1 Aralık 2006 Cuma

İkinci Perde - Birinci Bölüm

Bölüm 1: Novus Posterus (1)

Bahar aylarının hiç gelmeyeceğini hissettiren bir öğleden sonranın yaşandığı şehirde Sarp birkaç dakikadır bilgisayarının ekranına boş boş bakıyordu. Gelen e-postayı bir kez daha okudu. Onca işinin arasında niye böyle bir e-postayı okumaya tenezzül ettiğini bulmaya çalıştı ama aklına herhangi bir cevap gelmedi. Acaba bilinçaltı bir şeyler mi söylemeye çalışıyordu? Belki son üç ayın, yoksa dört ay mıydı, yorgunluğunu kaldıramadığını fısıldıyordu kulağına. Yeni durumlara alışmanın, yeni alışkanlıklar kazanmanın üç ay kadar sürdüğünü okuduğunu hatırladı hayal meyal. Eğer hatırladığını sandığı bilgi doğruysa üç aydan fazla olmamıştı.

Kendini işine veremeyeceğini anlayınca üç ay mı, dört ay mı olduğunu hesaplamaya karar verdi. Ekin’in okuldaki son senesinin başlamasını kutlamışlardı. Ekin’in okulu Eylül sonunda başladığına göre Ekim ayından itibaren bu durumun içindeydi. Ocak ayının ortasında olduklarını düşününce ilk hesabının doğru olduğunu anladı. Üç ay olmuştu babasından koltuğu devralalı.

Holdingin başına geçeceğini biliyordu ama bunun bu kadar erken olacağını hiç düşünmemişti. Daha çocuk sahibi bile olmamıştı. Nedense holdingin başına baba olduktan sonra geçeceğini düşünmüştü. Oysa ne Ekin’in ne de kendisinin çocuk yapmak aklından geçmişti şu ana kadar. Bu konuyu konuştuklarında ikisi de Ekin’in mezuniyetinden önce çocuk sahibi olmanın yanlış olacağını söylemişti. Gariptir ki o kararla holdingin başına geçmesinin de ertelendiğine inanmıştı.

Yaz sonlarına doğru babasının emekli olmayı planladığını öğrendiğinde bunun bir-iki ay içinde gerçekleşeceğini hiç düşünmemişti ama az önce yaptığı hesaba göre Ekim ayında Orhan Bey bayrağı Sarp’a teslim etmişti. Oysa babasının emekliliğini torun sahibi olmasından sonra göreceğini düşünmüştü. Teknik olarak Orhan Bey dede olmuştu. Yelda ile Serkan’ın ikiz çocukları pek tabii ki Orhan Bey’in torunlarıydı.

Yeğenlerini düşününce yüzünde bir gülümseme belirdi. Daha iki yaşında olmalarına rağmen bütün aileyi parmaklarında oynatıyorlardı. Özellikle de Orhan Bey’i. Gerçi Feryal Hanım’ın durumu da, her ne kadar belli etmek istemese de, Orhan Bey’den farklı değildi. Sarp, annesinin ikizlerle gündüzleri ilgilenmesinin bile yeterli bir işaret olduğunu biliyordu. Yelda, doğumdan sonra evde kalıp çocuklarını büyütmekle seneler önce Berna ile başladıkları işe devam etmek arasında kalınca Feryal Hanım’ın yardım eli kız kardeşinin ikilemine çözüm olmuştu. Önceleri yarım gün olarak başlayan işe geri dönme ikizler yaşını doldurduktan sonra tam güne çıkmıştı.

Sarp belki daha bir süre bu şekilde düşünmeye devam edecekti ama kapının açılmasıyla düşüncelerinde sıyrıldı. Kapının çalınıp çalınmadığından bile emin değildi. Serkan içeri girerken selam verdi. Sarp’tan bir cevap beklemeden “Hazırsan çıkalım, babam bizi bekliyordur.” dedi. Sarp bir süre Serkan’ın neyi kastettiğini anlamaya çalıştı. Yüzündeki boş ifadeden olsa gerek Serkan “Seninle konuşmak istediğini söylemişti... Sen de birlikte gitmemizin daha doğru olacağını söyledin.” diye açıklama gereği hissetti. O anda Sarp babasının kendilerini niye çağırdığını hatırladı. Emekli olsa bile Orhan Bey elini holding işlerinden çekemiyordu ve şimdi de Sarp’ın aldığı bir kararı babası karşısında savunması gerekiyordu. Hatırladığını belirtir bir şekilde başını salladıktan sonra “Birazdan çıkarız. Önce yarınki programımı Ayça’dan öğreneyim. İstersen sen çık.” diye devam etti.

......

Ekin sınavdan çıktığında en sona en kolay dersin sınavının kaldığını düşündü. Üniversitedeki en rahat senesi bu sene olmuştu. “Son bir sınav daha kaldı.” diye geçirdi aklından. Saatine baktığında akşamki yemek için hala fazlasıyla vakti olduğunu düşündü. Berna ve Yelda dört sene gibi bir sürede kafe-bar işletmeciliğinde çok yol kat etmişti. En sonunda Feyzo Baba’yı yeni açmak istedikleri yere ortak olmaya ikna etmişlerdi. Aslında Ekin bunun biraz da minnettarlık için olduğunu biliyordu. Feyzo Baba’nın her tür sudan bahanesine cevap vermişlerdi. En sonunda Feyzo Baba’nın ortaklığı reddedecek bahanesi kalmayınca da hazırlıklar yapılmıştı ki Yelda ve Berna bu konuda zehir gibiydiler. Dört senede kendilerine oldukça saygın bir isim yapmışlardı. Bir marka olmayı başarmışlardı bir anlamda.

Saatine tekrar baktığında az önce baktığından beri beş dakika geçtiğini gördü. Akşam trafiğinin en yoğun olduğu şu dakikalarda karanlık da iyiye çökmüştü. Sarp’ı aramak için çantasının içinden cep telefonunu bulmaya çalışırken iki kişinin kendisine seslendiğini gördü. Seslenenlerin kim olduğunu anlamak için başını kaldırdı ve Serpil ile Erdem’in kendisine doğru yaklaşmakta olduğunu gördü. İkisine el salladıktan sonra tekrar çantasının kim bilir hangi gizli köşesinde saklanmış olan cep telefonunu aramaya koyuldu. Dönemin başından beri samimi olduğu iki arkadaşı yanına geldiğinde Ekin hala telefonunu bulamamıştı. Serpil ve Erdem gülümseyerek ne yaptığını sordular.

“Şu lanet olasıca cep telefonunu bulmaya çalışıyorum. Sarp’a beni gelip almasını söyleyecektim. Görümcemle yakın bir arkadaşımızın açtığı yeni mekânın şerefine bir kutlama yapacağız kendi aramızda. Sarp’a evde olacağımı söylemiştim ama sınavım beklediğimden daha uzun sürünce bu trafikte bir de eve gitmek istemiyorum.” Bunları söylerken hala eli çantasının içinde, telefonu bulmaya çalışıyordu. “...ama önce şu telefonumu bulmam lazım.” dedi bıkkın bir ses tonuyla.

“Galiba bizim bara gidip içme teklifimizi geri çevireceksin...” diye mırıldandı Erdem. Ekin yüzünde bir gülümsemeyle başını kaldırdı ve Erdem’in gözlerinin içine baktı. Erdem bir an ne olduğunu anlayamadı ama hemen gözü Ekin’in üç parmağıyla tutarak salladığı telefona takıldı. Gülümsemenin kendisine olmadığını anlayınca da belirsiz bir ifade yüzünden geldi geçti.

“Haklısın, teklifinizi geri çevirmek zorundayım. Neyse, ben eşimi arayayım. İsterseniz o gelene kadar börekçide takılabiliriz. Bir şeyler içeriz.” Erdem sessizce Serpil’e döndü ve alaycı bir tonla “Hanımefendinin, pek sevgili eşini aramasını bekleyelim.” diye fısıldadı. Doktorasını yapmakta olan biri olmasına rağmen bu haliyle liseyi yeni bitirmiş birinin olgunluğuna sahip görünüyordu.

......

Serkan evden çıktıkları andan itibaren Sarp’a göz ucuyla bakıyordu. O kadar seneden sonra en yakın dostunun canının sıkkın olduğunu anlaması için tek bir bakış yeterliydi. İşin açıkçası Serkan sebebin ne olduğunu gayet iyi biliyordu. Orhan Bey’le konuşmalarından sonra Sarp sessizliğe gömülmüştü ve Serkan bunun iyiye işaret olmadığını biliyordu. Daha da kötüsü bu durumun oluşmasında kendisinin de payı vardı.

Arabalarının olduğu yere doğru yaklaşırken sesindeki kırgınlığı saklama zahmetine katlanmadan “Babamın bunu yaptığına inanamıyorum.” dedi. Serkan bu sözle birlikte baraj gölündeki ilk çatlağın gittikçe büyümesi gibi bu konuşmanın gittikçe büyüyeceğini biliyordu. Sarp, “Aylar öncesinde kucağıma emekli olacağı bombasını koydu ve bana holdingin başına geçme zamanımın geldiğini söyledi.” diye sözüne devam etti. “Oysa şimdi gelmiş...” deyip sustuğunda sözünün havada kalmasına aldırmadan sustu.

Serkan bir söz etmesi gerektiğini biliyordu ama ağzını açmasıyla kendisi de Sarp’ın sözlerinin hedefi haline gelecekti, gayet iyi biliyordu. İçindeki suçluluk duygusu Sarp’ın sözlerinin hedefi haline gelmeyi hak ettiğini söylüyordu cılızca. “Sarp... Baban ne derse desin holdingin başında olan sensin ve senin kararın uygulanır.” diye sakinleştirmeyi denedi ama bunun ateşi daha da alevlendireceğini gayet iyi biliyordu.

“Öyle mi dersin? Nedense bana hiç öyle gelmiyor! Her kararımı bu şekilde sorgularsa ben nasıl yönetimin saygısını kazanacağım? Bir karar aldım ve bunu uygulamak için ne lazım geliyorsa yapacağım. Eğer holdingin lideri bensem her kararımı sorgulamaktan vazgeçmesi lazım, eğer lider oysa emekli olduğu yalanını söylemeyi bırakması lazım!” Gerçekten de Sarp’ın ne kadar kızgın olduğu yükselen sesinden belli oluyordu. Serkan vereceği cevabın yangını söndürecek köpüklü su olmadığını biliyordu ama konuşmanın şekli ona başka seçenek bırakmıyordu.

“Senin kararını sorgulamıyor, Sarp...” Biraz tereddütten sonra “sadece bunu...” diye devam etti ve o an o baraj gölünün kapaklarının tümden açıldığını sezdi. Durgun su akacak yer bulmuş gibi tüm ihtişamıyla gürlemeye başlayacaktı.

“Sadece bunu?!” Bir defa yeterli olmamışçasına Sarp sesini biraz daha yükseltip “Sadece bunu?!” diye devam etti. “Onun koltuğuna oturduğumdan beri gölgesini hep üstümde hissediyorum. Başlarda sorun yoktu çünkü hem işi öğreniyordum hem de iyi olmak için motivasyon oluyordu ama bu... Bu proje üzerinde ne kadar süredir çalışıyorum, biliyor musun?” Serkan kafasında sorunun cevabını bulmaya çalıştı ama Sarp’ın ne kadardır bahsettiği proje üzerinde çalıştığını bilmiyordu. Bilmediğini göstermek için boş gözlerle Sarp’a baktı. Sarp da bilmediğini anlamış gibi “Geçtiğimiz Temmuz başından beri!” diye cevap verdi. “Yani yarım seneyi aştı... Anlıyor musun, yarım seneyi aştı! Bu proje benim için onur meselesi artık ve...” diye devam ederken yine sözleri havada asılı kaldı. Sarp, Serkan’ın gözlerinin içine baktı ve “...senin bana destek olacağını düşünmüştüm, babamın tarafında olacağın aklıma gelmemişti.” diye sözünü tamamladı. Serkan böyle bir söz duyacağını biliyordu ama bilmek bir dostun yüzündeki hayal kırıklığını görmeyi kolaylaştırmıyordu. Özellikle de o hayal kırıklığının sebebi kendisi olunca...

“Sarp, bu mesele taraf olma meselesi değil. S&S şirketi ile ortaklık güzel ama çok riskli bir iş. Ben sadece bu riski almanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. Onların denizaşırı nakliyatını yapma fikri beni de heyecanlandırıyor ama risk çok yüksek.”

“Serkan, bari sen bunu söyleme. Risk almadan nasıl büyüyeceğiz? Bu ortaklığı gerçekleştirebilirsek bir üst lige çıkacağımızı görmüyor musun?” Görüyordu görmesine ama Sarp’ın bu ortaklığın risklerini gördüğünden emin değildi.

“Risk almamız gerektiğinin farkındayım. Ben sadece... bunun çok büyük bir risk olduğunu düşünüyorum.” Sarp cevap vermek üzereyken telefonunun sesiyle irkildi. Arayanın Ekin olduğunu Serkan’a mırıldandı. Serkan bu anın gergin konuşmayı bitirmek için uygun bir an olduğunu düşünüp Yelda’nın yanına gitmesi gerektiğini bahane ederek arabasına doğru adım atmaya başladı. Sarp da telefona cevap verirken “tamam” manasında başını salladı.

......

Yelda akşam için planladıkları yemeğin son hazırlıklarını yapıyordu. Feyzo Baba ile ortaklık fikri Berna ile ikisinin kafasında olgunlaşmaya başladığında ki bu fikrin ortaya çıkmasında Sarp’ın da payı vardı, hiç beklemedikleri bir engel ile karşılaşmışlardı. İki inatçı kadın olarak bu engeli aşmak için ellerinden gelen tüm çabayı harcamışlardı ve Feyzo Baba’yı sonunda ortaklığa ikna etmişlerdi. Kafe-bar işletmeciliğinde kendi kimliklerini buldukça yeni mecralara akma isteği oluşmaya başlamıştı. Biraz da bu sebepten Feyzo Baba ile ortaklık hem Berna’nın hem de Yelda’nın gözüne hoş görünmüştü. Feyzo Baba başlarda oldukça gönülsüz görünmüştü ama o bile bu ortaklığın tüm tarafların yararına olduğunu görmüştü.

Berna ile bu ortaklık hakkında konuştuklarında her ikisi de kafe-barda yakaladıkları hizmet çizgisini bu mekânda da devam ettirmeleri gerektiğinde hemfikir olmuşlardı. Yelda anayasaları dediği kuralları aynı anda söyledikleri o anı hatırladığında gülümsemekten kendini alamadı. Hiçbir zaman popülaritene güvenme. Her zaman daha iyi hizmet etmenin yollarını ara. Asla kaliteden ödün verme. Ucuzluğu değil, kaliteyi hedefle. Belki Feyzo Baba ile olan ortaklıklarında biraz daha ucuz bir yer olmayı hedefleyeceklerdi ama -Serkan ve Sarp’ın bazen kullandığı terime göre- bunun sebebi müşteri profillerinin farklı olmasıydı.

Feyzo Baba açılmayı bekleyen mekânı incelemekle meşgul olan Yelda’ya yaklaştığında Yelda’nın kendisini hala fark etmediğini gördü. Boğazını temizleyerek varlığında Yelda’yı haberdar etti.

“Sen misin Feyzo Baba, bu tarafa geçtiğini fark etmedim.” dediğinde masaların olduğu tarafı işaret ediyordu. Yeni ortaklığı kutlama kararı aldıklarında en iyi yerin açılacak yeni mekân olacağına karar vermişlerdi. Bir anlamda test edeceklerdi yemekleri ve servis kalitesini.

Feyzo Baba’nın daha iyi anladığı bir iş olduğu için kebap ağırlıklı bir yer açmayı planlıyorlardı. “Artık büyük patron olduğuna göre kebap ustasını bulmak da sana düşüyor.” demişti Sarp, neşeli bir ses tonuyla. Gece birlikte yiyecekleri yemekte hem eğlenecekler hem de jüri olacaklardı. Eğer kendileri beğenmediği sürece müşterilerin beğenmesini beklemek hata olurdu. “Ne kadar tecrübe kazanmış olsam da bu yeni mekân konusunda gerilmekten kendimi alamıyorum.” diye öyle amaçsızca konuştu Yelda. Özel bir sebebi yoktu bunu söylemesinde, sadece sessizliğin sıkıntılı gazabına yenilmemek için aklına gelen dökülüverdi ortalığa. Feyzo Baba sadece gülümsemekle yetindi. “Suç ortağın burada olmadığına göre boşuna kuruntu yaptığını söylemek bana düşüyor sanırım.” diye telkinde bulunduktan sonra kısa bir süre durakladı ve “Adını anmışken, Berna hanım kızım nerede?” diye sordu. Yelda zorlu geçen doğumdan sonra Serkan’ın kendisine aldığı onlarca hediyeden biri olan kolundaki saate baktıktan sonra “Birazdan burada olur, sipariş ettiğimiz yabancı biralar bugün elimize geçecekti. Onunla ilgilenip gelecekti. Belli ki aracın gelmesi gecikti.” diye cevap verdi.

......

Sarp, Ekin’in yanına varana kadar sakinleşmeyi başarmıştı. Serkan’ın da babası gibi kendisinden farklı düşünmesi onu şaşırtmıştı. En azından onun risk almadan iş dünyasında başarının mümkün olmadığını biliyor olması gerekirdi ama bundan çok en eski dostunun onu babasının karşısında yalnız bırakması canını sıkıyordu. Sırtından bıçaklandığı düşüncesi aklının derinliklerinden yüzeye çıkmaya çalışıyordu. Bunun ne kadar saçma olduğunun farkındaydı ama Shakespeare’in Julius Caesar adlı oyunundaki “et tu, Brutè?” sözü aklını zorluyordu. İşi fazlasıyla dramatize ettiğini düşününce gülümsemekten kendini alamadı. Hem Serkan’ın her dediğine onay vermesi uzun vadede holdingin geleceği açısından yararlı değildi.

Ekin’in bahsettiği börekçiyi bulması zor olmadı. Serkan da Ekin’in şu an okuduğu üniversiteden mezun olduğu için buraların pek de yabancısı değildi. Yabancısı bile olsa en merkezi yerdeki mekânı bulması zor olmazdı. İçeri girince gözleri karısını bulmakta gecikmedi. Yanında iki kişini olduğunu görünce o iki kişinin kimler olduğunu merak etti.

Ekin eşinin geldiğini sezmiş oturduğu yerden arkasına döndü. Sarp’ı görünce yüzünde bir gülümseme belirdi. Sarp yanına yaklaşırken o da ayağa kalktı ve kocasının eğilip yanağında öpmesine izin verdi. Sarp’ın bakışlarını takip edince Serpil ve Erdem ile hiç tanışmadığını hatırladı.

Sarp, Serpil’in adını hatırlıyordu çünkü Ekin onun kendisiyle yaşıt olduğunu söylemişti. Özellikle ilk zamanlarda Ekin bunu biraz dert ettiği için Serpil’in Ekin ile aynı yaşta olmasına sevinmişti ama karşısında duran kadın hiç de kafasında canlandırdığı gibi biri değildi. En başta uçları kızıla boyanmış siyah saçları aklındaki sarışına tersti. Oysa Ekin hiçbir şekilde Serpil’in sarışın olacağını ima etmemişti. Üzerindeki kıyafet de aklındaki tarza hiç uymuyordu. Krem rengi fitilli kadife pantolon ve yakası geniş, triko mor bir bluz içinde tozpembe yarım boğazlı bir badi pek tabii ki Ekin’in giyim tarzından çok farklıydı. Neden Ekin’in arkadaşının da Ekin’in tarzında giyineceğini düşündüğüne kendi de bir anlam veremedi. Daha da şaşırtıcı olanı -eğer tokalaşma bir işaretse- vurdumduymaz birine benziyordu. Dikkatini Erdem’e çevirirken aklından henüz tanıştığı kadınla eşinin tek ortak noktasının aynı yaşta olmaları mı olduğunu düşündü.

Erdem, öte yandan, Sarp’tan biraz daha uzun ama daha zayıf görünüyordu. Sarp bir an için Erdem’in zayıf olduğu için mi kendisinden uzun göründüğünü, yoksa uzun olduğu için kendisinden zayıf mı göründüğünü sorguladı. Tokalaşırken göz göze geldiklerinde çok kısa bir süre, belki bir göz açıp kapamadan bile kısa süren, küçümseyici bir bakışın Erdem’in yüzünden gelip geçtiğini sandı. Ne kadar kendini tersi için kendini zorlasa da masadaki hemcinsinin varlığından rahatsız oldu. Hoşuna gitmeyen, adını koyamadığı bir his Erdem’den rahatsız olmasına sebep oluyordu. Eşlerinin yanında gördüğü erkekten rahatsız olan kocalardan olmamak için aklındaki olumsuz düşünceleri bir kenara attı. Ekin’in önündeki bitki çayını bitirmesini beklerken yeni tanıştığı iki kişiyle keçiboynuzu kadar doyurucu çene çaldı.

......

Serkan içeri girdiğinde Feyzo Baba’yı bir masanın yanında eğilmiş şekilde buldu. Yanına yaklaşırken ayak seslerini duyan Feyzo Baba başını Serkan’dan yana çevirdi. “Yüzünü gören cennetlik...” diye yarı şaka, yarı ciddi bir selamlanmak Serkan’ı şaşırtmadı çünkü birkaç haftadır görüşememişlerdi. Yine de kendini savunmak için alışılmış mazeretlerden birini kullanmaktan geri kalmadı. “Öyle olsun bakalım” ise umduğundan da iyi tepkiydi. “Sen ne yapıyorsun öyle yere çökmüş?” diye sormaktan kendini alamadı. “Karın mutfak tarafına geçip akşam menüsü için neler olduğunu yeniden kontrol ediyor. Ben de can sıkıntısında sallanıp duran şu masanın ayağının altına kâğıt sıkıştırıp düzeltmeye çalışıyordum.” cevabını alınca Feyzo Baba bir anlamda soracağı ikinci soruyu da cevaplamış oldu. Serkan etrafına bakınırken Feyzo Baba ayağa kalktı ve Serkan gibi ahşap ağırlıklı masa ve sandalyelerin bulunduğu yemek salonuna göz gezdirdi. Duvarlara asılmayı bekleyen resimler asılacakları yerin dibinde duvara yaslı şekilde duruyordu. Ocakbaşının hemen yanında yer alan mutfağın kapısından Yelda’nın geldiğini gördüğünde Feyzo Baba’nın “Hah, karın da geldiğine diğerleri gelen kadar oturup laflayabiliriz.” dediğini duydu.

......

Arabaya bindiklerinde Sarp’ın aklından babasıyla arasında geçen konuşmadan dolayı oluşan sıkıntıyı Ekin’e yansıtmaması gerektiği geçiyordu. İşle alakalı konularla Ekin’in canını sıkmanın lüzumu yoktu. Suskun kalmasının soru işaretlerine sebep olacağını bildiği için Ekin’e sınavının nasıl geçtiğini sormakla söze başladı. Ya Ekin’in son sınavıydı ya da son bir sınavı kalmıştı, tam hatırlayamıyordu. Ekin, sınavının iyi geçtiğini söylediğinde içini büyük bir mutluluk kapladı. Hiç olmazsa Ekin’in günü iyi geçmişti. Başka sınavı kalıp kalmadığını sormaya ise çekiniyordu çünkü sınav takvimini konuştuklarını iyi hatırlıyordu. Sadece o son sınavın ne zaman olduğu bit türlü aklına gelmiyordu. Ekin, “kalan son sınavım bu dersten daha kolay olacak” dediğinde Sarp üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi hissetti. Daha önce konuştukları bir konuyu tekrar sormadan cevabını aldığı için rahatladı.

Ekin, sınav ve ders konularını daha fazla konuşmak niyetinde değildi. Konuyu değiştirmek için “İyi ki seni eve gitmeden önce yakaladım. Boşuna eve kadar gidecektin yoksa.” dedi.

“Ben de babamlara uğramıştım, tam oradan çıkıyordum sen aradığında.” Ekin meraklı gözlerle Sarp’a bakarak “babalara mı” diye uğradı.

“Evet, işle ilgili bir konuyu konuşmak için beni çağırdı.” Ekin gülümsemekten kendini alamadı. “Baban emekliliğe bir türlü alışamadı. Hala senin ne yaptığını merak ediyor.” diye karı-koca konuşmasını devam ettirdiğinde Sarp’ın yüzünün asık halinin arabayı dikkatli kullanmak için olduğunu sandı. Sarp ise karısının sınavlardan ve derslerinden konuşmak istememesi gibi babasının holdingin işlerine karışıyor olmasından bahsetmek istemiyordu. En azından böyle bir gece öncesi... O da konuyu değiştirmenin en iyi ol olacağı düşüncesiyle “Üniversiteden iki arkadaşınla ancak şimdi tanışmış olmam da çok ilginç.” dedi. Ekin bir süre Sarp’ın dediği hakkında düşündü ve o kadar süre içinde üniversitede edindiği arkadaşlarla tanışmamış olduğunu fark etti. “En azından adlarını biliyordun.” diye cevap verdi. Sarp, “Hm, evet ama sadece Serpil’i hatırlıyorum. Erdem’den bahsetmiş miydin önceden? Ondan bahsettiğim emin değilim.” diye karşılık verdi.

Ekin bir an Sarp’ın söylediklerinin arkasında bir ima olduğu hissine kapıldı ama eşinin yüzüne baktığında az önce baktığından gördüğü yüz halinden farklı bir ifade görmedi. Boşuna kuruntu yaptığı düşüncesiyle imalı bir söz söylediği fikrine omuz silkti.

“Bir-iki defa bahsi geçti. Zaten dönem başında geldi. Başka bir üniversitede doktora yapıyormuş. Mühendislik öğrencilerinin aldığı teknik resim dersine giriyor.”

“Sen nasıl tanıştın ki?” Sarp, sormaktan alamadığı için kendine kızdı. Neyse ki Ekin gayet sakin şekilde “Serpil’in eskiden arkadaşı olduğu için ben de tanıştım. Aslında tam da arkadaşı sayılmaz ya...” diye cevap verince rahatladı.

“Tam arkadaş sayılmaz?” Ekin bu sorunun geleceğini biliyordu ama kendisinin bile tam olarak cevabını bilmediği bir soruya nasıl cevap vereceğini bilmiyordu. Serpil eskilerden pek bahsetmiyordu. Bölük pörçük öğrendiklerinden anladığı kadarıyla Erdem, Serpil’in ölen nişanlısının ağabeyiydi. Bu kadar bilgiyi öğrenmesi bile Serpil ile uzun süre arkadaşlık yapmasından sonra olmuştu. Bildiklerini Sarp’a anlatınca bakışları akıp giden trafikte olan eşinin yüzünden bir şaşkınlık bulutunun geçtiğini fark etti. Sarp sadece “üzüldüm” diye tepki verdi ve “bu durumda Erdem yardımcı doçent mi oluyor” diye sordu.

“Ben de tam bilmiyorum ama anladığım kadarıyla henüz öyle bir şey yok. Kadro açılması gerekiyormuş galiba. Tamamen yanlış da olabilir bu söylediklerim...” Sarp, Ekin’in verdiği cevap veriş şeklini nedense oldukça eğlenceli buldu ve gülümsemekten kendini alamadı.

......

Yeni ortaklığı kutlama bahanesiyle yenecek yemeğin beklenen grubun iki üyesi kapıdan içeri girdiğinde Feyzo Baba ve Yelda mekânın eksikleri üzerinde konuşuyorlardı. Serkan ise elinden geldiği kadar onlara ayak uydurmaya çalışıyordu ama Yelda’nın arada kendisine gönderdiği bakışlardan çok da işe yarar sözler etmediğini fark ediyordu. Ancak ne kadar susmaya karar verse de bir süre sonra sıkılıyor ve ağzından birkaç söz dökülüyordu. İşte tam bu anda içeri giren Sarp ve Ekin bir anlamda Serkan’ın kurtarıcısı olmuştu. Ancak sıkılmaktan kurtulduğu heyecanıyla Sarp’la arasında oluşan gerilim akşamki yemeği ne kadar etkileyebileceğini düşününce gerilmekten kendini alamadı.

Sarp ve Ekin yanlarına yaklaşırken gerilimi de artmıştı. Yemeğin tadının ikisinin yüzünden kaçmasını istemiyordu. Onları gördüğüoruya nasıl cevap vereceğini bilmiy için Ekin gülümsüyordu. Daha güzeli Sarp da gülümsüyordu. Serkan bunu görünce ağırlığını hissettiği gerilimin üzerinden kalktığını hissetti. Sarp ile göz göze geldiklerinde ise o gerilim bir an için de olsa tekrar ağırlığını Serkan’a hissettirdi. Birbirini tartan bakışmadan sonra sözlere gerek kalmadan akşamüzeri Teksoyların bahçesinde yaşadıkları ve küçük olduğunu umdukları anlaşmazlığı bir kenara bırakma kararı aldılar.

“En son gelen biz değiliz, ne iyi.” diye söze girdi Ekin hala gülümsemeye devam ederek. “Berna Hanımlar neredeler?” diye sordu şakacı bir ses tonuyla ve yüzüne yerleşmiş olan gülümsemesini birazcık bile azaltmadan.

“Sana da merhaba canım.” diye karşılık verdi Yelda, Ekin’in şakacı ses tonunu yakalayarak. Ekin gülmekten kendini alamadı. “Kusura bakmayın, herkese merhabalar.” derken orada olanların oturduğu masanın etrafındaki boş sandalyelerden birine oturdu. O sırada Sarp da Ekin’in karşısındaki yere otururken “herkese selamlar” dedi. O da Ekin’in neşeli halinden etkilenmiş yüzündeki gülümseme daha da artmıştı.

Karşılıklı selamlaşmadan sonra Sarp ile Ekin etrafı gözleriyle taradılar. İkisi de başını onaylar şekilde salladıktan sonra “Hiç de fena iş çıkarmamışsınız. Yemekler de mekânın görüntüsü kadar iyiyse burada yemek yemeyi düşünebiliriz, değil mi hayatım?” diye konuştu Sarp. “Tabii ki geleceksiniz, sanki başka şansınız varmış gibi...” diye karşılık verdi Yelda. Herkes onun cevabına gülerek cevap verdi ama Sarp’ın bu şakalaşmayı bitirmeye niyeti yoktu. “Bilemiyorum vallahi... Hatır-gönül ilişkisiyle işi yürütmeyi planlıyorsanız hiç başlamayın derim.” diye son bir sataşmada bulundu. Ekin, Yelda’nın cevap vermesine fırsat vermeden “Boşuna konuşuyorsun Sarp, Feyzo Baba’nın bu işlerden anladığını biliyoruz. Yelda ile Berna da barın işletmeciliği konusunda ne kadar iyi olduklarını kanıtladılar. Her şey işlerin yolunda gideceğini gösteriyor.” diyerek araya girdi. Feyzo Baba bir kahkaha patlattıktan sonra “Ee! Sarp, evlat... Gördüğün üzere asıl önemli kişiyi yanımıza aldıktan sen ne desen boş. Ekin kızım şimdiden bizim yanımızda yer alıyor. Bundan sonra sen ne desen boş.” dedi.

Sarp, tatlı atışmalarda yalnız kaldığını anlayınca daha fazla konuşmanın gerçekten boşa olduğunu fark etti. “Öyle olsun bakalım. Şaka bir yana Bernalar nerede kaldı?” derken kapıya bakıyordu. Yelda, “birazdan gelirler” derken saatine baktı ve Berna’yı arayıp nerede kaldıklarını sormasının iyi olacağını düşündü.

Kapıdan içeri Berna tek başına girdiğinde Yelda telefonun arama tuşuna basmıştı bile. Ortağını görünce aramayı sonlandırdı ve meraklı gözlerle Berna’ya baktı çünkü Berna’nın canı sıkkın görünüyordu. Sarp “Yalnız gelmişsin. Yoksa pek sevgili kocan gelmiyor mu?” diye sordu. Gecenin eğlenceli havasına kendini kaptırmış olmanın etkisiyle Berna’nın biraz sıkkın olduğunu fark edememişti.

“Son anda toplantısı geç saate ertelenmiş. Büyük patronun uçağı rötar yapınca akşamüzeri yapılacak toplantı geçe alınmış.” Berna’nın sıkıntısı sesinden anlaşılıyordu. Feyzo Baba, Berna’nın sıkıntısını azalmak için “Aşk olsun kızım, canını sıktığın konu bu mu?” diye sordu ve “Hep erkekler mi karıları olmadığı zaman hovardalık yapacak. Bak, senin eline fırsat geçmiş. Bu akşam da sen hovardalık edersin.” diye devam etti. Berna hala sıkkın görünüyordu. Yelda hemen söze karıştı ve “Kesinlikle katılıyorum. Şekerim, bence de eline fırsat geçmişken değerlendir. Şahsen, ben senin yerinde olsam fırsatı değerlendirirdim.” diye şakacı bir ses tonuyla konuştu. Serkan “hey” diye tepki vermekte gecikmedi. Serkan’ın verdiği tepki masadakilerin ve Berna’nın gülmesine sebep oldu. Yelda ise Serkan’a aldırmadan “Hem kimle hovardalık yapacağını da düşünmen gerekmiyor. Bak burada kırlaşmış üç gün sakalıyla ve yine kırlaşmış ama dökülmemiş saçlarıyla Feyzo Baba duruyor.” diye konuşmaya devam etti. Berna’nın gülümsediğini görünce amacına ulaştığını fark eden Yelda Serkan’ın gönlünü almak için karşısında oturan eşinin elini tuttu.

Yemek için bekledikleri kimse kalmayınca servisin başlayabileceğine karar verildi. Onları bekleyen servis elemanlarına işaret edilmesiyle akşam emeği başlamıştı. Erkekler rakı içmekte kararlıydılar ama kadınlar kırmızı et ağırlıklı yemek yenileceği için kırmızı şarabın da yemekte iyi gideceğini iddia edince masada bir çeşit kadın-erkek ayrımı oluşmuştu. Kadeh kaldırmaya sıra gelince herkes Feyzo Baba’nın kadehlerini neye kaldıracaklarına karar vermesinde hemfikir oldu. Bir eksikle devam eden gecede Feyzo Baba yeni bir geleceğe kadeh kaldırdığında kimsenin itirazı olmadı buna, her ne kadar gelecek her zaman yeniyse de...

(1) Yeni gelecek (Latince)

0 yorum:

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro