24 Aralık 2006 Pazar

İkinci Perde - Yedinci Bölüm

Bölüm 7: Despero (1)

Atatürk Havalimanı’nın dış hatlar terminaline girdiğinde yüzüne çarpan sıcak hava olmasa dışarıdaki havanın soğuk olduğunu bile fark edemeyecekti belki de. Attığı her adımda boğulacak gibi oluyordu. “Neden?” sorusu dönüp duruyordu aklında, “Neden?... Neden yapmıştı bunu Ekin? Canı kadar çok sevdiği karısının bu yaptığı sırtına hançer saplamaktan farksızdı.

Eve gidip eşyalarını toplamadan önce o pislikle yüzleştiğinde yüzüne yumruğu indirmediği için çok pişmandı şimdi. Geri dönüşü de yoktu. Elindeki bilete gözü takıldı. Sekreterinin eline bileti tutuşturduğunda teşekkür edip etmediğini hatırlayamadı. Son dakika değişiklikleri yüzünden tüm planlar değişince işi hiç de kolay olmamıştı zavallı sekreterin. Tüm bunlara ek olarak alev almaya meyilli hali de hiç yardımcı olmamıştı işini yapmaya çalışan kadına.

Şoförü onu havaalanına getirirken gözleri dalıp dalıp gidiyordu boşluğa. Eski binalar, yeni yapılmakta olan binalar, boş alanlar -ne kadarı kaldıysa artık- hızlıdan geçip gidiyordu. Dış hatlar terminaline varana kadar gözleri boşluğa bakıp durmuştu Sarp’ın. Şimdi de elindeki bilete bakarak dalıp gitmişti. Ayakları onu check-in için yönlendiriyordu ama farkında olmasa bile iş seyahati gibi görünen yolculuğu, iş seyahatinden çok öteydi. Bir kaçıştı, bir anlamda gerçekle yüzleşememeydi.

Business Class yolcularına ayrılan kontuara yaklaşıp elindeki bileti uzatırken ilk aktarmada Business Class uçmadığını hatırladı. Aklının başında olmadığını gösteren bir işaret daha diye düşündü. Adım adım kaçışa yaklaştıkça daha da çok melankoli denizine dalıyordu.

Uçağa binip cam kenarındaki yerine oturduğunda yanına kimin oturduğuna bakmadı bile. Neyse ki yanına oturanın da muhabbet için Sarp’ı zorlamaya niyeti yoktu. Birkaç saat süren yolculuk sırasında uçağın minik camından dışarıya baktı ama gözü, altlarında kayıp giden yeryüzünü görmedi bile.

Berlin’de aktarma yapıp daha da uzun sürecek olan ikinci uçuşunda daha rahat koltukta oturmasına rağmen içindeki sıkıntı ve belki de üzüntü daha da arttı. Amerika’ya gitmesinin görünen sebebi de asıl sebebi gibi rahatsız ediciydi. Saat farkı yüzünden uyku düzeninin bozulmaması için yapacaklarını planlardı uçaktayken ama bu defa aklından geçenler zaman denen film şeridinin bir karesinde donup kalmış gibiydi. Diğer yolcuların hareketlenmesi olmasaydı saatler süren yolculuğun sonuna geldiklerini fark edemeyecekti bile. Gözünü kırpmadan ve oturduğu yerden kalkmadan tüm yolculuğu tamamladığını fark etmedi bile.

......

Berna bir ara Ekin’e uğramayı düşünüyordu ama uzun hafta sonundan sonra onu bekleyen işler yüzünden başını kaldırıp bir telefon bile edemedi. İlk başta Yelda ile birlikte Feyzo Baba’nın bahsettiği kadınla görüşmeleri gerekiyordu. O görüşme olana kadar ufak tefek aksilikler ortaya çıkınca sabahtan yapılması planlanan buluşma öğleden sonraya kalmıştı. Aksi gibi bir de Feyzo Baba’nın yaşadığı mahalleye giderken yolu şaşırmışlardı. Yelda vazgeçecek gibi olmasına rağmen Berna işi inada bindirmişti. Gecikmeli de olsa kadınla buluşmuşlardı.

Buluşma, işin aslı, bir iş görüşmesinden ziyade misafirliğe gitmek gibiydi. Gerçi Berna’nın ev kadınlarının misafirlik anlayışları konusunda somut bir fikri yoktu ama o kadınla -Gülbeyaz idi adı- konuşmalarından çok da farklı olmasa gerekti gündüz misafirlikleri.

Yemek zorunda kaldığı karbonhidratları düşünmek bile istemiyordu. Aklına geldikçe depresyona girmemesi ihtimal dâhilinde değildi. Onu sağlıklı yaşam konusunda bu kadar obsesif hale getirdiği için Mehmet’e de kızdı içinden. Bazen bir doktorla evli olmanın tek kötü yanı gecesinin gündüzünün olmaması değildi. Zaten Mehmet’in olur olmadık zamanlarda acil bir durum için hastaneye gitmek zorunda kalmasına da alışmıştı. Alışmak denmese bile bu gerçekle yaşamayı öğrenmişti.

Gülbeyaz Hanım ellilerinde olmasa bile ellili yaşlarına oldukça yakın görünmüştü Berna’ya. Çok baskın olmasa da Karadeniz şivesinin izleri belli oluyordu konuşmasında. Orada kaldıkları süre içinde kendisinden 12 yaş büyük kocasını birkaç sene önce kaybettiğini de öğrenmişlerdi. “Akciğer kanseri...” demişti laf arasında. “Doktorlar o kadar söylemişlerdi o cigara denen mereti bırakmasını ama dinlemedi.”

Kocasının ölümünü atlatmış gibi görünen kadının yaptıklarının tadına baktıkça Berna doğru yere geldiklerini anlamıştı. Eğer bu yaptıkları bir işaretse mısır unundan yaptığı ekmeklerin de gerçekten lezzetli olacağını düşünmüştü. Uzun süre ziyarete gelme amaçları dışındaki ne kadar konu varsa konuştuktan sonra asıl konuya geldiklerinde Yelda ile ikisi akıllarında olanı Gülbeyaz Hanım’a anlatmıştı. Gülbeyaz Hanım tam olarak ne istediklerini bilmediği için mısır unundan ekmek hazırlamadığını söylemişti. Berna, dul kadının sonrasında söylediklerini duyduğunda doğru kişiyi bulduklarını biliyordu.

“Her malzemem içime sinmeli. Şimdi unum da yoktu, alana kadar da size ekmeğimden pişiremem.” demişti Gülbeyaz Hanım, farkında olmadan Berna ile Yelda’nın ortak olduklarından beri özenle devam ettirdikleri anlayışı kendi sözleriyle iki ortağa söylemişti.

Ofiste oturmuş şakaklarını ovuştururken aklından bunlar geçiyordu. Gün diğer işlerin de etkisiyle beklediğinden daha yorucu geçmişti. Mehmet arayıp onu alabileceğini söyleyince hiç düşünmeden evet demişti. Kocasını beklerken gelir-gider tablosunu son bir kez daha gözden geçiriyordu ama gözleri de vücudunun geri kalan kısmı gibi haftanın ilk gününü bitirmesi gerektiğini söylüyordu. Bir an önce eve gidip kocasına sarılarak uyumak istiyordu. Ekin ile görüşmeyi daha sonra da yapabilirdi.

......

Ekin gözlerini araladığında önce nerede olduğunu anlayamadı. Etraf karanlıktı ve pencereden sızan ışık sayesinde etrafını ancak karaltı halinde görebiliyordu. Birkaç saniye nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Evinde, yatak odasında olduğunu anlamasıyla birlikte unuttuğu diğer gerçeklerde bir anda belleğine üşüştü. Nefesinin daraldığını hisseder gibi oldu. Halsizdi ve kendini olduğundan daha fazla hasta etmemesi için yattığı yerden kalkıp zorla da olsa bir şeyler yemesi gerekiyordu.

Yatak odasından çıkıp alt kata indiğinde hafta sonundan kalan masayı gördü. Sarp’ın hazırladığı masayı... Boğazında hissettiği düğüme sanki bir ilmek daha atılmıştı. Masadakilere dokunsa bir şeyler kaybolacakmış gibi gelse de bozulmaya yüz tutmuş yemekleri atması gerekiyordu. Ayakta zor durmasına rağmen bozulabilecek olan ne varsa hepsini çöpe attıktan sonra mutfağa girip yiyebileceği bir şeyler aradı. Vakit alacak, ağır bir şeyleri ne pişirecek ne de yiyecek hali vardı. Hazır çorbaların olduğu yere uzanıp kalan iki domates çorbası paketinden birini aldı ve halsizce kendine çorba hazırlamaya girişti.

Çorbası piştikten sonra çorba kâsesini yarısına kadar doldurup mutfaktaki iki kişilik masaya çöktü ve zorla da olsa çorbayı içmeye çalıştı ama ağzına götürdüğü alt tarafı bir çorba da olsa yutkunmak işkence gibi geliyordu. Yine de zorladı kendini. Bilinçaltı, Ekin’in yapamadığını farklı yollardan da olsa yaptırıyordu Ekin’e. Birkaç kaşık daha aldı ama daha fazlasını kaldıramadı. Kusacağını hissedince refleksle lavaboya koştu. Birkaç boş denemeden sonra kusma dürtüsünü bastırabilince halsizce derin derin nefes alıp vermeye başladı. Bir eliyle lavaboya dayanarak güç alırken gözleri aynadaki yansımasına takıldı. Berbat göründüğünü söylemek -tuhaf bir şekilde- olduğundan daha iyi göründüğünü söylemek olacaktı.

Soğuk suyu açıp avuçlarını doldurdu. Kısa bir duraklamadan sonra avucundaki suyu yüzüne çarptı. Sonra aynı işi tekrarladı. Suyun soğukluğu kendine gelmesini sağlıyordu sanki. Duş alması gerektiğini de fark etti. Hiç kimse ile karşılaşmamış olduğu için şanslı bile sayılırdı. Ne halde olduğunu görseler korkudan yürekleri ağızlarına gelirdi büyük ihtimalle.

Duşun suyunu açıp sıcak suyun gelmesini bekledikten sonra üzerindeki kıyafetleri çıkardı ve suyun altına kendini bıraktı. Duş jelini banyo süngerine boca ettikten sonra kendini pisliklerden arındırmaya çalıştı ama gerçekleştirmekte olduğu fiziksel eylemin metaforik bir yönü de vardı ve Ekin’in aklı kirli olanın sadece bedeni olmadığını söylüyordu. Kendini sabunlamak olarak başlayan eylem derisini kazımak istercesine kendini ovalamaya dönüştüğünde ayakta tutunabilmesini sağlayan o pamuk ipliği de koptu. Duşun altında ayakta duramayacağını fark edince kontrolsüzce bir yerlere dayanmaya çalıştı ama tutunacak bir yer bulamadı. Ruh hali de pek farklı değildi. Tutunacak bir kişisi yoktu. Kendini yalnız hissediyordu. Kendini suçlu hissediyordu ve en kötüsü de umudunun kalmadığını...

......

Sarp otel odasına vardığında bitkindi. Bitkinliğinin nedeninin ne olduğundan da emin değildi. Basit bir yol yorgunluğu ile açıklamak hata olurdu. Boğazının yanmakta olduğunu da hissediyordu. Başı da ağrımaya başlamıştı. Valizini boşaltan Meksika asıllı olduğunu sandığı gence bahşişini verdikten sonra kendini yatağa attı. Vardığını haber verse iyi olacaktı ama saat farkını da bahane ederek bunu yapmaktan vazgeçti.

......

Serkan kahvaltı masasında tek başına otururken düşüncelere dalmıştı. Karısının geldiğini bile duymadı.

“Annemle babam daha uyanmamışlar galiba.” Yelda’nın sesiyle daldığı düşüncelerden sıyrılan Serkan sanki bir an için emin olmak istermiş gibi etrafına bakındı ve ardından “Hı, evet.” dedi. Serkan’a biraz garip geliyordu o kadar erken kalkıyor olmaları. Yapacak işi olmayan birinin çok erken kalkması mantıklı gelmiyordu.

Portakal suyundan bir yudum aldıktan sonra yarım bıraktığı düşüncelerine daldı. Yelda, Serkan’ın bu suskun halini fark etmekte gecikmedi. Belli ki kocasının aklını kurcalayan bir şeyler vardı. Son birkaç haftada yaşanan olaydan sonra her şeyi öğrenmek isteyen Yelda işin gerçeğini öğrenmek için kocasına aklını neyin kurcaladığını sordu. Serkan çatalının ucuyla oynayıp durduğu yeşil zeytini rahat bıraktıktan sonra Yelda’ya baktı. Söze nasıl gireceğini tam da bilemiyordu. Gelişen olaylarda ne kadar payı olduğunu da bilmediği için Sarp’ın ani karar değişikliğinden bahsetmekle yetinmeye karar verdi.

“Cumartesi günü olanı hatırlıyorsun. İşler biraz karıştı holdingde ve sorunu çözmek için birinin Amerika’ya gitmesi gündeme geldi. Dün Sarp’ın son anda kendisinin gitmeye karar verdiğini öğrendim. Kafasında nelerin döndüğünü anlamaya çalışıyorum. Sanki kırk yıllık dostumu tanıyamıyorum gibi geliyor.”

“Gerçekten de tuhaf. Hiç de Sarplık bir hareket değil. Belki Ekin’in bir bilgisi vardır. Ona söylemiştir herhalde niye gittiğini.”

“Niye gittiği belli, benim aklımı kurcalayan niye gittiği değil. Niye aniden kararını değiştirdi ve neden yönetim kuruluna danışmadı? Neyse... Sabah sabah kafanı bunlarla şişirmeyeyim.”

“Yo yo!.. Aksine benim hoşuma gidiyor hiçbir şeyi saklamaman. Tüm detayı bilmesem de neler olduğunu bilmek hoşuma gidiyor. Sakın aklına tersi gelmesin.” Serkan’ın aklına ister istemez karısından sakladığı ve evlilik hayatlarını direkt olarak ilgilendiren o sır geldi. İçindeki sıkıntının daha da arttığını fark etti. Yaptığının doğru olduğunu biliyordu ama yine de aklına Mehmet’in söylediği geldikçe -özellikle böyle zamanlarda- vicdanının onu rahat bırakmadığını hissediyordu.

......

Sarp sıkıntılı bir gece geçirmişti. Yatağında doğrulduğunda boğazının şişmiş olduğunu ve yutkunmakta zorlandığını fark etti. Ateşi de vardı ve iyice halsizdi. Ekin’in anlattıklarını duyduktan sonra kendini dışarı attığında başta arabasını sürmüştü ama gecenin soğuğunda boğaz kenarına park ettiği arabasının önünde saatlerce dalgaların sesini dinlemişti. Dalgaların sesi yüreğinde kopan fırtınayı sakinleştirmişti ama o zamanın acısı şimdi soğuk algınlığı olarak çıkıyordu.

Oda servisini arayıp hafif bir kahvaltı ve yanında taze sıkılmış portakal suyu sipariş etti. Eğer evde, Ekin’in yanında olsa karısının ona bakacağını düşünmekten kendini alamadı. Ekin’i şimdiden özlemeye başlamıştı ve bu kadar uzakta ne aradığını sormaktan alamadı kendini. Cevabın Ekin’in sesiyle aklında belirmesi gecikmedi. Hayal gücü onu dayanamayacağı yerlere götürmeye başladığı sırada kahvaltısı geldi.

Kahvaltısını yaptıktan sonra kendisini daha iyi hissedeceğini ummuştu ama durum hiç de beklediği gibi olmayınca ilaç alması gerektiğine karar verdi. Ancak önce oteline vardığını haber vermesi gerekiyordu. Onun için sabah olsa da Türkiye’de akşam olmuştu bile. Önce evi arayacak oldu ama vazgeçti.

Serkan’ı aradığında arkadan çocuk sesleri geliyordu. İkizlerin o gürültüyü çıkarttığını düşündü ve içindeki buruk hisse engel olamadı. En yakın dostu mutluluğu bulmuştu. Kız kardeşiyle evlenmesini hatırladı. Yelda’nın zor geçen hamileliği sırasında tam bir değişime uğrayan ve gerçek bir aile babası olan dostunun ikiz çocukları olduktan sonra ne kadar mutlu olduğunu... Hiçbir zaman dile getirmese bile Serkan’ın bir gün sendeleyebileceğini düşünmüştü zaman zaman. Oysa sendeleyen o olmuştu. İlahi adalet dedikleri bu olsa gerekti.

Serkan’ın art arda seslenişleriyle daldığı düşüncelerden sıyrıldı. Konuşmaya başladığında Serkan’ın “Sarp? Sen misin?” diye sormasıyla söylemek istedikleri yerine ona cevap vermesi gerekti.

“Sesin ne kadar kötü geliyor. Hastalandın mı sen?” Serkan’a cevap verirken arkadan Yelda’nın sesini duydu. Serkan’ın elinden telefonu almakta gecikmeyen Yelda hemen ağabeyini sorgulamaya girişti. En sonunda bu kadar soruya dayanamayan Sarp sesini yükseltmek zorunda kalınca Yelda daha fazla üstelemedi. Telefonu tekrar Serkan’a verip ikizlerin yememekte ısrar ettikleri yemeklerini yedirmek için yanlarına gittikten sonra Sarp iş konusunda merak ettiklerini sormaya başladı.

Bir süre iş konusunda konuştuktan sonra Sarp başının iyice ağrımaya ve gözlerinin yanmaya başladığını hissetti. Tam vedalaşıp kapatıyordu ki Yelda’nın hâlâ orada olup olmadığını sordu. Kız kardeşi telefonu tekrar aldığında az önce sesini yükselttiği için özür diledi. Yelda sorun olmadığını, gülüp geçebileceklerini söyledikten sonra telefonu kapatıyordu ki Sarp kendisinin de beklemediği bir söz söyledi.

“Ekin’e de haber verir misin lütfen...” Yelda duyduğu karşısında o kadar şaşırmıştı ki “tamam” dışında bir cevap veremedi. Sarp’ın söylediğine hiçbir anlam veremiyordu. Niye böyle bir şeyi ondan istemişti ki? Sarp’ın istediğini unutmadan yapmak için Ekin’i aradı ama telefona cevap veren yoktu. Acaba mesaj bırakmak istemediği için mi ondan Ekin’e haber vermesini istemişti?

......

Ekin telefonuna bırakılan sesli mesajı nasıl yorumlayacağını bilememişti. Sarp onu aramaya bile tenezzül etmediğine göre durum hiç de iyi değildi. Öte yandan Yelda aracılığıyla da olsa haber vermişti. Bu da durumun kötünün de kötüsü olmadığını gösteriyordu. Sıkıntısı devam ediyordu Ekin’in ama hiç değilse evin içinde hareket etmeye başlamıştı. Evi bile toparlayacak gücü bulmuştu kendinde. Belki Sarp arar diye telefonunu hep yanında taşıyordu. Arayan numaranın Sarp’a ait olmadığını görünce telefonlarına cevap vermiyordu. Serpil, hafta sonundan beri Ekin’den haber alamayınca haftanın ortasında iki defa aramıştı. Ekin açıp açmama kararsızlığını yaşamadı bile. Hiç düşünmesine gerek yoktu, Serpil ile ne konuşmak ne de görüşmek istiyordu. Öte yandan Yelda bir kere daha arayınca acaba Sarp’tan haber mi verecek diye konuşacak olmuştu ama Yelda ile yüzleşecek gücü kendinde bulamayınca eline aldığı telefonu yan tarafına koyuvermişti. Mesaj bırakmak zorunda kalan Yelda Ekin’den onu aramasını istiyordu.

Sonra Berna da aramıştı. İşin kötüsü evin kapısına kadar da gelmişti Berna. Hafta sonundan bir gün önceydi ve Ekin korkuyla Berna’nın kapının zilini çalmasını seyretmişti evin ikinci katındaki pencerenin arkasından. Kimsenin olmadığı kanısına varan Berna sonunda arabasına binip gitmişti.

Şimdi ise köşeye sıkışmıştı Ekin. Annesine telefonda iyi olduğunu söyleyecek gücü bulduğunda konuşmayı kısa kesmek için kapıda birinin olduğunu söylemişti. Aklından gelenlerin bir süre sonra içeride kimsenin olmadığını düşünüp gidecekleriydi. Ne var ki Yelda ile Berna evin kapısına dayanmışlardı ve gitmeye niyetleri yoktu. Hem zili çalıyorlardı hem de kapıyı yumrukluyorlardı. Ekin ne yapacağını bilemiyordu. Elinden ancak gitmeleri için dua etmek geliyordu. Sonra kapının kilidinin açılma sesini duydu. Evin yedek anahtarını Yelda’ya vermiş olduklarını korkuyla hatırladı Ekin. Kaçacak yeri kalmamıştı.

Berna ile Yelda içeriye girdiklerinde ikisinin de yüzünde endişe hâkimdi. Berna şaşkınlıkla elini ağzının üzerine götürüp soluğunu tuttu. Yelda ise evin içine bakıyordu. İki kadın da karşılaştıkları manzarayı görmeyi beklemiyordu. Ekin ise iki gündür unuttuğu gözyaşlarının yerini hatırlamış gibi tekrardan ağlamaya başladı. Berna hemen yanına yetişip Ekin’i kucakladı ve başını okşayarak onu sakinleştirmeye çalıştı. Yelda ise evi havalandırmak için pencerelerden birkaçını açmakla meşguldü.

Üç kadın oturma odasına geçtiklerinde Yelda’nın olanlardan nasıl haberinin olduğunu dinledi Ekin. Sarp telefonda Ekin’in nasıl olduğunu sorunca Yelda bir şeylerin ters gittiğini sezmiş ve Sarp’ı sorguya çekmişti. Biraz uğraştıktan sonra Sarp’ın ağzından laf almayı başarınca duyduklarına inanamamıştı. Ekin ağlamaklı sesle “O nasıl?” diye sordu Yelda’ya.

“Hastaydı, soğuk algınlığı vardı ama şimdi daha iyi. Ekin ne yaptınız siz? Abimin dediği doğru mu? Gerçekten onu aldattın mı?” Yelda’nın sorusunu duyan Ekin sessizce süzülen gözyaşlarını silmeye çalışırken başını onaylar biçimde salladı. Berna ne olduğunu sorunca da Ekin olanları teker teker anlatmaya başladı. Sözlerini “Biliyorum, geri gelmeyecek.” diye bitiren Ekin yanıldığını söylemesi için Yelda’ya baktı ama Yelda hemen cevap vermedi. Kısa bir süre suskun kaldıktan sonra Ekin’e baktı ve “Şu an için her şey çok taze. Zamanla belki birbirinizi ne kadar sevdiğinizi çok daha iyi anlarsınız. Şu an için abimin dönmeyi düşündüğünü sanmıyorum.” dedi.

Bir yerlerden, birilerinden bulmaya çalıştığı umut kırıntılarını bir türlü bulamıyordu Ekin. Yelda’ya üzüntülü gözlerle bakarken hemen yanı başında oturan Berna’nın sessizce iki eliyle elini kavradığını hissetti. Berna “Her şey geçecek.” diye fısıldarken Ekin onun söylediklerine inanmayı o kadar çok istiyordu ki.

(1) Umudu kalmamak, umutsuzluğa düşmek, vazgeçmek (Latince)

0 yorum:

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro