12 Kasım 2006 Pazar

Hayat Bir Oyun - 1. Bölüm

Bölüm 1: Başka Biri

Kanepede oturmuş düşünüyordu. Elindeki kahve çoktan soğumuştu. Oysa O düşünmeye devam ediyordu. Niye düşündüğünü bile bilmiyordu ama o gün yaşadığı olayı düşünüyordu. Aklından olayların o şekilde gelişeceği geçmemişti. Aslında aklından hiçbir şey geçmemişti.

Başını kaldırıp oturma odasının duvarını birkaç aydır süsleyen artistik şekilde çizilmiş notaya baktı. Sadece bir notadan ibaret posteri gördüğünde içindeki isteğe karşı koyamamış ve şimdi duvarında duran posteri satın almıştı. Hangi nota olduğunu söylemek zordu ama o hep “la” notası olduğunu düşünmüştü ve şimdi de duvarında duran la notasına bakıyordu. Elindeki buz gibi olmuş kahveyi kenara koydu ve eline kağıt kalem aldı. Canı bir şeyler karalamak istiyordu. Belki bir şiir, kim bilir, belki de bestelenecek bir şarkı sözü yazası gelmişti. Tuhaftı çünkü bu isteğin ancak aşık olduğunda aklını meşgul ettiğini sanırdı.
......
Ekin’in canı tüm gün boyunca sıkkındı. Aslında sahildeki o çay bahçesinde çayını içip ayrılmaya karar verdiğinden beri sıkkındı. Önce para cüzdanını el çantasının içine koymayı unuttuğunu fark etmişti. İçtiği çayların parasını ödeyemeyeceğini anlayınca cep telefonundan Gönül’ü arayıp para isteyecekti ama aksiliklerin üst üste gelmesi kuralı bozulmasın diye cep telefonunun da el çantasında olmadığını görmüştü. Tüm bunlar yetmezmiş gibi garson da hesabı isteme konusunda çok ısrarcıydı. Derdini anlatmaya çalıştığında gördüğü muamele iyice çileden çıkmasına sebep olmuştu. Hırsız muamelesi görmek dokunmuştu. Üç çayın üzerine yatacak biri değildi ama nedense garsonun bunu anlamaya niyeti yoktu. İş ağız dalaşına kayarken ise şaşırtıcı bir olay olmuştu. Geldiğinde gözünün takıldığı o dalgın şekilde oturan adam yanlarına gelmiş ve çay parasını çıkarıp vermişti. İşte bu olay Ekin’in canını en çok sıkan olaydı.

Kendi çayını yudumlarken birkaç defa daha gözü takılmıştı aynı adama. Düşünceli görünüyordu, belliydi ki bir derdi vardı. Aslında Ekin’in umurunda bile değildi. O’nun kendi dertleri vardı ve zaten asıl amacı da kendi dertleri üzerine düşünmekti o çay bahçesine geldiğinde. Yine de arada kaçamak bakışlarla o adamın olduğu yöne doğru göz süzmekten kendini alamamıştı. O adamın ise etrafında olan bitenden haberi yoktu. Top patlasa duymayacak kadar dalgın görünüyordu.

Ekin sıkıntısını azaltmak için kitap okumaya başladığında daha ilk sayfalarda kitabın kahramanının kadının içkisini ödemeye kalkıştığının yazıldığını gördüğünde “ne kadar klişe” diye düşündü ama aklı yine unutmaya çalıştığı sabahki olaya kaydı. O adam da bir anlamda Ekin’in ‘içkisinin’ parasını ödemeye kalkışmıştı. O kitabın kahramanından farklı olarak gülümsenmekten biraz daha sert bir tepki görmüştü. Eh, bu gerçek hayattı. Ucuz aşk romanı değil... Hem hak etmişti de öyle davranılmayı. O’na ne oluyordu da başkasının işlerine burnunu sokuyordu. Tabii ki kızmaya hakkı vardı Ekin'in. Kendi başına da çözebilirdi içinde bulunduğu sorunu. Bunu düşünür düşünmez kendine yalan söylemesinin ne kadar saçma olduğu aklına geldi. Aklı bazen Ekin’e hiç yardımcı olmuyordu.

Oysa sabah niyeti bambaşkaydı. Oturup hayatını düşünecek, kendinden bir kere daha uzaklaşan hayallerine yanacaktı. Geçen sene de üniversite sınavına girmiş ve istediği bölümde okumaya hak kazanmıştı ama abisi yine yapmış yapacağını ve evin ipotek altına girmesine sebep olmuştu. Bazen çok kızıyordu bu olanlara. Kurtuluş’un yaptığı hataların bedelini hep tüm aile ödüyordu. Kalp krizi geçirmiş babasına Kurtuluş’un yaptıklarını anlatana kadar akla karayı seçmişlerdi. Annesi de, Ekin de babasının geçirdiği kalp krizinden sonra olanları kaldıramamasından korkmuşlardı ama yaşlı adam yine kızını şaşırtmayı başarmıştı. Ekin babasının bu güçlü haline hayrandı. Böyle olaylardan sonra babasına olan hayranlığı ve sevgisi daha bir artıyordu. Babasındaki bu gücü gördükten sonra kendi hayallerini ertelemek çok da zor bir karar olmamıştı. Üniversite sınavı her sene yapılıyordu ama evin ellerinden gitmemesi için herkesin katkısı lazımdı. Hem de hemen... Ekin çalışmasa bile üniversitede okuyamazdı. Eğitim para demekti ve ev ipotekliyken bir de Ekin’in okul masraflarının altına girmek ihtimal dahilinde değildi. O da her iyi yetiştirilmiş evlat gibi kararını vermiş ve üniversite hayallerini rafa kaldırmış ve şu an çalıştığı fabrikada işe girmişti. Yine de bazen isyan edesi geliyordu.

Düşüncelerinden sıyrılıp odasındaki kitaplarına baktı. Hepsinde farklı hayatlar vardı. Heyecanlar, aşklar anlatılıyordu birçoğunda ama Ekin’in huzura ihtiyacı vardı. Biraz bencil olabileceği, daima ailesini düşünmek zorunda olmayacağı daha kaygısız bir yaşama... Nedense bu çok uzak bir ihtimaldi ve bu yüzden de kendini bu sabahki gibi yalnız başına düşünürken buluyordu. Derdini kimseye de anlatamıyordu. Gönül’e bile...
......
Sarp elinde kağıt kalem birkaç satır karalamıştı ki aklı yine sabahki olaya kaydı. Dalgın şekilde o çay bahçesinde oturmuş son zamanlarda sıklıkla yaptığı gibi hayatının son sekiz ayını düşünüyordu ki karşı masaya hoş sayılabilecek genç bir kadının oturduğunu görmüştü. Tamam belki hoştan biraz daha fazlasını söylemek lazımdı, güzel sayılabilecek bir kadındı biraz iyimser olmak gerekirse. Dalgın görünüyordu o kadın. Arada gözleri O’na kaymıştı. Dalgın görünüyordu ama Sarp’ın başkasını düşünecek hali yoktu. Kendi dertleri O’na yetiyordu, bir de başkasınınkilerle ilgilenemezdi.

Kadının kalkmaya hazırlandığını görünce tuhaf bir hisse kapılmıştı. Sanki üzülür gibi olmuştu ama o his üzerine düşünmektense başını önüne eğip kendi dertlerine dönmeyi tercih etmişti. Derken o kadının çantasını karıştırıp umutsuzca bir şeyler aradığını fark etmişti. “Harika! Cep telefonumu da para cüzdanım gibi yanıma almamışım!” dediğini söylediğini duyduğunda garson kadının yanına gelmişti. İşler o andan itibaren kötüden daha kötüye gitmişti. Kadın durumunu açıklamaya uğraştıkça garson anlamamakta direnmişti. Yanlarına gidip çayların parasını ödemişti. Başka bir amacı yoktu. Bir teşekkür bile beklemiyordu ama karşılık olarak azarlama duyacağını da düşünmemişti.

“Ne yaptığını sanıyorsun sen?!?”
“Sadece zor durumda olduğunuzu gördüm ve yardım etmek istedim. Garsonun anlayışı biraz kıttı ve size zor anlar yaşatıyordu. Ben de iyilik...”
“Kimsenin iyiliğine ihtiyacım yok! Aklından ne geçiyordu, bilmiyorum ama şunu anla ki ben senin bildiğin kızlardan değilim!”

Aklından aralarında geçen konuşma kelimesi kelimesine geçiyordu. Bildiği kızlardan olmadığını söyleyip çekip gitmişti. Amacının sadece iyilik yapmak olduğunu açıklamasına bile izin vermemişti. Çekip giden yabancının arkasından bakakalmıştı. Şimdi ise aklına gelip duruyordu. Sebebini kendisine yapılan terbiyesizliğe vermek istiyordu ama sebebin bu olmadığına dair sinsi bir his aklına şakalar yapıyordu. Kaba haline rağmen o kadında değişik bir hava vardı. Daha önce tanıdığı kadınların hiçbirine benzemiyordu. Kesinlikle bambaşka biriydi...

Kalemi ve kağıdı bırakıp yan tarafta duran kahvesinden bir yudum aldı ama buz gibi kahve ile karşılaşınca yudumunu geri püskürttü. Bugün gibi günlerde konuşacak birilerini çok arıyordu ama Serkan’la bile konuşamıyordu aklından geçenleri. Dinlemeyeceğinden değil ama ne kadar dinlerse dinlesin anlayamazdı. Serkan’a çok yabancıydı içindekiler ve bu konuları konuşabileceği tanıdık birinin bu dünya üzerinde olduğundan da emin değildi. Belki bir yabancı anlardı içindekileri... Sahi sabahki yabancının adı neydi acaba?

0 yorum:

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro