13 Kasım 2006 Pazartesi

Hayat Bir Oyun - 8. Bölüm

Bölüm 8: Hesaplaşma

İsmet Bey, Sarp ile konuşmak amacıyla Sarp’ın çalıştığı bara gitti. Sarp’ın evden ayrıldıktan sonra adının skandallara karışmamış olması ve babasından destek almadan kendi hayatını devam ettirmeyi seçmiş olması damadının olumlu taraflarıydı ama yine de eski günlerine özenmesine engel olmak için damadın gözünü korkutmaktan zarar gelmezdi.

İsmet Bey içeri girdiğinde etrafa bir göz gezdirdi. Akşamın ilk saatleri ve hafta içi olması sebebiyle içerisi kalabalık değildi ama azıcık insana rağmen içerisi duman altı sayılırdı. Bar gibi bir mekanın duman altı olması da, işin gerçeği, şaşırtıcı değildi. İsmet Bey’in gözü çalışanlardan biriyle konuşan Sarp’a kaydı. İşçi-patron ilişkisine baktığı zaman Sarp’ın hiç de hükmeder gibi konuşmadığını gördü. Vücut dili Sarp’ın ılımlı bir patron olduğunu ortaya koyuyordu. Yalan söylemenin gereği yoktu, İsmet Bey’in hoşuna gitmişti bu tavırlar. Yine de hemen yumuşamanın sırası değildi. O, buraya bir amaç için gelmişti ve amacını gerçekleştirmeden gardını indirmeye niyeti yoktu.

Sarp garsonlarından birine akşama gelecek olan bir grup olduğunu anlatıyordu ki karşısında yaşlıca beyaz saçlı bir adam gördü. Üzerindeki kıyafetlerden bu mekanın müşteri profiline uymadığı gayet belliydi. Merakla o yaşlı adama yaklaştı.
“Buyurun efendim, nasıl yardımcı olabiliriz size?” İsmet Bey karşısında duran adamın kim olduğunu bildiği halde “Sarp Teksoy ile konuşmaya gelmiştim.” dedi. Sarp aradığı kişinin kendisi olduğunu söylediğinde İsmet Bey kimliğini açıkladı. Gelenin Ekin’in babası olduğunu anlayan Sarp’ın tüm vücut hatları gerildi. Dersine hiç çalışmamış sözlü sınavdaki öğrenci gibi hissediyordu kendini ve soğuk terler döküyordu. İsmet Bey’in “oturacak bir yer göstermeyecek misin” bakışlarından yaptığı kabalığı fark eden Sarp özür dileyerek ofis olarak kullandığı arka taraftaki odaya gitmeyi önerdi.

İçeri girip karşılıklı oturduklarında Sarp iyi bir ev sahibi olabilme arzusuyla çay-kahve teklifinde bulundu ama İsmet Bey bırakmak istediği sert ve ürkütücü intibayı bozmamak için teklifini reddetti. Eğer kabul etse ortam gevşeyecekti ve İsmet Bey Sarp’ın gevşemesini istemiyordu. En azından aklındakileri söyleyene kadar gevşemesini istemiyordu.
“Bak oğlum, hemen konuya gireceğim. Buraya gelme amacım Ekin ile yapmayı istediğiniz izdivaç hakkında konuşmak. Seni biraz soruşturdum ve nasıl biri olduğunu öğrendim. Gazeteci arkadaşım magazin haberlerinin eski müdavimlerinden olduğunu söyledi. Zamparanın, züppenin birisiymişsin.” Sarp duyduklarına cevap vermek istiyordu ama karşısındaki adam en az babası kadar ürkütüyordu O’nu. Sanki konuşsa azar işitecekmiş gibi geliyordu.
“Bunu bir kere söyleyeceğim, o yüzden kulağını aç ve iyi dinle. Kızım benim için çok değerlidir. O doğduğundan beri üzerine titredim. O üzüldükçe ben daha çok üzüldüm. Eğer kızımı birazcık bile üzersen senin canını çok fena yakarım. Son aylarda adam gibi adam olmaya başlamışsın ama eski günlerine özenip kızımla gönül eğlendirmeye niyetliysen hemen vazgeç, senin için iyi olmaz.” Sarp o ana kadar susmuş dinliyordu ama artık bir söz söylemesinin vaktinin geldiğini hissedip “Amacım asla gönül eğlendirmek değil İsmet Baba, yani İsmet Amca.” İsmet Bey ‘baba’ lafını duyunca için için gülümsedi. Karşısındaki müstakbel damadıydı ve şu ana kadar saygıda kusur etmemişti. Yüzündeki gergin ifadeden de İsmet Bey’in dediklerini ciddiye aldığı anlaşılıyordu.
“Eh, ben söyleyeceklerimi söyledim. Şartlarım ortada. Artık sen de büyüklerini adet olduğu üzere Ekin’i istemeye gönderirsin, değil mi?”
“İnşallah en kısa zamanda geliriz. Ben Ekin’le konuşup uygun olduğunuz zamanı öğrenirim.”
“O zaman sana hayırlı işler.”
Sarp “sağ olun” diye cevap verdikten sonra İsmet Bey’i kapıya kadar uğurladı ve Sarp’ın tüm ısrarlarına rağmen arabayla eve kadar bırakılmayı reddetti. Gerçi teklif gelmesi İsmet Bey’i ziyadesiyle memnun etmişti ama henüz o kadar yüz-göz olmak için erkendi. Önce bir kız istemeye gelsinler, bir söz kesilsin, sonra samimiyet derecesini arttırırlardı.

Sarp içeri girdiğinde üzerinden bir ton yük kalkmıştı sanki. Ekin’in babasıyla konuşmak çok germişti ve nasıl izlenim bıraktığından emin değildi. Ekin’i arayıp babasının ağzından laf almasını istemek en iyisi olacaktı. Artık çok aşina olan numarayı tuşladığında Ekin’in cep telefonunun kapalı olduğunu gördü. Saat itibariyle telefonunun kapalı olması garipti. Yarım saat sonra bir kez daha aramaya karar verdi. Beş dakika sonra Ekin’in numarasını çevirdiğinde hala kapalı olduğunu gördü. Bunda garip olan bir şey yoktu. İnsanların cep telefonları kapalı olabilirdi. Bazen telefonun şarjı biterdi ve şarj aletini takacak priz bulmak güç olurdu. En iyisi yarım saat kadar beklemekti. Evet, yarım saat beklemekti. Sarp bu düşüncelerle boğuşarak beş dakika kadar bekledi ve Ekin’i bir kere daha aradı. Ancak yine aynı durumla karşılaştı. Belki evdekiler Ekin’in nerede olduğunu biliyorlardır umuduyla Ekin’in ev telefonunu aradı. Gülser Hanım Ekin’in işten geldikten sonra dolaşmaya çıktığını ve henüz eve dönmediğini söylediğinde Sarp’ı bir merak aldı. “Nereye gider bu kız” diye kendi kendine mırıldandı. Ofisinde sağa sola gidip gelmek işe yaramayınca bara geçip işlerin ne alemde olduğunu kontrol etmeye karar verdi ama bu da Sarp’ın içindeki merak duygusunu unutmasına yetmedi. Ekin kendisine hesap vermek zorunda değildi. Şu an bir erkekle beraber bile olabilirdi ve bu Sarp’ı hiç ilgilendirmezdi. İlgilendirmezdi de Ekin’in başka bir erkekle olduğu düşüncesinin Sarp’taki bu alışık olmadığı etkisi de ne oluyordu?
......

Ekin kararsız kalmasına rağmen en doğru hareketin Kenan ile bir kez daha konuşmak olduğuna karar vermişti. Tüm kabalığına rağmen çocukluk arkadaşıyla arasının kötü olmasını istemiyordu. Ne olursa olsun Kenan O’nun için değerliydi. Tabii ki içinde bulunduğu oyun sebebiyle duyduğu vicdan azabı da Kenan ile bir kez daha konuşmak istemesinde rol oynuyordu. Tamirhaneye doğru yola çıkmadan önce telefonunu kapatmıştı çünkü kimsenin rahatsız etmesini istemiyordu. Dışarıda olduğu zamanlarda annesi zamansız arayabiliyordu ve Kenan ile konuşurken başına bunun gelmesini istemiyordu.

Tamirhaneye yaklaştıkça müzik sesini duymaya başlamıştı. Belli ki Kenan’ın canı sıkkındı çünkü ancak canı sıkkın olduğunda müziğin sesini bu kadar açardı. Yaşananları göz önünde bulundurduğunda Kenan’ın sıkıntılı olması Ekin’e garip gelmiyordu. Aksine doğal bir durumdu. Aralarının eskisi gibi olacağı umuduyla elinde içkisi olan Kenan’a yaklaştı.
“Kenan? Seninle konuşabilir miyiz?”
“Oo, Ekin Hanım buraya uğrar mıymış?”
“Kenan, lütfen! Buraya tartışmaya değil, konuşmaya geldim. Geçen konuşmamızda olanların bir yanlış anlama olduğuna inanmak istiyorum. İkimiz eski arkadaşız. Aramızı bir yanlış anlamanın bozmasına izin veremeyiz, değil mi?”
“Senin anlayamadığın da bu işte!” Kenan’ın sesi gittikçe yükseliyordu. “Biz seninle hiç arkadaş olmadık. Senelerdir sen benim aşık olduğum kızdın. Şimdi gelip de bana ahkam kesme, tamam mı?”
“Kenan, seni anlamıyorum. Ben aşık olmanı sağlayacak ne yaptım? Arkadaşlık dışında sana ne sundum? Niye bu şekilde konuşuyorsun?”
“Sen Sarp’a gerçekten aşık mısın? Öyle laflar ediyorsun ki aşktan habersiz gibi konuşuyorsun.” Ekin korkuyla Kenan’ın yüzüne baktı.
“Ta... ta... tabii ki aşığım. Ne demek şimdi bu?”
“Aşık olmak için karşıdakinin yapması gereken özel bir şey olduğuna inanır gibi konuşunca aşk hakkında hiçbir şey bilmediğini düşündüm. Aşkın mantığı yok, varsa da ben bilmiyorum.” Ekin konuşmanın gidişatından memnun değildi. Buraya gelme amacı aşktan değil arkadaşlıklarından konuşmaktı.
“Bence arkadaşlığımızı hala kurtarabiliriz. Eminim ki sevgini hak edecek başka birisi çıkacak karşına Kenan.”
“Güldürme beni Ekin. Senelerdir içimde sönmeyen bu ateşin söneceğine ve başkası için yanacağına eminsin, ha? Aşık olduğunu nasıl anlarsın, biliyor musun? Rüyanda biriyle evli olduğunu görürsen o kişiyle bir ömrü beraber geçirmek istediğine emin olabilirsin. Ben senelerdir sadece seninle evli olduğumu görüyorum rüyamda. Sen kaç kişiyi gördün bu şekilde?” Ekin yutkundu. Rüya sözü aklına unutmak üzere olduğu o rüyayı hatırlattı. Aklında sadece kucağındaki kız çocuğunu Sarp’a verişi ve Sarp’ın “kızımız tıpkı annesi kadar güzel” deyişi vardı. Aslında rüya daha uzundu sanki ama Ekin sadece bu kadarını hatırlayabiliyordu. Kenan’ın kendisinden hala cevap beklediğini görünce “sadece bir kişiyi” diyebildi.
Ekin “Kimdi? Sarp’tı herhalde?” diye soran Kenan’a ancak başını sallayarak cevap verebildi. Çok başarısız bir şekilde sonuçlanan bir konuşmaydı. Sadece Kenan ile arasının asla eskisi gibi olamayacağını anlamakla kalmamış yüzleşmeye hazır olmadığı bir gerçek de karşısına tüm çıplaklığıyla çıkmıştı. Acaba Kenan haklı mıydı? O rüya zaten aklını meşgul ediyordu, bir de Kenan’dan duydukları...

Biraz daha konuşmayı denemesine rağmen Kenan’ın konuşmaya yanaşmadığını görmüştü. Kenan konuşmaya hazır değildi. Aslında Ekin buna minnettar olmalıydı çünkü Sarp’a aşık olmuş olabileceği gerçeğiyle karşı karşıya kalınca istese bile Kenan’la konuşamayacağını biliyordu. Üzgün bir şekilde Kenan’ın yanından ayrıldı. Dalgın bir şekilde beş dakika kadar yürümüştü ki kolunu birisi tuttu.
.......
“Ne işler çeviriyorsun Yelda? Saatlerdir at hırsızı kılıklı birinin yıkıntıdan farksız evinde ne işin var?” Serkan arabasında oturmuş saatlerdir Yelda’nın karşıdaki evden çıkmasını bekliyordu. Sudan bir bahaneyle Teksoy malikanesine gidiyorken Yelda’yı arabasıyla evden çıkarken görünce niye yaptığını bilmeden Yelda’yı takip etmişti. Sanki tuhaf bir durumun olduğu içine doğmuştu. Nitekim bu takibin sonunda Yelda’yı şu an bulunduğu yere kadar takip etmişti. Kaygılanıyordu ama bir şey yapabilecek durumda değildi. Kapıyı çalıp “Yelda, n’aber” diyemezdi ki. Tek yapabileceği beklemekti.

Yelda için hayal ettikleriyle asıl yaşadıklarının çelişmesi artık rutinlerden biri olacaktı galiba. İsviçre’deyken annesinden nefret ettiğini, Selim’i ise sevdiğini düşünürdü. Buna göre de Türkiye’ye gelince annesini görünce boynuna atılmayı istememesi gerekirdi ama kendini tutmasa yapacağı tam da bu olacaktı. Şimdi ise Selim’i görünce boynuna atılıp ne kadar özlediğini fısıldaması gerekirdi ama eğreti bir sarılmadan öteye gidememişti. Selim eski Selim’di. Galiba değişen Yelda’ydı. Birkaç saattir Selim konuşuyor, Yelda dinliyordu ama seneler önce kanını kaynatan bu adam şimdi canını sıkıyordu. O an kararını verdi. Kaç saattir işkence çekiyordu. Bu adam bir şey ifade etmiyordu O’nun için.
“Ben gidiyorum Selim.”
“Daha yeni geldin gülüm. Hem dışarı çıkıp heyecanlı işler çevirecektik. Neyse başka sefere artık.”
“Beni yanlış anladın Selim. Ben tümden gidiyorum. Seninle bir işim kalmamış artık. Bunu daha iyi anlıyorum.” Selim’in bakışları bir anda sinsileşti.
“Demek öyle? Küçük prensesin oralarda gözü açılmış. Ne o, elin gavuru mu açtı gözünü?”
“Selim, ben fark etmeden değişmişim. O zamanlar bana heyecan veren her şey şimdi aptallık gibi geliyor. Seni de özlediğimi sanmıştım ama yanılmışım.”
“Demek öyle. Sen gel benimle şöyle bakayım.” diyen Selim Yelda’yı kolundan tuttuğu gibi dışarıya sürüklemeye başladı. Bu arada da “eminim eski günlerde yaptığımız gibi ödünç alacağımız arabamızla İstanbul gecelerinde dolaşırken ne kadar özlediğini anlayacaksın” diye konuşmaya devam ediyordu. Yelda korkmaya başlamıştı. Aklının derinliklerine ittiği Selim’in dengesiz bir insan olduğu gerçeği gün yüzüne çıkıyordu ve Yelda ne yapacağını bilmiyordu. “Bırak beni” yakarışları da fayda etmiyordu. Dışarı çıktıklarında çırpınmaya başladı ama Selim’e gücü yetmiyordu. İsviçre’deyken yakın savunma derslerine arkadaşlarıyla birlikte gitmediğine çok pişman olmuştu. “Bırak beni” çırpınışlarına devam ediyordu ama faydası olmuyordu.

Serkan karşı kapının açıldığını görünce kendini hafifçe arabanın içine saklamaya çalıştı ama gözü bir anda Yelda’ya takıldı. Sanki çırpınıyor gibiydi. Yüzündeki ifade de endişe hatta korku doluydu. Yelda’nın tüm gücüyle o at hırsızı kılıklı heriften kurtulmaya çalıştığını görünce kararını bir anda verdi ve arabasından çıkıp koşar adımlarla Yelda’yı zorla alıkoyan adamın arkasından yaklaştı. Adamın ense köküne sert bir şekilde vurdu ama yeteri kadar sert vurmamış olacak ki adam sersemlemekle kurtuldu. Sendeleyerek yüzünü Serkan’a döndüğünde ise tam bir sokak dövüşü başladı. Serkan saldıran olmasına rağmen hayatta kalma mücadelesi veren biri gibi saldırıyordu. Üstte kalmak zorundaydı çünkü aksi durumda sadece kendisi değil, Yelda da kaybedecekti.

Hayatta kalma savaşı iki adam arasında sürerken Yelda içinde kalmış olabilecek şüphe kırıntılarının da toz olduğunu biliyordu. Doğru düzgün tanımadığı, bir zamanlar hoşlandığı ama kendisini arkadaşının kız kardeşinden öte biri olarak görmemiş adam kendi hayatı pahasına savaşıyordu. Havaalanında karşı karşıya geldiklerinde Serkan’ın kendisinden etkilendiğini anlamakta zorlanmamıştı ama şu an tanıklık ettiği... Bir şeyler yapmalıydı Yelda ama isteğiyle hareket ettiğini bildiği hiçbir kas beyninden giden emirlere uymuyordu. Yelda hareket edemiyordu. Bir şekilde Selim’i durdurmak istiyordu ama bir şeyler hareket etmesini engelliyordu. Sonra önündeki iki adam arasında süren mücadeleyi denk ve adil bir kavga olmaktan çıkaran nesneyi gördü. Selim’in elinde parlayan bıçak Yelda’nın kalp atışlarını daha da arttırdı. Eğer bu şekilde çarpan kalbi bu heyecana dayanırsa yaşlandığında kalp krizinden ölmeyeceğini biliyordu.

Serkan da kendisine çekilen bıçağı görmüştü. Hayatları tehlikeydi. Yıkılamazdı. Ayakta kalmak zorundaydı ve bu içgüdüyle tüm gücünü kullanarak saldırdı. Selim’in salladığı bıçaktan kaçmayı denedi ama tam olarak başarılı olamadı. Vücudunda acıyı hissettiğinde bu acının kendisini korkutmadığını fark etti ama yaralanmıştı. Ne kadar büyük bir yara aldığını bilmediği için bu ölüm kalım savaşını bir an önce kendi lehine sonuçlandırması gerekiyordu. Eğer yarası büyükse istese bile ayakta kalamayacaktı. Bu dürtüyle son bir kez tüm gücüyle saldırdı. Bulduğu ekstra gücün etkisiyle Selim’in elindeki bıçağı yere düşürmeyi başardı. Otomatiğe bağlanmış gibi saldırmaya devam etti. Vurmaya devam ettikçe aklındaki tüm dizginler anlamını yitiriyordu. Düşünmeden saldırmaya devam ediyordu. Sonra bir ses duymaya başladı. Duyduğu ses sanki uzaklardan geliyordu. Tuhaf şekilde sesin yükselmeye başladığını fark etti. En sonunda Yelda’nın durmasını söylediğini kavrayabildi. İlk defa durup önce Yelda’ya sonra önünde baygın yatan kanlar içindeki Selim’e baktı. Bir insan çıplak elle bu kadar zarar verebilir miydi? O, bu kadar saldırgan olabilir miydi? Kendini tanımayamadığını hissediyordu. Serkan ne zaman bu kadar saldırgan biri olmuştu? Kendinden korktuğunu tüm benliğinde hissetti. Yelda’nın telkin eden sesi geliyordu.
“Geçti, geçti artık. Zarar veremez. Tamam Serkan, geçti artık.” Oysa Serkan etrafa boş boş bakmaya başlamıştı. Yelda polisin ve öncelikle bir ambulansın gelmesini gerektiğini kavrayabildiğinde telefonuna eli uzandı. Telefonun diğer ucundaki görevli kişiye durumu zorlukla anlatabildi. Kısa zaman içinde polis ve ambulans burada olurdu ama Serkan iyice boş bakmaya başlamıştı ve Yelda korkuyordu. Uzaklardan gelmeye başlayan sirenler yanlarında durunca Yelda Serkan gibi bilincini kaybetti.
......

Ekin yürürken Kenan’ın söylediklerinin etkisiyle Sarp’ı düşünüyordu. O rüya acaba Sarp’a sırılsıklam aşık olduğunu mu söylüyordu? Ekin düşüncelerle boğulmak üzereyken kolunun tutan birisi sebebiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Gördüğü kişi ise orada görmeyi umduğu son kişiydi ama işte Sarp karşısındaydı ve gözlerinde garip bir şeyler vardı. Ekin’in bilmediği bir şeyler...
“Nereden böyle Ekin?”
“Sesinde bir farklılık var. Sanki... sanki saldırgan bir hava seziliyor. Bu kişi Sarp değil. O’nun gibi bakmıyor. O’nun gibi konuşmuyor.” diye düşündü Ekin.
“Kolum acımaya başladı Sarp. Ne oluyor sana böyle?” Sarp bu söz üzerine Ekin’in kolunu sıkmayı bıraktı ama sesindeki ton değişmeden yine sordu:
“Nereden böyle Ekin?”
“Neler oluyor sana? Sen... değiştin. Benim bildiğim Sarp değilsin.” Bu sözlerden sonra Sarp ne yaptığını fark etti. Kıskançlık duygusu bir anda O’nu esir almıştı. Mantıklı bir tarafı yoktu bu yaptıklarının. Ekin istediği yere gidebilirdi. Sarp’a hesap vermek zorunda değildi. İsterse başka bir erkekle bile olabilirdi. ...ve son düşünce aklına düştüğü an bir kere daha o anlamsız duygulara esir oldu Sarp. Ancak bu sefer daha kontrollü sordu:
“Sadece nerede olduğunu merak ettim. Seni aradım ama telefonun kapalıydı. Evi aradım, annen dışarı çıktığını söyledi. Sana ulaşamayınca buralara gelmeye karar verdim, seni görürüm umuduyla. Şimdi... neredeydin?” Ekin Sarp’ı süzdü bir süre. Bir şeyler değişmişti. Geldiğindeki gibi konuşmuyordu ama sesi hala Ekin’in bildiği, alıştığı ve sevdiği tonda değildi. Sarp kendisiyle konuşurken sesinde hep bir yumuşaklık oluyordu. Şimdi ise çok monoton ve duygusuz bir ton vardı. Aklından sevdiği Sarp’a ne olduğunu sordu. Sonra Sarp’ın hala bir cevap beklediğini hatırladı.
“Kenan’la konuşmaya gittim.” Devam edecek oldu ama Sarp araya girdi.
“Sana ettiği onca laftan sonra? Madem O’nu bu kadar seviyordun ne diye bu oyuna kalkıştın. Madem bu kadar vazgeçilmez biri, benimle ne işin var?”
“Ne diyorsun sen, Sarp?”
“Sadece olanları daha iyi anlamak için soru soruyorum.” Kesinlikle konuşan Sarp değildi. Birisi Sarp’ın aklını esir almış olmalıydı.
“Kenan’ı sevdiğim doğru ama sadece bir arkadaş olarak. Yoksa sen de çocukluk arkadaşı kavramının anlamını bilmeyenlerden misin? Kenan eskiden beri arkadaşım. O’nu bu kadar kolay kaybetmek istemememin neresi garip?” Ekin’in dedikleri akla yatkındı. Hem Ekin istediği erkekle olabilirdi. Sarp’ı yine o kötü duygu esir aldı. Aklına ne zaman Ekin’in başka bir erkekle olduğu gelse beynindeki mantık bölgesi kısa devre yapıyordu.
“Hiç garip değil. Hele bu kadar seviyorken hiç garip değil. Bir hata yaptın, şimdi o hatayı düzeltmeye çalışıyorsun. Anlıyorum...” Aklından ‘istediğin zaman bu oyunu bitiririz, sen de rahat edersin’ demek geçiyordu ama sözcükler boğazında düğümlendiği için söyleyemedi o sözleri.
“Sarp...”
“Neyse, kusura bakma. Rahatsız etmek istemedim. Kendine iyi bak.” deyip uzaklaşıverdi Ekin’in yanından ve arabasına atlayıp gitti. Ekin şaşkındı. Olanlara bir anlam veremiyordu. Oysa biraz erkekleri tanısaydı Sarp’ın yaptığının kıskançlık olduğunu anlardı. Hiçbir temele dayanmasa bile, biraz mantık sahibi insanın bile saçma olduğunu anlayacağı sebeplerle kıskançlık krizine girebildiklerini bilebilirdi. Oysa zavallı Ekin hem kendi duygularını hem de Sarp’ın son yaptığı garip davranışı anlamakta güçlük çekiyordu. Sarp Ekin’i üzmüştü ama bu üzüntü bir arkadaşıyla ya da aile bireyiyle atışma sonucu olan üzüntüye hiç benzemiyordu. Ekin evin yolunu tutmuşken haykırarak içindeki sıkıntıyı dışarı vurmanın ne kadar cazip geldiğini düşündü.
......
Sarp çalıştığı mekana geldiğinde kendisine özel kurye ile bir zarf geldiğini öğrendi. Ofisinde oturmuş zarfı açıyordu ki garsonlardan biri kendisine bekledikleri grubun geldiğini ve kendisiyle görüşmek istediklerini söyledi.
“Eski arkadaşlarınızmış, Sarp Bey.”

Sarp bir grubun geleceğini biliyordu ama bu bilgi O’nun için de sürpriz olmuştu. Merakla ofisinden bar tarafına geçti. Gelen grup kendisini görünce alkışlar koptu. Sonra aralarından biri gözüne ilişti. Eskilerden bir yüz... Peşinden koştuğu, uğruna şiirler yazdığı ve şarkılar bestelediği kız, ki şimdi tam bir kadın olmuştu...

Sarp’a doğru yürüyordu geçmişten gelen o yüz. Yüzünde bir gülümseme vardı. Sarp’a yaklaşıp koluna girdi ve O’nu ofisine doğru sürüklemeye başladı. Sarp neler olduğunu kavramakta güçlük çekiyordu. Neler oluyordu burada? Sanki alacakaranlık kuşağındaydı. Kolundaki kadın gülümsemeye devam ediyordu. Ofisine girdiklerinde o kadın kapıyı kapadı. Gülümsemeye devam ediyordu ve Sarp iyice gerildiğini hissediyordu.
“Her şeyi biliyorum Sarp.”
“Yasemin...”
“Şşş! Dedim ya, her şeyi biliyorum. Bence bunu bilmek çok güzel. Senden bu kadarını beklemezdim ama ne yalan söyleyeyim, beni çok etkiledin. Sanırım bunu hak ettin.” Sarp’ın şaşkın bakışları arasında Yasemin Sarp’ı kendine doğru çekti ve dudaklarını Sarp’ın dudaklarına değdirdi.

0 yorum:

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro