1 Aralık 2006 Cuma

İkinci Perde - Dördüncü Bölüm

Bölüm 4: Iratus (1)

Serkan holding binasına geldiğinde aklının her köşesinde olup biten düşünce savaşlarını bitirip barış sağlamayı istiyordu ama sabah mesaiye başladığında ilk öğrendiği Sarp’ın S&S ortaklığı adına, garanti olan iş anlaşmalarının çoğunu tek taraflı olarak feshetmekte başladığıydı. Sonrası ise iki dost arasında uzun zamandır olmayan bir durumun ortaya çıkmasına sebep olmuştu; büyük bir gerilim. Sarp’ın bu hali hiç hoşuna gitmiyordu ve işin gerçeği yaptıkları biraz da karakterine aykırı geliyordu. Sanki senelerdir bildiği Sarp gitmiş, yerine bambaşka biri gelmişti. Asıl bildiği Sarp’ı andıran küçük esintilere rağmen son günlerde o bambaşka Sarp’ın fırtınaları esiyordu holding binasında.

Ofisinden içeri girmeden önce sekreteri karısının içeride onu beklediğini söylediğinde şaşırdı. Yelda’nın kendisini ziyaret edeceğinden haberi yoktu. Bu beklenmedik ziyaretin nedenini merak ettiği için odasına girdiğinde Yelda’nın çatık kaşlarıyla karşılaştı ve anında tüm vücudunun gerildiğini hissetti. Yelda’yı ne zaman o yüz ifadesiyle görse bir şeylerin ters gittiğini anlıyordu. Şimdi sorunun ne olduğunu merak ediyordu.

Yelda lafı dolandırmadan hemen “Neler oluyor, Serkan?” diye konuya girdi. Serkan boş gözlerle baktı. Acaba planladığı kısırlaştırma operasyonundan Yelda’nın haberi mi olmuştu? Bu, çatık kaşların anlamını açıklamaya yeterdi ama dünya üzerinde böyle bir işe kalkıştığını kendisinden başka bilen iki kişi vardı; Mehmet ve operasyonu gerçekleştirecek olan doktoru. Mehmet’ten söz çıkmayacağını bildiği için sorunun bu operasyon olmadığı sonucuna varması zor olmamıştı.

“Anlamadım, nerede neler oluyor?”

“Yolum buraya düştü ve seni görmek istedim. Sekreterin, nereye gittiğini söylemeden çıktığını ve saat ikideki görüşmene kadar gelmiş olacağını söyledi. Ben de hiç olmazsa Sarp’ı göreyim diye düşündüm. Karşısına çıkmamla bir şeylerin ters gittiğini anlamam bir oldu. Ağzından laf almak eskisinden çok daha zor oldu ama sonuçta neler olduğunu öğrendim. Serkan, neler oluyor size? Niye tartıştınız?” Serkan’ın aklından hemen tartışmaktan çok sözlü kavga ettikleri geçti. Aklından geçeni Yelda’ya söylemek yerine “Bir iş konusunda anlaşmazlık oldu aramızda, büyütmeye değmez.” demekle yetindi. Yelda Serkan’ı bir süre süzdü ve kocasının dediklerini kafasında tarttı. Serkan, birkaç saniye süren bu sürecin bir ömür boyu sürdüğünü düşünmekten kendini alamadı. Yelda karşısında böyle durumlarda hep sözlüye kalkan tembel bir öğrenci gibi hissediyordu kendini. Soruları duydukça geriliyor, verdiği cevapların doğru olup olmadığını duyacağı zamanı beklerken zaman duruyordu.

Yelda “her neyse” der gibi başını salladıktan sonra “Asıl sen neredeydin, onu söyle!” diye konuştu. Serkan hangisini tercih edeceğini bilemedi. Sarp ile olan tartışması üzerine sorgulanmayı mı, nerede olduğu konusunda sorgulanmayı mı?... Sanki bu masalların sonunda kötülere sunulan “kırk katır mı, kırk satır mı” seçeneklerinden birini seçmek gibiydi. En son ne zaman büyük bir yalan söylediğini hatırlamaya çalıştı ama o gerilim içinde aklına o zaman gelmedi. Kısırlaştırma ameliyatı öncesinde yapılan rutin tetkikler için hastanede olduğunu söyleyemeyeceği için aklına gelen ilk yalanı; eski bir arkadaşıyla buluştuğunu söyledi. Kim olduğu sorusuna “Sen tanımazsın.”, niye sekreterine nereye gittiğini söylemediği sorusuna arkadaşının özel bir konu hakkında konuşmak istediği için kendisinden hiç kimseye haber vermemesini istediği cevaplarını verdi. Yalan söylerken duyduğu vicdan azabını bu yalanın iyi niyetle söylendiğini düşünmeye çalışarak bastırmaya çabaladı. Ancak Yelda’nın yanından kızgın ayrılması bunu hiç de kolaylaştırmıyordu.

......

“Ya, öyle mi?” diye gülerek cevap verdi Ekin. Erdem de ondan aşağı kalmayan bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Hem de neon harflerle...” diye de ekledi.

Serpil’in yanlarına gelmesini beklerken havadan sudan konuşmaya başlamışlardı ve bir süre sonra muhabbetin içine bol bol şakalaşma da girmişti. Ekin’e sorsalar ne konuştuklarının başını bile hatırlayamazdı. Bildiği, uzun süredir eğlenmediği kadar eğlendiğiydi. Kısa bir dönem Erdem’in yanında kendini tedirgin hissetmişti ama art ardına gelen tesadüfler sonucu birlikte seyretmek durumunda kaldıkları o Kore yapımı film öncesinde o tedirginlik kaybolmaya başlamıştı ve o gecenin sonunda ise Ekin’e göre aralarındaki buzlar erimişti.

Erdem, karşısındaki güzel kadının vücut dilinden artık yanındayken kendini rahat hissettiğini anlıyordu. Yavaş ama emin adımlarla güvenini kazanmaya çabalamıştı. Duyduğu kahkahalardan ve Ekin’in rahat hallerinden çıkarılabilecek tek sonuç istediğine ulaştığıydı.

Serpil kendisini bekleyen ikiliye yaklaşırken anlamsız bir telaşın içindeydi. Normalde bir yere geç kaldığında bunu kafaya takan bir yapıya sahip değildi. Ne var ki şimdi acele ediyordu? Vurdumduymaz tabiatına aykırı bu davranışının nedenlerini düşünse belki farkında olmadığı, olsa da dillendiremediği bir gerçeği görecekti. Oysa geç kaldığı için acele etmekle meşguldü. Yuvarlak masanın kenarındaki boş olan üçüncü sandalyeye oturduğunda Ekin’in yüzünün parladığını gördü, çok gülen insanların yüzünden eksik olmayan o parıltı gibi... Gözünün ucuyla Erdem’e baktığında Erdem’in de Ekin gibi gülümsediğini fark etti ama çok istemesine rağmen Ekin’de gördüğü parıltıyı Erdem’de göremedi. Belki görse tüm bu olanın bir oyunun parçası olmadığına inanabilirdi. Ancak aradığını bulamayınca canı her sıkıldığında yaptığı gibi alt dudağının sağ tarafını ısırdı.

Erdem işinin başına dönmek için kalkmak zorunda olduğunu söyleyene kadar aynı yerde oturdular. Hesabı ödemek için davranan Erdem bir an durakladı ve akşama ne yapmayı planladıklarını sordu ve cevaplarını duymayı beklemeden bir yerlere gitmeyi önerdi. Ekin kısa bir süre öneriyi tarttıktan sonra ani bir kararla Erdem’in teklifini kabul etti ama Serpil isteksiz görünüyordu. Erdem’in sınav dertlerinin kalmadığını hatırlatmasına rağmen isteksizliği devam edince Serpil’i ikna etmenin zor olacağını anlamaları güç olmadı. Birkaç denemeden sonra Serpil alt dudağının sağ tarafını ısırmaya başlamıştı bile. Erdem en sonunda pes etti. Serpil’in gelmeyeceğini anlayınca Ekin’in de gelmeyeceğini düşündüğü için canı sıkıldı ama hiç beklemediği halde Ekin nereye gideceklerini sordu.Serpil ise, onlar buluşulacak yerin ve zamanın planlarını yaparken alt dudağının sağ tarafını daha bir sıkı ısırmaya devam etti.

......

Sarp, Serkan’la aralarında geçen sabahki tartışmadan dolayı hâlâ sıkkındı. Olan gerilimi ortadan kaldırmak için Serkan ile konuşmayı hatta özür dilemeyi düşünürken boş boş internetteki yabancı haber sitelerini geziyordu. Amerikan Parlamentosu’nun o günkü toplantıda tartışacağı konunun ne olduğunu görünce tüm dikkatini habere verdi. Haberi daha dikkatli okuyunca kararın hemen alınmasının beklenmediğini anladı. Parlamento içinde yer alan iki partinin üyeleri ticari hayatı önemli ölçüde etkileyecek bu kararı vermeden önce üzerinde düşünmek istiyorlardı, habere göre. Çıkacak kararın dış politika açısından bir anlamı da olduğu ekleniyordu. Eğer karar onaylanırsa etkilenecek taraflara bir mesaj verileceği söyleniyordu.

Haberi okuduktan sonra Sarp iki dirseğini de masasına koyup parmak uçlarıyla önce gözlerini sonra şakaklarını ovuşturmaya başladı. Kendi kendine yaptığı bu masaja rağmen yerleşmekte olan baş ağrısının derecesi artınca çekmecesine uzanıp ağrı kesiciyi eline aldı ve sekreterinden kendine bir bardak su getirmesini istedi. Anlaşılan bir süre daha olayların kontrolü Sarp’ın elinde olmayacaktı. Holdingin başına geçmek zorunda kaldığından beri hayatının kontrolünü bir kukla oynatıcısına vermiş gibi hissediyordu. O kukla oynatıcısı ne isterse o oluyordu.

......

Yelda kafeden içeriye Berna’dan birkaç dakika sonra içeri girdiğinde selam bile vermeden arkadaki ofise yürüdü. Berna bir şeylerin ters gittiğini anlamakta gecikmedi ve işin aslını öğrenme amacıyla Yelda’yı takip etti. Yelda ofise girip çantasını masasının üzerine sert bir şekilde bıraktı. Berna ise onu seyretmeye devam etti. Burun buruna geldiklerinde Yelda başının ucuyla selam verdi ve doğruca mutfağa yöneldi. Mutfak personeli patronlarının arada mutfağa gelmelerine alışık oldukları için yapmakta oldukları işlere devam ettiler.

Yelda, sandviçlerin hazırlandığı tarafa yöneldi ve ekmeklerin bulunduğu sepetlerden birindeki kepekli ballı sandviç ekmeklerine uzandı ve birini alıp ekmeği uzunlamasına ikiye böldükten sonra hemen tezgâhın altında bulunan bölmeden taze mozzarella peynirini çıkardı. Bir kalıp peyniri tezgâhın üzerine koyduktan sonra ikiye böldüğü ekmeğin üzerine balzamik sirke ve zeytinyağı gezdirdikten sonra taze fesleğenin bulunduğu kaptan birkaç fesleğen yaprağı kopardı. O yaprakları hışımla küçük parçalara ayırmaya başladığında biraz ötesinde onu seyretmeye devam eden Berna bir şeylerin ters gittiğine iyice emin olmuştu ama yine de ne olduğunu sormadan Yelda’yı seyretmeye devam etti. Yelda ise hışımla küçük küçük parçalara ayırdığı o yaprakları sandviç ekmeğinin üzerine koydu. Domateslere uzanıp fesleğenlerin üzerine dilimleri dizdikten sonra marula uzandı. Bir an marul yapraklarını da küçük parçalara bölmeyi düşündü ama bu kararından cayıp tezgâh üzerinde bekleyen taze mozzarella peyniri kalıbını eline aldı kalın dilimler kesmeye başladı. Yeteri kadar dilimlediğine karar verince kalıbın kalanını diğer kalıpların bulunduğu kaba geri koydu. Önünde duran dilimlere bakmaya başladı ve bitkin bir şekilde iç geçirdikten sonra önceki hışmından da büyük bir hışımla dilimleri elindeki bıçakla parçalamaya başladı. Onun bu halini gören Berna peynir dilimlerinin yerinde olmadığına şükretti.

Yelda’nın taze mozzarella peynirli sandviçi hazırlayışını seyrederken gülümsemekten kendini alamayan Berna duruma müdahale etme vaktinin geldiğini düşündü. Yelda paramparça olmuş peyniri bıçağı süpürge gibi kullanarak diğer elinin avucuna aldığında Berna yanına geldi. Boğazını temizleyerek varlığını belli etti. Yelda “Ne var?” diye hiç de nazik olmayan bir ses tonuyla sorduğunda Berna ortağının ve arkadaşının bu tepkisine hafifçe gülmekten kendini alamadı. “Bugün Feyzo Baba nasıl olduğunu sorduğunda iyi olduğunu söylemiştim ama görünen o ki sen beni yalancı çıkarıyorsun.” diye cevap verdi Berna.

“Ben çok iyiyim.” diye devam eden Yelda’ya “Hı hı…” diyerek hafif alaycı karşılık verdi Berna. Yelda, Berna’nın sataşmasını duymazdan gelerek “Bu erkek milletini anlamakta güçlük çekiyorum. Bir sabah kalktıklarında tamamen kişilik değiştirmeye mi karar veriyorlar?” diye sorduktan sonra sorusuna cevap almayı beklediğini göstermek için Berna’nın gözlerinin içine baktı.

“İnan, bazen ben de o küçücük akıllarından neler geçtiğini anlayamıyorum ama sen asıl konuyu bana anlatacak mısın?”

“Sanırım Serkan beni aldatıyor...” deyiveren Yelda’nın sesi bitkin çıkıyordu. Berna ise duyduğunun şaşkınlığıyla ne diyeceğini bilemedi. En mantıklı tepkinin temkinli yaklaşmak olacağını düşündü ve Yelda’ya bu sonuca nasıl vardığını sordu. Yelda, Serkan’ı ziyaret etmesi sırasında olanları anlatınca olayın iç yüzünü anlayan Berna Yelda’nın aşırı tepki verdiğini anlamakta gecikmedi. Sıkıntılı durumdaki ortağının sandviçini hazırlamasına yardım ettikten sonra kendisine taze portakal suyu alıp yakın arkadaşını daha rahat konuşabilmek amacıyla ortak kullandıkları ofis odasına çağırdı. İçeri girip kapıyı kapattıktan sonra da Yelda’ya biraz olsun sağduyu aşılamaya çalıştı. Uzun bir süre uğraştıktan sonra Yelda’yı sakinleştirmeyi başardı ama bu sakinliğin çok da kalıcı olmadığının farkındaydı.

......

Sarp holding binasından adımını dışarı attığında geri dönüp arkasında yükselen yapıya baktı. Hava soğukluğunu hissettirince paltosunu biraz daha sarındı. Ekin’i arayıp yolda olduğunu söylemesi gerekiyordu. Ekin’in ailesini ziyaret edeceklerdi ama neden bu ziyaretleri beraber yapmak zorunda olduklarını kendine açıklayamıyordu. Onca işi gücü arasında bir de bu ziyaretlerde eşinin yanında bulunması gerekiyordu. Kendi ailesini ziyaret etmeyi bile mecbur kalmadıkça yapmıyorken kayınlarını ziyaret etmek hiç içinden gelmiyordu.

Son zamanlarda iyice kendini insanlardan uzaklaştırdığının farkındaydı ve işin gerçeği konuşacak birine ihtiyacı vardı. Tüm mantığı ilk dertleşebileceği kişinin Ekin olduğunu fısıldıyordu bilincine. Oysa holdingin başına geçtiğinden beri bocaladığını eşine itiraf etmeyi bir türlü kendine yediremiyordu. Serkan ile arasındaki gerilim iyice arttığı için en yakın dostuyla da konuşamıyordu. Kız kardeşi de dertleşebileceği kişiler arasında yer almıyordu. Ne diyecekti ki Yelda’ya? Kocasıyla arasının kötü olduğunu çünkü holdingin başına geçmesine rağmen bu iş için uygun olmadığını ve bunun sonucunda Serkan’la arasının gerilimli olduğunu mu? Bunu yapamayacağını bilebiliyordu.

Ya Berna? Mehmet? Onlar da yakın arkadaşlarıydı netice itibariyle ama kendi saçma sapan derdiyle onları da meşgul edemezdi. Etse de sonuç ne olacaktı ki? Bir de o harika çiftin mükemmele yakın hayatını düşündükçe ne kadar aciz durumda olduğunu belli etmek istemiyordu. Holdingin başındaysa bir başarıya ulaşması gerekiyordu. Belki herhangi bir holding konusunda başarı göstermiş olsaydı bu konuşmayı yapabilirdi ama görevi devraldığından beri ne başarmıştı ki? İçini kemiren bu düşünce yüzünden eşinden bile uzaklaştığını hissetmiyor muydu?

Elini ceketinin iç cebine götürüp telefonunu çıkardı. Ekin’e yolda olduğunu haber vermesi gerekiyordu. Park yerinde arabasına geldiğinde telefonunu tekrar cebine koydu. Yolda da arayabileceğini düşünerek arabasına bindi ve yola koyuldu.

Yol boyunca bir dakika sonra arayacağını kendi kendine söylemesine rağmen evlerinin önüne gelene kadar o aramayı bir türlü yapamadı. Arabadan evlerinin ışıklarını görebiliyordu. Ekin’in evde olduğunu anlamak hiç de zor olmadı. Telefonunu çıkarıp Ekin’e dışarıda onu beklediğini söylemenin en akıllıca yol olduğunu düşündü.

“Alo, Ekin. Görünen o ki benim işim uzadı.” dediğine kendisi de inanamadı. Ekin “Holdingde misin?” diye hiç de memnun olmadığını belli eden bir ses tonuyla sorduğunda iş konusunda başka bir şirketin yöneticisiyle yemeğe gitmesi gerektiğini söylediğinde vicdanı devreye girmişti bile. Eşine yalan söylemiş olmaktan rahatsızlık duyuyordu ama kayınpederi ile kayınvalidesi karşısında her şey yolundaymış gibi yapmak istemiyordu, özellikle yolunda değilken ve daha da önemlisi yolunda olmadığını Ekin bile bilmezken.

......

Ekin ev telefonunu kapattığında Sarp’ın bir kere daha aile ziyaretinden kaçtığı için duyduğu kızgınlığı yatıştırmaya çalışıyordu. Bu kaçıncıydı? Kaç defa onu ekmişti? Hem Sarp’ın ailesini ziyaret edecekleri zaman hem de kendi ailesini ziyaret edecekleri zaman. Hemen ailesini aradı. Gönül telefonu açtığında gelemeyeceklerini anlattı. Onlar gelecekler diye yapılan hazırlıkları duyunca Sarp’a kızgınlığı daha da arttı ve biraz da bu sebepten kendisinin de o akşam için baba evini ziyaret etmemesi gerektiğini düşündü. Ancak evde tek başına Sarp’ı da beklemeye niyeti yoktu. Hemen Serpil’i aradı ama cep telefonu kapalıydı. Bu durumla gereğinden fazla karşılaştığı için Serpil’e de kızdı ve hemen ardından Erdem’i aradı. Ne yaptığını sorduktan sonra bir yerlerde buluşabilecekleri teklifini alması zor olmadı. En azından Erdem onu başından savmıyordu. Koltuğun üzerine attığı paltosunu alıp dışarı çıktı ve kendine bir taksi çevirdiğinde hâlâ içinden Sarp’a saydırıyordu.

......

Sarp telefon konuşmasından hemen sonra nereye gittiğini bilmeden arabasını İstanbul sokaklarında sürmeye başladı. Farkına bile varmadan seneler öncesinde geldiği bir yere vardığını fark etti. “Bu nişan olmayacak…” dedikten sonra hayatı kontrolden çıkınca bocalamaya başlamıştı. Ailesi ona sırtını dönmüştü ve tüm çabasına rağmen Serkan ile konuşmaları işe yaramazken bir gece yolu bu mekâna düşmüştü. Kır saçlı ve kirli sakallı bir adam o doğu-güneydoğu şivesiyle duymak istediği sözleri söyleyivermişti. O seyyar pilavcı hâlâ buradaydı ama Feyzo Baba’nın burada olduğundan emin değildi. Ne de olsa Berna ve Yelda ile kebap restoranı açtıklarından beri burası artık Feyzo Baba’nın yeri değildi. Ya mahalleden birine ya da uzak akrabalarından birine devretmişti ama kime devrettiğini hatırlayamadı.

Feyzo Baba’nın kendi yaşlarında biriyle konuştuğunu görünce oldukça şaşırdı. Yanlarına yaklaşırken Feyzo Baba da onu görmüştü ve o da Sarp’ın kendisi kadar orada karşılaşmış olmalarına şaşırmış görünüyordu. Sarp’ın yüz hatlarından konuşmaya ihtiyacı olduğunu anlaması zor olmadı Feyzo Baba’nın. “Kul zora düşmeyince...” diye başlayan o deyiş bir kez daha ne kadar doğru bir deyiş olduğunu kanıtlamış oluyordu Sarp’ın nazarında.

“Hayırdır, evlat? Yolun yine buraya düşmüş.” diye sözü açtı Feyzo Baba. Kendilerini boştaki iki tabureye attıklarında Sarp’ın aklından söze nasıl başlayacağı geçiyordu.

“Ya... Seni burada görmeyi hiç beklemiyordum ama iyi ki gördüm. Hayat beni sürükledikçe seni burada buluyorum.” dedi Sarp.

“Burayı devrettikten sonra bir gelip işler ne âlemde bakayım istedim. Kebapçıda işleri yoluna oturttuk gibi. Sen bunları bırak hele! Canını sıkan ne, onu söyle yeğenim.” Sarp etrafına bakındı ve tereddüt içinde ne diyeceğini toparlamaya çalıştı. Feyzo Baba konuşmanın daha da kolay olması için bir küçük rakının gerekli olduğunu düşünüp “Biliyor musun, eminim sotede bir ufak vardır.” deyip yerinden kalktı ve birkaç dakika sonra elinde bir tepsiyle döndü. Tepsiyi önlerindeki hasır masaya bıraktı ve küçük rakıyı açıp iki bardağa doldurdu. Soğuk su dolu sürahiden üzerlerini tamamladığında Sarp rakının beyaza dönmesini seyrediyordu. Diğer iki bardağa da su doldurduktan sonra Feyzo Baba eline kendi kadehini alıp “Hadi bakalım, önce şu kadehleri tokuşturalım” dedi. Sarp bu isteğe itaat etmekte gecikmedi. Meze olarak sadece beyaz peynir vardı. Zaten mezesiz de olsa içmeye razıydı bu gece, Sarp.

“Seneler önce burada konuştuklarımızdan sonra hayatımı kontrol altına aldığımı düşünmüştüm. Altı sene oldu, değil mi?” diye söze başladı Sarp, elindeki rakı kadehinin dibini masadaki tepsiye hafifçe vurarak tempo tutarken.

“Galiba o kadar oldu be Sarp. Göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor zaman. O günlerden sonra âşık oldun, evlendin. Şimdi de holdingin başına geçtin. Hayat sana cömert davrandı ama inan bana, evlat, hepsini hak ettin.”

“Sorun da bu baba! Dışarıdan bakınca hayat cömert davrandı gibi görünüyor ama ben şu günlerde hiç de bunu hissedemiyorum. Bu da nankörlük gibi geliyor. Sevdiğim ve beni seven karım var. Koskoca holdingin başındayım ama ben mutlu olamıyorum. Hiç beklemediğim anda babam emekliye ayrılmaya ve yerine beni geçirmeye karar verdi ve o andan beri de her şey yokuş aşağı yuvarlanıyor. Ya da ben öyle hissediyorum.”

“İyice dolmuşsun ama dertleşmek için niye bu kadar bekledin. İçine atmak kime fayda sağladı ki sana sağlasın?”

“Holdingin başına geçtiğimden beri kendimi aciz hissettiğimi anlatmak hiç de kolay değil. Hele ki Ekin’e... Nasıl yapabilirim ki? O beni hep güçlü, başarılı olarak gördü. Şimdi ona her şeyin üstüme üstüme geldiğini anlatamam!” diye cevap verdi Sarp, sesi gittikçe yükselirken. Feyzo Baba’nın, oğlu gibi gördüğü adamın sinirlerinin ne kadar bozuk olduğunu görmesi hiç de zor olmuyordu. Rakı kadehinde erimekte olan buzları kadehi sallayarak kadehin kenarlarına çarptırdıktan sonra bir yudum aldı. Ardından da sudan... Yan masalara doğru bakışlarını çevirmesine rağmen boşluğa bakarak düşünceli şekilde konuştu.

“Gençken, senden de gençken... Daha hala köyümdeyken ve gönlümü kaptırdığım o genç kızla aynı yastığa başımı koyabileceğimi hayal ederken tek derdim vardı. Para kazanacak sağlam bir iş bulmak. O işi bulabilmek çok önemliydi ama askerliğini bile yapmamış birinin iş bulması hiç de kolay değildi. Yapsan bile kolay değildi. Ekmek aslanın ağzında derlerdi ama bana kursağında gibi gelirdi. O zamanlar en zor olanı sevdiğim kıza iş bulamadığımı söylemek olurdu. Hayallerimiz iş bulmama bağlıydı ve ben bulamadığımı söylemek zorunda kaldıkça ezilirdim.” Boşluğa bakan gözlerini Sarp’a diken Feyzo Baba konuşmaya devam etti.

“Aynısı olmasa bile yine neyi kastettiğini anlıyorum, evlat. İnan anlıyorum. Sakın unutma, senin karın omuzlarındaki yük ağır gelince sana destek çıkacaktır. Şehre geldiğimde mekteplilerin karı-kocalara ‘eş’ dediğini gördüm. Bizim oralarda ‘eş’ yoktu. Karı vardı, koca vardı ama ‘eş’ yoktu. Sizler okumuş insanlarsınız ve karın senin eşin. Senin dengin... Zor olsa da bu yükü denginle paylaşabileceğini unutma. Ekin kızımı tanıyorum. Asla seni olduğundan az görmez. Ben şimdi sana holdingi yönetebilecek biri olduğunu söylesem de onun söylemesi kadar faydalı olmaz. Önce kendini karınla konuşmaya ikna et. Sonrası gelir.”

Sarp bakışlarını masanın tahta ayağına kazınmış garip şekle dikip düşünmeye başladı. Feyzo Baba’nın dediklerine hak veriyordu. İşin ironik tarafı, aynı durumda olan birine kendisi de benzer nasihatleri verirdi. Çok sevdiği karısından uzaklaştığını hissetmek, içinde olduğunu hissettiği bataklıktan çıkmasına yardımcı olmuyordu. Bataklıktan çıkması için batmamanın yolunu bulması gerekiyordu önce.

Yeniden Feyzo Baba ile göz göze geldiklerinde sessizce eline kadehi aldı ve tokuşturmak üzere Feyzo Baba’ya doğru uzattı. Burada olmak biraz da olsa fayda sağlıyordu. Uzun süredir ilk defa taşıdığı yükün ağırlığını daha az hissediyordu.

......

Erdem kafeden içeri girdiğinde Ekin’i kendisini beklerken buldu. Çatık kaşlarından Ekin’in bir şeylere kızgın olduğunu anlayabiliyordu. Eğer bu konularda bir şeyler biliyorsa Ekin’in neye kızdığını tahmin edebiliyordu. “Kime” demek daha doğru olurdu bu durumda. Ekin’in elindeki kırmızı şarap en büyük ipucuydu Erdem’in gözünde.

Karşısına oturup “selam” dediğinde elindeki kadehle oynamakta olan Ekin onu ancak fark etti. Pek de neşeli olmayan bir “selam”dan sonra yine üçte birini içtiği şarap kadehiyle oynamaya döndü. Erdem, eğer Ekin’in neşesini yerine getirebilirse ona bir adım daha yaklaşabileceğini biliyordu. Tüm konuşma becerisini kullanma zamanıydı. Konuşmayı beceremeyen bir erkeğin böyle zamanlarda şansı yoktu ve geçmiş bir örnekse Erdem bu gece şansının olduğunu biliyordu.

“Güzel bir oyuncak bulmuşsun. Ben de deneyebilir miyim?” Ekin, Erdem’in sorusundan bir şey anlamadığı için boş gözlerle karşısındaki erkeğe baktı. Bunu fark eden Erdem yüzünde bir gülümsemeyle “Oynamakta olduğun kadehten bahsediyorum. Belki ben de bir kadeh kırmızı şarap alıp sana katılabilirim. Ancak itiraf etmeliyim ki bu oyun uzmanlık alanlarımdan değil. Bana yardımcı olman lazım.” diye açıkladı ve o sırada yanlarına yaklaşan garsona Ekin’in içtiğinin aynısından istediğini söyledi. Ekin, Sarp’la konuştuğundan beri ilk defa gülümsedi. Her ne kadar zorlama bir gülümseme de olsa ilk adımı atmış oldu kızgınlığını atmak için.

“İnan bana oldukça sıkıcı bir oyun.”

“Öyle deme, kiminle oynadığına bağlı. Oyun arkadaşın iyi olduğu sürece her oyun eğlencelidir.” Ekin duyduklarında çift anlam olduğunu seziyordu ama üzerinde düşünemeyecek kadar canı sıkkın olduğu için anlamakla uğraşmadı. O sırada Erdem’in istediği şarap da gelmişti.

“İşin püf noktası kadehin üçte ikisinin dolu olması mı yoksa?” Soru karşısında Ekin elindeki kadehe bakmak zorunda kaldı. Hakikaten de kadehinin üçte ikisi doluydu. “Öyle görünüyor.” diye cevap verdiğinde Erdem şarabın üçte birini bitirmekle meşguldü. “Şimdi aynı frekansta olduğumuza göre oyundan çok daha fazla zevk alabiliriz, değil mi?”

“Ya, ne demezsin?” diye hafif bir alaycı tonla cevap verdi Ekin.

“Öyle deme, oyuna kendini verirsen ve oyun arkadaşınla aynı frekansta olursan alacağın zevk de bir o kadar çok olacaktır.” Ekin yine bu konuşmanın çift anlamlı olduğunu düşündü ama bu akşam karşısında oturan adamın sözlerinin derinliğini analiz etmek istemiyordu. Onun yerine muhabbetin yüzeysel tarafına kendini kaptırıp sıkıntısını atmaya karar verdi.

“Yeni kural olarak bir yudum alınması gerektiğini öneriyorum.”

“Ben de bu öneriye sonuna kadar uyacağımı söylüyorum. Oyun arkadaşımla aynı frekansta olmak için yapabileceğim küçük bir adımı atmaktan kaçınacak halim yok.” derken Erdem kadehini Ekin’e doğru kaldırıp bir yudum aldı. Ekin de Erdem’in bakışları altında aynı hareketi yaparak karşılık verdi. Son yudumu aldıktan sonra kendini yarım saat öncesine göre çok daha iyi hissettiğini düşündü. Bu sebepten Serpil yerine Erdem ile burada olmanın daha iyi olduğunu düşünmekten kendini alamadı. Serpil’i sevmesine rağmen umursamaz tavırları bir süre sonra baskın çıkıyordu. Oysa Erdem onun sıkıntısını fark edip sebebinin ne olduğunu sormadan unutmasına yardımcı olmaya çalışıyordu.

Kadehlerini yudumlarken Ekin daha kolay ve daha sıklıkla gülümsemeye başlayınca Erdem doğru yolda olduğunu anladı. Sabırla hareket etmesinin semeresini alıyordu. Ekin’in ördüğü duvarları yavaş yavaş aşıp biraz daha güven kazanıyordu. Arada yaptığı şakalarla Ekin’i güldürmeye de başlayınca keyfi arttıkça arttı. En son kafede bulunan çiftler üzerine yorumlara başladıklarında Ekin iyice rahatlamıştı ve o gece canını sıkan olayın detaylarını bile hatırlamamaya başlamıştı. İçtiği iki kadehten sonra biraz da çakırkeyif olan Ekin gerçekten iyi vakit geçiriyordu.

Erdem saatine baktığında oyunun bitmek üzere olduğunu anladı ve ona istedikleri zaman kalkabileceklerini söyledi. Ekin kalkmalarının iyi olacağını söyleyince hesabı ödeyip dışarı çıktılar. Ekin, taksi çevirmek için beklerken Erdem onu bırakmayı teklif edince kısa bir tereddütten sonra teklifi kabul etti. Ekinlerin evin önüne vardıklarında Erdem Ekin’e dönüp bu gece çok eğlendiğini söyledi. “Oyun çok güzeldi ve tüm mantığım başka oyunlar da oynamamız gerektiğini söylüyor. Bu akşam gördük ki ikimiz iyi oyun arkadaşıyız. Eminim daha çok zevk alabileceğimiz oyunlar da bulabiliriz.” Ekin sadece “iyi geceler” dilemekle yetindi ve Sarp’ın arabasının evin önünde olduğunu görünce adımlarını hızlandırıp evin kapısına yöneldi.

“Gecenin bu yarısında ne işin var burada?” diye sert bir şekilde çıkıştı Mehmet. Aylin Hemşire “yine ne var” şeklinde bakınca Mehmet sorusunu yineledi.

“Ne dediğini duydum duymasına da neden böyle bir soru sorduğunu anlayamadım.” diye cevap verdi Aylin. Mehmet’in “senli-benli konuşmaya başlamanın hata olduğunu biliyordum” diye homurdandığını duyan Aylin önce bu fikrin Mehmet’e ait olduğunu yüzüne vurmayı düşündü ama sonra bu kararından caydı. Yangına körükle gitmenin anlamı yoktu. Yine de “Ne yaparsın işte, artık geri de dönemezsin.” diye karşılık vermekten kendini alamadı. Doğal olarak Mehmet bu cevabı duyunca iyice ateşlendi.

“Bu kadınların derdi nedir, hiç anlayamıyorum. Kendilerini ispatlamaya çalışmak zorundalar sanki. Size kimsenin evde oturarak çocuklarınıza annelik yapın dediği yok ama bu kadarı da olmaz ki! Yönetici olan kadınların otoriter olacaklar diye herkese kök söktürmesi gibi işi abartacaksınız illa ki! Hanımefendiler kariyer sahibi olacaklar ya karınları burunlarında bile olsa evde doğumu bekleyemezler. Hastanede çalışıyorsun diye bu kadar son dakikaya kadar da beklenmez ki!” Mehmet tiradına kendini kaptırmışken kapı açıldı ve içeri Berna girdi.

“Başka önyargın kaldı mı bizler hakkında ileri geri konuşmak için, sevgili bu gece kanepede uyuyacak olan kocacığım?” Aylin bir anda içeri dalan Berna’nın sözlerini duyunca bıyık altından gülmekten kendini alamadı. Mehmet ise bir anda karısını karşısında görünce şaşırmış, selamlamakla karısına derdini anlatmak arasında kalmıştı. Bu bocalama arasında ağzından “Ne önyargısı?” sözcükleri döküldü.

“Sesin o kadar gür çıkıyordu ki ta merdivenlerin oradan ne dediğin, gerçi buna kin kusmak demek lazım, duyuluyordu.”

“Kin kusmak mı? Abartmasan...”

“Yani senin yaptığını yapmayayım.” cevabını veren Berna, Mehmet’in kısa süreli durakladığını görünce bu defa tartışmayı nakavtla kazandığını biliyordu.

“Tamam, biraz abartmış olabilirim durumu ama gece yarısı yaklaşıyor ve Aylin hala burada. Doğum yapması eli kulağındayken kendini bu kadar yorması beni çileden çıkardı.” Aylin’in adı geçince onunla selamlaşmadığını fark eden Berna hemen hatasını giderdi ve doğuma ne kadar kaldığını sordu. İki buçuk hafta kaldığını öğrenince eşine biraz da olsa hak vermesi gerektiğini hissetti. Aylin de bunu sezmiş olacak ki “Bana kalsa ben de doğum iznine çıkardım ama yerime doğru düzgün bir hemşire bulmamı isteyince elim kolum bağlandı. Hemşirelerin hepsi bir kere yutkunuyor benim yerime Mehmet’in hemşiresi olacaklarını duyunca. Hepsinde bir Dr. Mehmet korkusudur gidiyor.” diye açıklama gereği hissetti.

“O halde sen birini seç ve Mehmet yeni hemşiresiyle ne yapacaksa yapsın.” diye önerdi Berna ve son çarenin bu olduğu cevabını aldı.

Ayaküstü birkaç laftan sonra Aylin eve gitmek için ayrılınca karıkoca baş başa kaldılar. Mehmet’in ilk sorduğu soru “Kanepede uyumak konusunda ciddi değildin, değil mi?” oldu. Berna soruyu duyunca kahkahayı patlatmaktan kendini alamadı.

“Emin değilim. Kariyer yapan kadınlar, yönetici olan kadınlar despot oluyorlarmış ya ben de bir kafe-barın işletmecisi olarak yönetici sınıfında yer alıyorum sayılır, değil mi? Bu durumda da kanepede uyuman konusundaki despotça kararım hiç de karakter dışı sayılmaz. Hem seni de Aylin karşısında yalancı yerine koymamış olurum.” Mehmet düşünmeden ettiği lafların kendisine acı bir şekilde geri geldiğini görünce hatasını daha iyi anlıyordu.

Her ne kadar Mehmet’i kıvrandırmanın hoş bir tarafı olsa da Berna’nın kocasıyla konuşmak istedikleri vardı ve bunu gece sona ermeden yapmak istiyordu. Kocasının ne kadar işi olduğu sorusuna işinin bittiği cevabını alınca hastane yakınlarındaki kafeye gidip sıcak bir çay içmeyi önerdi. Mehmet’in geç saatlere kadar çalıştığı zamanlarda çok defa yanına uğradığı için gecenin o vaktinde hastane yakınlarında nerelerin açık olduğunu iyi biliyordu Berna.

...

Hastaneden çıkarken Mehmet’in koluna giren Berna yüzüne çarpan soğuğun etkisiyle ürperdi. İyice Mehmet’e sokulduktan sonra “Hava iyice soğudu, değil mi?” dedi. Soruya cevap vermek yerine “Çay içmeye gittiğimize göre ciddi bir konu konuşacağız.” demeyi tercih etti, Mehmet.

“Bugün annen aradı. Bana başhekimlik konusunda niye kararsız olduğunu sordu.” Mehmet yakalandığını biliyordu. Berna ile konuşmamıştı ama başhekimlik teklifi konusunda kararsızlık yaşıyordu.

“Arkasında çok bir şey arama Berna. Basit bir karar değil bu ve ben de acele karar vermek istemiyorum.”

“Mehmet, acele karar vermek istememekle kararsız olmak arasındaki ince farkın ne olduğunu biliyorsun, değil mi? Yoksa annenin söylediği sebepten dolayı mı kararsızsın? Hatta annenin deyişiyle isteksizsin?...”

Kafenin kapısına vardıkları için Mehmet hiçbir şey demeden uzanıp kapıyı açtı ve Berna’nın kendini sıcak bir hava dalgasının yayıldığı mekâna atmasını bekledi. Üç-beş müşterinin bulunduğu kafede cam kenarındaki masalardan birine oturdular. Yanlarına elinde menü ile yaklaşmakta olan garsona iki adet ballı ada çayı istediklerini söyledikten sonra Mehmet karısına doğru döndü ve gözlerinin içine bakarak az önce sorduğu soruyu cevaplamaya başladı.

“Annem ne söyledi, bilmiyorum. Kararsızlığım ya da isteksizliğim üzerimdeki sorumluluğu arttırmaya değip değmeyeceğini düşünmemden. Bu halde bile ne kadar az vakit kalıyor birbirimize, farkındasındır.”

“Hayatım, seninle evlenirken bir doktorla evlendiğimi biliyordum. Şimdi bundan rahatsız olacak değilim. Hem bize kalan zamanı dolu dolu değerlendirmiyor muyuz?”

“Öyle de...”

“Yoksa başhekimliği istememe konusunda...” diyen Berna’nın sözünü hemen kesti Mehmet. “Ben hiçbir zaman istemediğimi söylemedim.”

“Peki, bu konuda kararsız kalmanda annenden iyice uzak kalacak olmanın payı olmasın.” Mehmet cevabını sükût ile verince Berna, şüphelerinde haklı olduğunu anladı.

“Aşkım, annen senin bu şekilde kendi hayatını kısıtlamana üzülüyor. Onun için kendi hayatından vazgeçmeni istemiyor.”

“Vazgeçmiyorum ki... Annemi ya da seni tercih etmem demek, vazgeçmem demek değil ki.”

“Ne annen ne de ben senin gibi düşünüyoruz, bilesin. Evlendiğimizin hemen ertesinde annen niye dayınların yanına taşınmakta ısrar etti sanıyorsun? Biz daha rahat yaşayalım diye. Kayınvalidem neredeyse tek başına gelin-kaynana çatışması konusundaki önyargıyı yıkacaktı yaptığıyla. Şu kadar zamandır evliyiz, bir kere olsun yük olacak bir durum yaratmadı.”

“Berna, ben de bunların farkındayım ama annem ne yaparsa yapsın onun için kaygılanacağım. Hastalığı devam ettiği sürece de kaygılanmaya devam edeceğim.” Mehmet’in gözlerine çöken hüzün Berna’nın gözünden kaçmadı. Bir doktor olarak annesini tedavi edememesinin kocasının içini yediğini biliyordu. Kaç gece boyunca deney safhasındaki tedavi yöntemleri hakkında yazılmış makaleleri okuduğunu biliyordu. Olmayan o tedavinin bir gün bulunacağına inanmak istiyordu Mehmet. Berna da...

“Ben Amerika’ya gitmeden önce onu ancak bir defa ziyaret edebileceğim. Birkaç hediye alsak diyorum.” diye konuyu değiştirdi Mehmet. Berna gülümseyerek “Hangi ziyaretimizde hediye götürmedik, söyler misin?” diye sordu. Mehmet’in cevabı hafifçe gülümsemek oldu çayından son yudumu alırken. Berna boş fincana bakarak “Kalkalım mı?” diye sorduğunda Mehmet elini cüzdanının olduğu cebine doğru götürürken “Kalkalım.” diye cevap verdi.

Hesap ödendikten sonra karıkoca keskin soğuğun iliklere kadar işlediği sokağa kendilerini attılar, akıllarında bir an önce evlerine varma düşüncesi varken.

......

Sarp, çalışma odasında masasının başında oturmuş bilgisayarının ekranında duran tablonun holdingin mali geleceği için ne anlam ifade ettiğini düşünmekle meşguldü. Gözlerini kapattı ve koltuğunun arkasına doğru yaslandı, ellerini başının arkasında birleştirerek. Aklından o kadar çok düşünce geçiyordu ki kapının hızlıdan açılıp kapandığını duymadı bile.

Ekin hızlı bir şekilde üst kata, yatak odasına doğru çıkmaya hazırlanırken çalışma odasının ışığını fark etti ve geçtiğini sandığı kızgınlığı, saklandığı yerden tüm haşmetiyle çıktı. Kaşları çatık bir şekilde aralık kapıdan içeri girdi ve Sarp’ı boş bir şekilde tavana bakarken buldu. Nedense bu daha da sinirlenmesini sağladı.

“Başlarda evi otel niyetine yatmak için kullanıyordun artık onu da yapmıyorsun. İkinci ofis oldu burası da.” Ekin’in sesiyle irkilen Sarp afallamış şekilde eşine bakmaya başladı. Ekin’in kızgın olduğunu görebiliyordu. Ne cevap vereceğini bilemiyordu. “Ekin, holdingin başına geçtiğimden beri bocalıyorum ve ne yapacağımı bilemiyorum.” diyemeyeceğini bildiği kesindi. Özür dilemeye yeltendi önce ama bunun Ekin’i daha da kızdıracağını biliyordu. Onun yerine “Annenler nasıl?” diye sormayı tercih etti.

“Annemlere gittiğimi kim söyledi? Senin tarafından bir kere daha yüzüstü bırakılınca ben de bir arkadaşımla dışarı çıktım.” dedi Ekin, sesindeki keskin ton kaybolmadan. Sarp, arkasını dönüp giden Ekin’e hangi arkadaşıyla dışarı çıktığını sormaya cesaret edemedi bile. Böyle kavgalardan sonra aynı yatağa baş koymak hiç de kolay olmuyordu. Oysa Sarp’ın kaygılanması gerekmiyordu çünkü Berna’nın Mehmet’i yapmakla tehdit ettiğini Ekin Sarp’a yapmıştı bile.

(1) Öfkeli, gazap dolu (Latince)

0 yorum:

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro