15 Kasım 2006 Çarşamba

Hayat Bir Oyun - 29. Bölüm

Bölüm 29: Yeni Başlangıçlar

Yolun yarısındayken ne kararını değiştirdi, bilmiyordu. Hastaneden çıktığında gitmeyi planladığı yer şu an vardığı yer değildi. Neden korktuğunu anlayamıyordu.Aldığı bu tür bir karardan hiçbir zaman caymamıştı. Doktor olarak kritik kararlar almaya alışmış biri olduğundan içinden gelen sesi dinlemeyi öğrenmişti. Arabasına bindiğinde o ses şu an olduğu yere gelmesini söylemiyordu. Ne var ki sesin söylediği yere gitmekten korkmuştu. Dr. Mehmet Eralp korkak bir tavuk gibi yüzleşmekten kaçmıştı!

Arabasını park ettikten sonra Feyzo Baba’nın yanına gidip selam verdi. Feyzo Baba’nın “Oo, doktor, hoş geldin. Hayırdır? Hangi rüzgar attı seni?” diye içten karşılamasından sonra karşılıklı hasır masanın etrafındaki hasır taburelere oturdular. “Bilmem, boğaz esintisi getirmiştir belki.” diye cevap verdi Mehmet. Yılların tecrübesinden olsa gerek Feyzo Baba işin arkasında başka şeylerin olduğunu sezmekte gecikmedi. Tam Mehmet’in ağzından laf almaya çalışacaktı ki birkaç müşteri ile ilgilenmesi gerekti.
“Kusura bakma, doktor, seni biraz yalnız bırakacağım. Birazdan laflamaya devam ederiz. Sen kendine bir şeyler söyle, bizim çocuk getirir sana. Bir pilav verelim sana istersen.”
“Sağ olasın, baba. Sen işine bak...”
......

Kurtuluş eve geldiğinde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Çok sağlam bir altılı yapmışlardı ve paranın ceplerinde olacağına dair şüphesi yoktu. Salonda oturmuş onu bekleyen ve sinirden köpürdüğü her halinden belli olan Gönül’e şaşkın şaşkın baktı. Neyi yanlış yaptığını bulmaya çalıştı ama aklına son zamanlarda yaptığı kötü bir şey gelmedi. Bu sebepten Gönül’ü neyin sinir ettiğini daha da bir merak etti. Yani Gönül’ün kızgınlığının biraz gecikmiş olması olamazdı. “Ben geldim, Gönül.” dedi Kurtuluş. Ancak “Nerdesin sen, Kurti?” diye azarlanmak oldu aldığı cevap. Bir “hoş geldin” bekleyen Kurtuluş’u bu tepki doğal olarak şaşırttı. Evleneli o kadar süre olmasına rağmen karısını çoğu zaman anlayamadığını düşündü. Bu kadar kızacak ne olduğunu hiç bilmiyordu.

“Ne var, Gönül? Niye bu kadar kızgınsın?”

“Ay, sana inanmıyorum Kurti! Bir de ‘niye’ diye soruyorsun. Kaç saattir seni bekliyoruz, biliyor musun?” Kurtuluş saatine baktı. Evet, biraz geç kalmıştı ama bunda büyütecek bir şey olmadığını düşünüyordu.

“Boşuna saatine bakma! İki saat! İki saattir seni bekliyoruz.”

“O kadar da değil Gönül. Bir buçuk saatten birazcık fazla.”

“Ha, şimdi bu her şeyi değiştiriyor yani!” Kurti ne cevap vereceğini bilemedi. İçinden bir ses ne cevap verirse versin Gönül’ün cevaptan memnun olmayacağını söylüyordu. Bu sebepten aklına gelen akıllıca yolu denemeye karar verdi. Konuyu değiştirmek için “Sahi, millet nerede?” diye sordu. Bu Gönül’ü nedense daha çok kızdırmıştı sanki.

“Annemle babam Hacı Teyze’ye gittiler. Muzo ise içeride güya ders çalışıyor.” diye bıkkın bir ses tonuyla yanıtladı Gönül. Kurtuluş “Ya, Ekin ile Sarp?” diye sorunca karısı dik dik bakmaya başladı. Kurtuluş’un ciddi şekilde bir cevap beklediğini gören Gönül daha fazla kızmamaya çalışarak “Nerede olacaklar, sen gelmeyince çıktılar.” diye söze başladı.”

......

“Kurtuluş’un bu yaptığına inanamıyorum. Aslında buna hiç şaşmamam lazım ama her seferinde bir şeyler yapıp beni şaşırtmayı başarıyor. Ya, inanabiliyor musun, Sarp? O kadar bekledik ama beyefendi ortalıklarda yok.”

Arabaya bindiklerinden beri Ekin’in söylenmesini dinliyordu Sarp. Onun da canı sıkılmıştı ama Ekin’den kendisine sıra gelmiyordu sıkıntısını dile getirmek için. Ne diyeceğini tam da bilememesine rağmen “Boş ver Ekin, hiç olmazsa baş başa bir şeyler yapıyoruz.” diye sakinleştirmeyi denedi. Oysa Ekin’in kolay kolay sakinleşmeye niyeti yoktu. “O kadar süre boşu boşuna bekledikten sonra. Saate baksana Sarp! Bu saatten sonra nereye gideceğiz?”

“Bildiğim çok iyi bir pilavcı var.” dedi Sarp ve “Rezervasyon yaptırdığım kadar lüks bir mekan olmasa bile ortamı seveceğine eminim. Hele ki sahibi... Çok hoşsohbet bir zattır kendisi.” diye devam etti. Ekin, Feyzo Baba’nın yerine gittiklerini duyunca biraz sakinleşti. O kızgınlık haliyle nereye gittiklerine hiç dikkat etmemişti. Koltuğuna yaslanıp dışarıya baktığında Feyzo Baba’nın minibüsten devşirme yarı seyyar mekanına yaklaştıklarını gördü.

......

Mehmet yalnız başına kaldığı süre zarfında burada ne aradığını sorguladı. Beynindeki her hücre korkaklık yaptığını haykırıyordu. Çözümü yanlış yerde aradığını biliyordu. Ne olursa olsun çözüm için yüzleşme gerekliydi ve bu yüzleşme çok da uzun olmayan bir süredir tanıdığı Feyzo Baba’nın mekanında, hasır taburede otururken gerçekleşmeyecekti. Ani bir hareketle oturduğu yerden kalktı. Kalkarken hasır tabure de devrilmişti ama aceleyle oradan ayrılırken Feyzo Baba’ya bir “hoş çakal” bile demediği gibi devrilen tabureyi doğrultmakla da uğraşmamıştı.

Arabasına yaklaşırken karşıdan gelen tanıdık iki silueti fark etmedi o haliyle. Tam yanlarından geçip gidecekti ki erkek olanın “Merhaba” dediğini duydu. Selam veren kişinin yüzüne baktığında o kişinin Sarp olduğunu gördü. Hemen yanı başında da Ekin vardı. “Aman ne büyük sürpriz!” diye düşündü Ekin’i Sarp’ın yanında görünce, hiç şaşırmamış olmasına rağmen.

“Merhaba, Sarp. Ekin...” diye cevap verdikten sonra lafı hiç uzatmadan “Görüşürüz” diye devam etti ve yanlarından geçip biraz ötede duran arabasına yöneldi.

Sarp ile Ekin arkasından bir süre şaşırmış şekilde baktılar. Sarp başını iki yana sallayarak “Bazen garip biri olduğunu düşünüyordum ama bu hareketiyle tüm o gariplerini aşmış oldu.” diye mırıldandı. Ekin ise “Bu neydi şimdi?” diye sordu Sarp’a. Sarp, “bilmem” dercesine omuzlarını kaldırdı.

Kafalarının bir köşesinde Mehmet’in hareketinin manasını çözmeye çalışırken biraz önce Mehmet’in oturduğu masaya yaklaştılar. Sarp devrilmiş olan hasır tabureyi doğrultup otururken Ekin tam karşısına oturdu. O sırada yanlarına gelen Feyzo Baba ise hayalet görmüş gibi onlara bakıyordu. “Ya çocuklar, hoş geldiniz de, az önce burada bizim doktor oturuyordu. Nereye gitti bu adam?” diye sorduğunda Ekin ile Sarp karşılaştıkları durumu anlattılar. Feyzo Baba hâlâ ayakta dururken karanlığa doğru bakarak “Aklını kurcalayan bir şeyler olduğu belliydi” diye söylendi. Sonra da nasıl olsa ne olduğunu daha sonra öğrenebileceğini düşünüp dikkatini yeni gelen misafirlerine çevirdi.

......

Berna’nın kapısına geldiğinde onu evde bulacağını umuyordu. Ne var ki kapıyı açan olmayınca yanlış düşündüğünü anlamış oldu. Bir süre telefon edip etmeme arasında gidip geldi. En sonunda telefon etti ama Berna’nın telefonu da kapalıydı. Telefonun kapalı olmasına bir anlamda sevindiğini fark edince kendisine şaştı. Sanki Berna ile konuşmasının gecikmesi onu rahatlaşmış gibiydi. Bir süre ne yapacağını düşündü. Eve gidebilirdi ama bu gece Berna ile konuşmasının en doğru adım olacağını biliyordu. Aklından sürekli “bugünün işini yarına bırakma” sözü geçiyordu. Çok akıllıca olmasa da arabada oturup Berna’nın eve dönmesini beklemeye karar verdi, eğer dönerse... Ne kadar gecikeceğini bilemediğinden annesine gecikeceğini haber vermek için bir arama daha yaptı.

......

Sarp gecenin her şeye rağmen iyi geçtiğini düşünüyordu. Ekinler’in evinin önüne geldiklerinde arabadan hemen inmediler. Ekin, Sarp’a ne yapacağını sorunca Serkan’a gideceğini söyledi. Ekin, nedenini sorunca Sarp “Yemekte olanlardan sonra gidip baş başa konuşmak istiyorum. Her ne kadar sorunu aşmış olsak da her şeyin yolunda olduğunu görmek istiyorum.” diye cevapladı. “Belki bu gece onda kalırım.” diye de ekledi. Ekin’i kapıya kadar bıraktıktan sonra arabasına döndü ve Serkan’ı aradı. Hâlâ uyumamış olduğunu öğrenince de muhabbete gelip gelemeyeceğini sordu. Olumlu cevabı alır almaz arabasını çalıştırdı ve en yakın dostunun evine doğru yola çıktı.

......

Berna geceyi anne-babasıyla geçirmiş olduğu için mutluydu. Hastaneden çıktığından beri ilk defa kendi hayatıyla ilgili sebeplerden dolayı mutsuz hissediyordu kendini. Ne yazık ki bunun sebebi de Mehmet idi. En başından beri ilişkileri yavaş yavaş ilerlemiş ve belirli bir noktaya gelmişti. Ancak önceki gece yaptıkları konuşmada sarf edilen sözlerin söyleniş tarzı Berna’yı mutsuz etmişti. Biraz da bu sebepten, aklını dağıtmak için ailesinin evinde vakit geçirmişti.

Evinin kapısını açmaya çalışırken arkadan adının seslenildiğini duyunca yüreği ağzına geldi ama sesin tanıdığı birine ait olduğunu anlaması uzun sürmedi. Arkasına dönüp Mehmet ile yüz yüze gelene kadar geçen kısa sürede onun sesini duymayı bekleyip beklemediğinden emin olamadı. Aralarındaki o küçük anlaşmazlıktan sonra Mehmet’in gelip konuşmasını istiyordu ama bunun gerçekleşeceğini bekliyor muydu, bunu bilmiyordu. Durum ne olursa olsun, Mehmet karşısındaydı ve beklesin ya da beklemesin bu konuşma olacak gibi görünüyordu.

“Selam” diye söze başlayan Mehmet oldu. Berna hiçbir şey söylemedi, sadece başını hafifçe sallayarak selam vermekle yetindi. Mehmet’in gözlerinin içine bakıyordu. Mehmet ise karşısında donuk bir yüz ifadesiyle kendisine bakan kadının güçlü bakışları karşısında tedirgin oluyordu ki bu hiç de Mehmet’in alışkın olduğu bir durum değildi. Birinin bakışları karşısında tedirgin olduğu zamanı hatırlamaya çalıştı ama öyle bir zaman aklına gelmedi, düşündüğü kısa süre zarfında.

Berna’nın hiçbir şey söylemeden durması, devam etmemesi üzerine konuşmasının gerektiğini düşünen Mehmet “Buraya dün geceki konuşmamızda söylenen sözler için geldiğimi tahmin ediyorsundur.” diye devam etti. Berna konuşmama inadını sürdürürcesine sadece başıyla onaylayarak cevap verdi.

“Bak Berna... Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Galiba en iyisi sözü dolandırmadan konuşmak. Dün gece bana söylediklerini çok düşündüm. Bu sürede çok ilginç bir gerçeği fark ettim. İnsanların hakkımda ne düşündüğünü umursamam. Ancak senin hakkımda ne düşündüğünün benim için önemli olduğunu fark ettim. Hem de çok...” Sözlerinin etkisini anlamak için Berna’nın yüz ifadesini okumaya çalıştı ama pek de başarılı olamadı. Gerginliği iyice artmasına rağmen konuşmaya devam etti.

“...Nasıl yaptığını bilmiyorum ama yaptığım işleri sorgulayışın, düşüncelerime meydan okuyuşun sana hayranlığımın artmasına sebep oluyor. Başkalarını basmakalıp olmakla suçlarken seni değerlendirme konusunda benim de aynı hataya düştüğümü anladım. Şu zamana kadar çok kadın tanıdım. Bir kısmı sevgilim oldu, bir kısmı arkadaşım, bir kısmı ise sima olmaktan öteye gitmedi. Ancak sen, Berna, özel bir çaba sarf etmeden beni kendine hayran bırakmayı başardın. Durum buyken ben senin ne kadar harikulade biri olduğunu göz ardı ettim. Bunun için senden özür diliyorum. Bizim ilişkimizin başlaması kendiliğinden oldu. Sanki hiç konuşulmamış bir anlaşmamız var gibi oldu. Peşinden koşulan taraf yoktu. Şunu bilmeni istiyorum ki son 24 saat içinde daha da iyi anladığım bir gerçek var. Sen peşinden koşulacak kadar özel bir kadınsın ve ben bunu yapmayı istiyorum.”

Berna içten sözlerden etkilenmişti. Mehmet konuşmaya devam ettikçe takındığı maskeyi yüzünde daha fazla tutamayacağını anladı ve yüz ifadesi yumuşamaya başladı. O da geleceğin ikisine ne getireceğini merak ediyordu. İntihar teşebbüsünden sonra belki de ilk defa olgun bir birey olmuştu ve Mehmet ile olan ilişkisi de ilk olgun ilişkisi olacaktı. Berna aklındaki düşüncelerle boğuşurken Mehmet’in dün hastanede yaşanan olayı açıklamak istediğini duydu.

“Aslında olay çok basit. Güçsüz, aciz insanlardan nefret ediyorum. Hemşirem de haklı olmasına rağmen aciz duruma düşmüştü. Buna dayanamadım. Başhekim ile kozumu paylaştım ama hemşireme de güçlü olmayı öğretmem lazımdı. Bu sebepten onun üstüne o kadar gittim. Bilirsin, fareyi köşeye sıkıştırınca aslan kesileceği söylenir. Sanırım benim yapamaya çalıştığım da aynısıydı. Zaten sonunda dayanamayıp bana tavır koyunca gülümsemeye başlamıştım. Ezilmemeyi öğrenmesi içindi her şey.” Berna duyduklarından memnun olmuştu. Mehmet, geç de olsa, bir şeyleri açıklamıştı. “Bunları anlatmana çok sevindim, Mehmet. Yalnız bir şey daha var. Dün amacımın seni sorguya çekmek olmadığını anlamını istiyorum.” diye konuştuğunda Mehmet “İstemek deyince...” diye karşılık verdi.

“Evet?”

“Benim de seni gördüğümden beri yapmak istediğim bir şey var.” Berna “Neymiş o?” diye sorunca Mehmet aralarında az olan mesafeyi iyice kapattı ve yolun önce sağına sonra soluna baktı. Berna da onun baktığı yerlere baktı. Başını çevirdiğinde neredeyse Mehmet ile burun buruna geldi. Aralarındaki çekim yüzünden havadaki gerilim artmıştı sanki. Mehmet, Berna’nın belini sağ eliyle kavradıktan sonra “bunu” diye yanıt verdi ve Berna’yı dudaklarından öpmeye başladı. Bunu yaparken de sol eliyle önünde durdukları binanın duvarından destek almaya başladı. Öpüşmenin sıcaklığı iyice yükselmeye başladığında Mehmet “Belki... aa... beni kahve içmeye içeriye davet edebilirsin.” diye konuştu. Sesinde imalı bir ton vardı. Berna da gülümseyerek “Kahve içmek ister misin?” diye sordu.

İçeri girdiklerinde Berna gülümseyerek birazdan geleceğini söylemişti. Mehmet kanepede oturmuş onun gelmesini bekliyordu. Aklından Berna’nın bir film klişesi olan birazdan geleceğini söylemesi üzerine seksi bir kıyafetle geri dönüp dönmeyeceğini geçiriyordu. O düşüncelere dalmışken önündeki sehpaya büyük bir kahve fincanının konduğunu gördü. Şaşkınlıkla Berna’ya baktı ve “Bu ne?” diye sordu.

“Kahve... Nescafe Gold... Tek şekerli... Tam sevdiğin gibi...” Berna gülmemek için kendini zor tutuyordu. Mehmet’in yüzündeki şaşkınlık görülmeye değerdi. Hemen Mehmet’in yanına oturdu ve bozuntuya vermemeye çalışan Mehmet’e “İçmeyecek misin?” diye sordu. Sonra da kahkahayı patlattı. Kanepeye uzanmaya başlarken Mehmet’in gömleğinin göğsünün üzerine gelen iki yanından iki eliyle tutarak onu kendine doğru çekti. Nasıl bir oyuna geldiğini anlayan Mehmet gülümseyerek evin önünde başladıkları işe devam etmek üzere Berna’nın dudaklarına yaklaştı.

......

İki dost gece ilerlemiş olmasına rağmen konuşmaya devam ediyorlardı. Konuştukça da Sarp daha bir emin oluyordu aradaki buzların erimiş olduğuna. Dostluklarının sağlam temellere dayandığını daha bir anlıyordu. Konu konuyu açmış ve en sonunda Sarp ile Ekin’in kesişen hayatlarını ve tarihinin ne olacağının düşünülmeye başlanılan düğünlerini konuşmaya başlamışlardı. Serkan bu konuları konuşmaya başladıklarından beri sormaya meylettiğini sordu.

“Ee, bundan sonra ne olacak Sarp?”

“Nasıl yani, ne olacak? Bu kadar süre ne olacağını konuşmadık mı?”

“O değil, yani biliyorsun... Ekin ile nasıl tanıştığın filan...”

“Siz biliyorsunuz ya gerçeği... Daha neyi merak ediyorsun?”

“Benim de söylemeye çalıştığım bu! Biz biliyoruz ama ailelerin bundan haberi yok.”

“Bilmeleri şart mı?”

“Değil de... Ya öğrenirlerse?...”

“Nasıl öğrensinler ki? Hem öğrenseler bile ne olur ki?” Serkan cevap vermeden önce bir süre düşündü.

“Diyelim ki evlendikten sonra öğrendi aileler. Ya gazetelere düşerse bu haber?”

“Nasıl yani?”

“Öyle deme be kanka. Neydi şu adamın adı? Hani başınıza bela olan adamın adı? Kenan mıydı?” Sarp başını salladı. “Diyelim ki bu adam bir şekilde öğrendi ve gazetelere haber verdi. Bu da gazetelerde çıktı. Skandal olur bu. Orhan Amca’yla Feryal Teyze çok büyük hayal kırıklığına uğrarlar. Sonra Ekin’in ailesi... Ekin’in babasının kesin kalbi vardır. Türkiye’de kalbi olmayan işçi emeklisi yoktur sanırım. O da haberi duyunca kalp krizi geçirir. Ekin de ailesiyle senin aranda bir seçim yapmaya zorlanır ve ailesini seçer...” Sarp arkadaşının yazdığı hayali senaryoyu şaşkınlıkla dinliyordu. Bu saçmalığın nereye kadar gideceğini merak ediyordu. “...Kaderin cilvesi ya o sırada hamiledir. Ancak siz boşanmışsınızdır ve sen de o acıyla başka biriyle ilişkiye girip onunla da yurtdışına çıkmışsındır. Ekin sana geri dönemeyeceğini anlayınca o Kenan denen adamla evlenmek zorunda kalır. Sen seneler sonra ülkeye dönersin. Tesadüfen Ekin’le karşılaşırsın ve çocuğu olduğunu öğrenirsin. Çocuk sana benzediği için şüphelenirsin ama seni, çocuğun senden olmadığına ikna ederler...”

“Serkan, istersen bir de sonunda yeniden kavuşursunuz ama kavuştuğunuzun hemen ertesinde Ekin’in beyninde ölümcül bir tümör peyda olur diye ekle de tam olsun.” Serkan bir süre kendi dediklerini ve Sarp’ın dediklerini düşündü. Sonra Sarp’a bakarak bir süre daha düşündü ve “Haklısın abicim. İyice saçmaladım, değil mi?”

“E, yani... Öte yandan bir konuda haklısın. Belki de evlenmeden önce ailelere her şeyi anlatsak iyi olur.”

Sarp bir süredir eski işine, holdinge geri dönmenin hazırlıklarını yapıyordu. Berna ile kafe-barın devir-teslimi üzerine konuştuktan sonra ve barın sahibi olan liseden arkadaşları ile para konusunda anlaştıktan sonra işin zor kısmına sıra gelmişti. Yine de yapılması gerekenden kaçamayacağını bilen Sarp, babasıyla konuşmaya karar verdi. Ne olursa olsun babasının desteği olmadan bu işin altından kalkamazdı. Orhan Bey’in odasına girdiğinde söze nasıl başlayacağını düşünüyordu. “Baba, seninle bir konuda konuşmam lazım.” diyerek gergin bir şekilde söze başladı. Daha sonra yapmak istediğini teker teker babasına anlatarak devam etti. Orhan Bey başlarda parlar gibi olmuştu ama Sarp’ı dinledikçe yüz hatları değişti ve gülümsemeye başladı. Sarp her şeyi anlattıktan sonra babasının tepkisini anlamak için yüzüne baktı.

“Aferin ulan! Ben gelinimi daha şimdiden çok sevdim. Seni adam etti bu kız. Kız kardeşini düşünmen çok iyi olmuş. Yelda’nın holdinge gelip de çalışacağı yok. Madem Berna ile konuştunuz bu konuyu ve Yelda da çalışmak istiyor o kafe-barda, ben de gerekeni yaparım.”

“Yalnız, baba, Yelda’nın haberi olmasın bundan. Barın diğer ortağının Yelda olduğunu ona ben söylemek istiyorum.”

......

Berna yeni işi konusunda oldukça heyecanlıydı. Bir süredir Yelda ile işi nasıl idare edeceklerini konuşuyorlardı. Yelda’nın diğer ortak olacağı haberinin en son söylenmesi konusunda Sarp ile anlaştığı için hiçbir şey söyleyemiyordu. Kendisini oldukça heyecanlandıran bu konuda sır tutmanın ne kadar zor olduğunu çok iyi anlamıştı ve biran önce Sarp’ın gelip Yelda’ya haberi vermesini istiyordu. Sır saklayarak geçen bu son dakikalar diğer zamanlara göre daha zor geçiyordu.

Sarp kafe-barın kapısından içeri girince hayatının farklı bir döneminin geçtiği mekana melankolik gözlerle baktı. Hayat çok tuhaftı. Bu mekanda çalışmaya başlamasına yol açan zincirleme gelişmelerin başlamasına sebep olan kadın, şu an kardeşiyle buranın işletilmesinde ortak oluyorlardı. Sevgili olmayı başaramadığı kadınla çok iyi dost olmuştu ve aynı dost, aşık olduğu kadınla hayatının birleşmesinde itici kuvvet olmuştu. Öyle ya da böyle...

Yelda ile Berna’nın yanına yaklaşıp “Hey, hanımlar...” diye seslenerek geldiğini haber verdi. Berna elinde kağıtlar olduğu halde başını Sarp’a çevirdi. Sarp’ın bakışlarından her şeyin yolunda gitmiş olduğunu anlayınca yüzündeki gülümseme arttı. Yelda’ya dönüp “Abinin sana söylemek istediği bir şeyler var sanırım” dedi. Dikkati daha çok Berna ile üzerinde konuştukları kağıtlar üzerinde olan Yelda meraklı gözlerle Sarp’a baktı. Sarp, sürprizinin ne olduğunu anlatmaya başladığında Yelda duyduklarına oldukça şaşırdı. Berna ise heyecanla Sarp’ın sözlerini bitirmesini bekledi. Bitirince de Yelda’ya “Ee, ne diyorsun?” diye sordu.

“Ne diyeceğim, asıl sen ne diyorsun?”

“Bence iki kadın burayı çok iyi işleteceğiz, diyorum.”

“Gerekirse, ki gerekeceğini hiç sanmıyorum, ben her zaman yardıma hazır olacağım.” diye ekledi Sarp. Bunun üzerine Yelda ile Berna birbirlerine sarılarak yeni ortaklıklarını kutladılar.

......

Kurtuluş içeri söylenerek girdi. Ev ahalisi ne olduğunu merak etmişti. Bir açıklama yapacağını umarak Kurti’nin ne diyeceğini beklemeye başladılar.

“Bu Tanju’yu bir yakalarsam kafasını kıracağım. Kenan’ın kaybolduğu yere kaçıp saklansa iyi olacak, yoksa benden çekeceği var. Onun yüzünden hem klas bir yemek davetinden oldum hem de garanti dediği altılı uğruna kaç para kaybettim. Şimdi de gelmiş tüyo aldığını söylüyor. Kaç kere kandırdı beni ama bu defa kanmayacağım.” diye söylenmeye devam etti Kurtuluş. Oturma odasının ortasında annesiyle karısına söylenmekteyken “Sen adam olmazsın, Kurtuluş” diyen babasının sesiyle irkildi.

“Sen burada mıydın baba?”

“Buradaydım ya. İçeride üzerimi değiştiriyordum. Orhan Bey ile şu düğünü nasıl yapacağımızı konuşacağız.”

“Ben de geleyim mi, baba?”

“Sen şimdi onu bırak da Kenan’dan hâlâ haber yok mu, onu söyle.”

“Yok baba. Sanki yer yarıldı içine girdi. Bir kere de Tanju’yu aramış ve iyi olduğunu haber vermiş galiba.”

“Bu Kenan’ın yaptığına akıl sır ermiyor. Neyse, ben çıkıyorum.” İsmet Bey kapıya yönelmişti ki Kurtuluş son bir kere daha şansını denemek istedi ama yine babasının ret cevabı ile karşılaştı. Bu kadar süredir fırsat kollamasına rağmen hâlâ istediği iş ortaklığını kuramamıştı. Teksoy Holding ile Kurtuluş iş dünyasında zamanın para olduğunu gayet iyi biliyordu. Kendi kendine Teksoy Holding’in kaybettiğini söyledi ve ne yemek olduğunu sordu Gülser Hanım’la Gönül’e.

......

“Bak dünür, ben dobra konuşan bir adamım.” diyerek söze girdi Orhan Bey.

“O zaman seninle iyi anlaşacağız demektir.” diye karşılık verdi İsmet Bey. Bir süredir evlatlarının evliliği üzerine konuşuyorlardı ve Orhan Bey nasıl söyleyeceğini bilemediği şeyi söylemek için yol arıyordu. İsmet Bey’in cevabından aldığı cesaret ile konuşmaya devam etti.

“Seni tanıdığım kadarıyla bizim çocukların düğününe kendince katkı yapmayı planlıyorsundur. Kız tarafının yatak odasını yapması adettendir ama bizimkiler evlenince kendi evlerine çıkmayacaklarına göre, en azından bir süre, ben diyorum ki, yatak odasını dert etmesen. Bizim Feryal bir senedir her şeyi hazır tutuyordu. Yani hiç gerek yok boşuna masrafa.”

“Ama dünür, böyle hiçbir şey yapmadan da olmaz ki...”

“Ya buluruz bir şeyler. Ona da gerek yok ama illa bir katkım olsun diyorsan balayı senin hediyen olsun. Başka bir şey de olur. Ancak bana sorarsan, dediğim gibi, buna da lüzum yok.”

Bir süre daha bu konu üzerine konuştuktan sonra İsmet Bey ikna olur gibi oldu. Balayı masraflarını karşılamak fikri aklına yatar gibi olmuştu.

Ekin için heyecanlı günlerden biri gelip çatmıştı. Üniversite hayaline bir adım daha yaklaşıyordu ve bu defa onu bu hayalden uzaklaştıracak bir engel görünmüyordu ufukta. Daha da güzeli gerçek olacağını asla düşünmediği beyaz atlı bir prens sayesinde tüm bunlar gerçek oluyordu. Hiç beklemediği anda hayatına girmişti ve hayallerinin peşinden koşması için cesaret vermişti. Aylar önce ilk tanıştıkları günü düşündüğünde gülümsemekten kendini alamadı. Şimdi çok daha iyi biliyordu ki oldukça kaba davranmıştı ama Sarp yine de bir şekilde o kabalığına rağmen uzaklaşmamıştı. Beyaz atlı prensi Ekin’e rağmen prensliğini yapmıştı.

Sarp’ın yanında yapmıştı tercihlerini ve biliyordu ki sıralamaya göre en iyi ihtimalle psikolojik rehberlik ve danışmanlık okuyacaktı. Eğer ilk tercihleri gelmezse, en kötü ihtimalle Türk dili ve edebiyatı ki bu Ekin’e hiç de kötü ihtimal olarak görünmüyordu. Sarp elini tutmaya devam ederken uzandı ve Ekin’in dudağına küçük bir öpücük kondurdu.

“Farkında mısın Ekin, hayatlarımız nasıl değişiyor. Sanki bambaşka bir hayatı yaşamaya başlıyoruz.”

“Biliyorum Sarp, sanki birçok şeye yeniden başlıyoruz.” Sarp, Ekin’in neyi anlatmaya çalıştığını anlıyordu. Başını sallarken Ekin’in ne kadar da haklı olduğunu düşünüyordu.

0 yorum:

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro