu.

......

Sarp fabrikaya geldiğinde öğle tatili bitmişti. Önceden de geldiği için etraf aşinaydı. Kapıdaki görevliye Ekin’i görmeye geldiğini söylediğinde şaşırdığı bir tepki aldı çünkü görevli “Hanımefendi de amma önemli bir şahısmış, müdürlerin bile bu kadar ziyaretçisi olmuyor” diye söylendi. Sarp anlamadığını söylediğinde ise görevli bir şey olmadığını söyleyerek durumu geçiştirdi. Sarp sabırsızca içeri girmek için ziyaretçi kartını beklemeye başladı ama görevli Ekin’in izin aldığını söyledi.

Sarp bunu beklemiyordu. Hemen arabasına atlayıp Ekin’in evine doğru yöneldi. Mahalleye geldiğinde ne diyeceğini düşünmeye başladı. Buraya gelene kadar Ekin ile konuşmayı nasıl başaracağını pek de planlamamıştı. Kurti ile gittikleri kahvehanenin yakınlarından Ekinler’in evine giden yola döndü. Dar olan yollarda oynayan çocuklar olduğu için iyice yavaş gitmek zorunda kalıyordu. Bir kazaya sebep olmamak için etrafına bakınırken Ekin’i görmesiyle yüreği yerinden çıkacak gibi oldu.

Hemen yanına sürdüğü arabadan indi ve “Seninle konuşacaklarım var, beni dinler misin, lütfen” dedi. Dalgınca yürüyen Ekin Sarp’ı karşısında görünce şaşırmasına rağmen belli etmemeyi başardı. Hemen kalkanlarını indiren Ekin “Ama benim seninle konuşacak bir şeyim yok” dedi.

“Ekin lütfen, dün bara ne için geldiğini Berna’dan öğrendim. O notu da niye bıraktığını biliyorum ama...”

“Tabii ki biliyorsun. Suçunun farkında olman güzel ama bir faydası olmayacak Sarp. Şimdi git buradan.”

“Ekin, bir yanlış anlama var. Beni dinlersen anlayacaksın.”

“Dinlersem anlayacak mıyım? Niye sana güveneyim ki? Aramızda kalacağını söylediğimiz bir sırrı bile tutamayan birine niye güveneyim?”

“Ne?...”

“Bugün Yelda geldi ziyaretime. Haberin vardır belki... O ağzından kaçırdı her şeyi. Sana nasıl güveneyim Sarp? Ne yaptığın ortada. Bu durumda seni niye dinleyeyim. Yalan dolanla işim olmaz benim.” Sarp’ın kalbi bu iğneli sözlerle kırılıyordu. Ekin’in her sözü canını acıtıyordu.

“Demek öyle. Belki ne yaptığımla değil niye yaptığımla ilgilenecek kadar çok sevseydin beni işimiz daha kolay olurdu. Yelda’nın o sırrı bildiği doğru ama nedeni çok daha önemli. O notu yazmana sebep olan olay da sandığından çok farklı ama sen nasıl olsa bana inanmıyorsun. Yasemin ile sandığın şey olmadı aramda. Başını ve sonunu bilmediğin bir olay ile beni yargılıyorsun. Eğer beni dinleyecek kadar sevmiyorsan burada boşuna duruyorum.” Sarp arkasını döndü ve arabasına bindi. Ekin elinde kitapçıdan aldığı kitapların bulunduğu poşet öylece kalakaldı. Sarp arabasını çalıştırıp geldiği yerden geri geri çıktı. Ekin boşta olan elini hafifçe kaldırdı ama Sarp başını geri çevirmiş girdiği tek yönlü yolda geriye doğru arabasını kullanıyordu. Ekin’in aklında ise Sarp’ın söylediği sözler vardı.

0 yorum:

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro