9 Aralık 2006 Cumartesi

İkinci Perde - Beşinci Bölüm

Bölüm 5: Infidelis (1)

Gergin günlerden sonra gergin gece de sona ermişti. Çoğunluğu uykusuz ve uzun bir gece, kararını tekrar tekrar gözden geçirmesine yardımcı olmuştu. Geri dönüşü olmayan noktaya varmıştı. Bir adım daha atacak ve kökten çözecekti olası problemi. Yapması gerekeni ve neden yapması gerektiğini iyi biliyordu. Zaten bu sebepten son zamanlarda sevdiği kadınla arasında esen soğuk rüzgârlara aldırış etmeden doğru bildiğini yapmaya kararlıydı. Hâlâ uyumakta olan karısına döndü ve öpüp öpmemesinin kararsızlığını yaşadı bir süre. Uyandırma riskini göze almadığı için sessizce çıkmaya karar verdi.

...

Hâlâ odada olduğunu seziyordu ama uyanmış olduğunu belli etmemeye kararlıydı. Bir şeyler döndüğünü biliyordu ve ne olduğunu bulmaya kararlıydı. Yatak odasında iğne atılsa duyulacak kadar sessizlik vardı ama yine de kocasının tam olarak nerede durduğunu tahmin edebiliyordu. Gözlerine ihtiyacı yoktu bunu anlamak için.

Serkan odadan çıkar çıkmaz gözlerini açtı. Birkaç gündür yapacaklarını planlıyordu. Son zamanlarda Serkan’dan iyice şüphelenmeye başlamıştı ve artık Berna’nın telkinleri bile işe yaramıyordu. Er geç bu işin köküne inecek ve Serkan’la yüzleşecekti. Serkan’ı suçüstü yakaladığı zaman canına okuyacaktı.

Aceleyle yataktan çıktı ve hızlıdan giyinmeye başladı. O sırada da Berna’yı aramaya çalışıyordu. Birkaç çalıştan sonra Berna telefonunu açtığında sesi uykulu geliyordu. Bir elinde telefonu bir elinde üzerine geçirmeye çalıştığı kıyafetleri ile şekilden şekle giren Yelda sonunda bluetooth kulaklığını taktı ve Berna’yı hâlâ uyanmadığı için azarlamaya başladı. Ardından da, Ekin’i arayıp ona da haber vermesini istedi.

Odadan sessizce çıkarken Serkan’ın kahvaltı yapmak için oyalanmış olmasını diliyordu içinden. Ancak mutfakta kimseyi göremeyince iyice şüphesi arttı. Bir kahvaltıyı bile atlamayan adam mutfağa uğramadan çıkmıştı. Koşar adımlarla bahçeye çıktığında Serkan’ın arabasının içinde motorun ısınmasını beklediğini gördü. O zaman şubat soğuğunu iyice yüzünde hisseden Yelda paltosunun iki yakasını birbirine yaklaştırıp biraz ısınmaya çalıştı. O sırada da Serkan’ın kendisini görmesini engellemek için dikkatlice hareket ediyordu. Kahvaltı etme alışkanlığından şaşmış olsa bile arabanın motorunu biraz olsun ısıtmadan yola çıkmama alışkanlığından şaşmamıştı eşi.

......

Ekin, Berna ile konuşmasını bitirdikten sonra sessiz evin duvarlarına baktı bir süre. Tablolar asılı olmasına rağmen ev boş duvarlardan oluşan bir zindan gibi geliyordu. Oysa Sarp’la olan son gerilimden beri her şey yolunda gibi görünüyordu. Sarp artık eve gelir gelmez çalışma odasına girmiyordu. Yarım saat kadar oyalanıyor ve ardından yine kendini evin artık Ekin’in en nefret ettiği odasına -çalışma odasına- atıyordu. Arada sırada odadan dışarı çıkmasına rağmen Ekin çok da memnun değildi bu durumdan. Hele ki sabahın altısında kocasının işe gitmek için evden çıkmaya hazırlandığını gördüğünde. Sarp açıklamıştı holdingin geleceğini tümden etkileyecek projesinin ne kadar çok çalışma saati gerektirdiğini ama Ekin hâlâ neden bu çalışmanın hepsini Sarp’ın yapması gerektiğini anlamıyordu.

Dersleri erken saatlerde değildi okulundaki son döneminde ve bu sebepten erken kalkması gerekmiyordu. Arada sırada Sarp’la birlikte kalkmaya yeltense de gerek saatin oldukça erken olması gerekse de kocasının ısrarıyla bundan vazgeçmişti. Oysa şimdi evin duvarlarına baktıkça kendini bir zindan odasında yapayalnız hissediyordu. Evin içi sıcak olmasına rağmen Ekin ürperince kendini sarmalayıp ellerini kollarına aşağı yukarı sürterek üzerindeki ürpertiyi atmaya çalıştı. Yeniden çalmaya başlayan telefonuyla Yelda ve Berna’yı sabırsızlandırdığını fark etti ve çıkmak üzere olduğunu söylemek üzere cep telefonunu eline aldı ancak arayan ne Berna ne de Yelda’ydı.

Erdem’in aradığını görünce önce şaşırdı ama sonra ona beraber kahvaltı yapma sözü verdiğini hatırladı. Bu kahvaltı tamamen aklından çıkmıştı.

“Kusura bakma Erdem, tamamen aklımdan çıkmış başka bir işim olduğu. Serpil’e de özürlerimi ilet.” dediğinde Erdem’in canı sıkılmıştı ama bozuntuya vermedi.

“Serpil ne kadar kızdı bana?” diye sordu Ekin.

“Kızmadı, merak etme. Kafaya takmamanı söylüyor.” diye cevapladığında Erdem’in yanında kimsecikler yoktu.

......

Berna, Ekin’i almak için gittiğinde Yelda eşini takip etmeye devam ediyordu. Serkan holding binasına vardığında içeride çok kalmayacağını biliyordu Yelda. Serkan mutlaka yeniden dışarı çıkacaktı çünkü evlilikleri süresince onu ayaküstü kahvaltı yapmamaya alıştırmıştı ve şimdi onu zorlasa da iş yerinde poğaça-çay ile kahvaltı yaptıramazdı. Nitekim on beş dakika geçmeden Serkan’ın dışarı çıktığını gördü.

Hemen telefonla Berna’yı aradı ve nerede olduklarını sordu. İki koldan Serkan’ı takip edecekleri planını gerek olmadığı halde bir kere daha anlattı. Ancak o sırada Serkan Yelda’nın arabasını fark etti ve ona doğru yürümeye başladı. Oldukça şaşkın ve bir o kadar da telaşlı görünen Serkan Yelda’ya soran gözlerle bakıyordu.

“Ne o, bir yere mi gidiyordun Serkan?” diye sordu Yelda.

“Bir işim vardı da, bir süreliğine çıkmam gerekti.” Yelda şüphe dolu bakışlar atarken Serkan “Senin ne işin var burada?” diye sordu. Bir şeyler uydurması gerektiğini bilen Yelda aklına gelen ilk yalanı söyledi:

“Bizim yeni restoranın muhasebe kayıtlarını holdingin muhasebe servisi hallediyor ya onun için gelmem gerekti. Erkenden onu halledeyim istedim.” Serkan bu cevabı biraz tuhaf bulsa da üzerinde fazla durmak istemedi. Vasektomi operasyonu için bir an önce hastaneye gitmesi gerekiyordu.

“Peki, kolay gelsin sana. Benim gitmem lazım. Daha sonra görüşürüz hayatım.” diyen Serkan’a Yelda imalı bir şekilde “Görüşürüz.” diyerek cevap verdi. Serkan arabasına doğru giderken de Berna’yı yeniden arayıp nerede olduklarını sordu. Serkan’ı suçüstü yakalamak istiyorlarsa onu gözden kaçıramazlardı. İki sokak ötede olduklarını öğrenince de derin bir nefes aldı ve ne yapmaları gerektiğini bir kere daha anlattı.

......

Ekin sıklıkla gelen telefonlara Berna’nın verdiği cevaplara bakıp kalkıştıkların işin absürtlüğüne için için gülüyordu. Bıkkın bir şekilde telefonu kapatan Berna’ya dönüp “Ne yaptığımızın farkında mısın? Serkan’ı takip edip güya Yelda’yı kiminle aldattığını bulacağız. Sen gerçekten Serkan’ın böyle bir işe kalkışabileceğine inanıyor musun?” diye sordu.

“Saçmalama, elbette inanmıyorum ama Yelda’nın paranoyalarıyla tüm gün uğraşan sen değilsin. Kaç defa boşuna kuruntu yaptığını anlattım ama o kadar inanmış ki Serkan’ın başka biriyle ilişkisi olduğuna Nuh diyor, peygamber demiyor. Mecburen bu gülünç işe kalkışıyorum ve inan bana bunu kendi başıma yapacak halim yoktu, hepimiz bu rezilliğin bir parçası olacağız ki kimse suçsuz olmasın.”

“Bence de Serkan hayatta öyle bir şey yapmaz. Yelda’nın sözünden çıkmaya korkan birinin onu nasıl aldatabileceğini düşünüyor, anlamıyorum.”

“Ekin, sanki ben bunu söylemedim mi? Ona göre asıl öylelerinden korkacakmışız. Hem Sarp’la Serkan’ın evlenmeden önceki yaşantılarını nasıl unutabilirmişiz? İnsan değişmiş gibi görünse de 7’sinde neyse 70’inde de oymuş.” Ekin, eşinin adını duyunca biraz gerildiğini hissetti ve bu ona daha da acı verdi. Önceden -çok da değil- Sarp’ın adını duymak mutlu olmasına yetiyordu. Oysa şimdi?... Evlilik aşkı gerçekten de öldürüyor muydu?

......

Sarp elinde birkaç dosya holding koridorlarında ilerlerken bir yandan dosyaların içeriğini incelemeye, diğer yandan da birilerine veya bir yerlere çarpmamak için önüne bakmaya çalışıyordu. Bu şekilde Serkan’ın odasının yanına geldiğinde sekreterinin etrafta olmadığını görünce odanın kapısını çalıp içeri girdi. Serkan’ın da etrafta olmadığını görünce biraz canı sıkıldı. Odadan dışarı çıktığında sekreterin koşarak masasının başına gelmekte olduğunu görünce sabırsız bir şekilde onu beklediğini belli etmekten çekinmeden olduğu yerde dikildi. Serkan’ın sekreteri nefes nefese yanına geldiğinde fazla sert olmasa da soğuk bir ifadeyle “Serkan nerede?” diye sordu.

“Bilmiyorum, efendim. Sabah geldikten sonra çok kısa süre kaldı ve sonra çıktı. Çıkarken de bugünkü tüm randevularını iptal etmemi istedi.”

“Hemen onu ara ve onunla konuşmak istediğimi ilet. Acilen konuşmamız gereken bir konu var.” diye direktifte bulunduktan sonra iğneleyici bir ses tonuyla “Dedikodu için de öğle tatilini bekle.” dedi.

“Özür dilerim, efendim. Bir daha olmaz.” diyen sekreterin yüzüne kısa bir bakış atıp tam ayrılmak üzereydi ki sekreterin kem küm etmekte olduğunu gördü. Sabrı gerçekten taşıyordu. “Ne var?” diye sorduğunda sekreterin stres seviyesi iyice artmıştı.

“Serkan Bey cep telefonunun kapalı olacağını söyledi, efendim. Bu sebepten...”

“Tamam, tamam. Anlaşıldı, ondan bana hayır yok bugün.” diye söylendi Sarp.

Sarp kendi odasına doğru ilerlerken Serkan’ın sekreteri “Bu adama ne oldu böyle son zamanlarda? Dünya tatlısı adamken şimdi sinir küpü biri oldu çıktı.” diye mırıldandı kendi kendine.

......

Serkan hastaneden içeri girdiğinde Mehmet’i danışma masasının yanında kendisini beklerken buldu. Refleksle saatine baktı ve geciktiğini fark etti.

“Kusura bakma Mehmet, geciktim. Sabah ofise uğrayıp tahlil sonuçlarımı almam gerekti. Sonra da trafik yüzünden iyice geciktim. Kaza olmuş galiba.”

“Önemli değil. Ben de konsültasyondaydım zaten, ancak inebildim aşağıya.” Mehmet, Serkan’ın Yelda ile konuşup konuşmadığını anlamak için “Yelda da seninle gelir diye düşünmüştüm.” diye konuştu. Serkan’ın sessiz kalması cevabını almaya yetmişti. Zaten daha dolaylı yoldan sormadan tahmin ettiği durum Serkan tarafından da onaylanınca sadece “Umarım sonradan sorun olmaz.” diye fısıldadı sessizce. İkisi operasyonu gerçekleştirecek doktorun odasına yöneldiler.

......

Ekin otomobilin içinde beklemekten bunalmıştı. Saatine baktığında derse gitmesi için ancak vaktinin kaldığını gördü.

“Berna, benim derse gitmem lazım. Seni bu büyük görevde yalnız bırakmak zorundayım. Ne dersin, Serkan buraya geldiğine göre Mehmet onun suç ortağı mı?” Berna imalı imalı bakmakla yetindi ama yine de kafasında soru işaretleri oluşmasına engel olamadı.

“Tamam, sen git, Ekin. Daha sonra haberleşiriz.”

Ekin okula gitmek için bir taksi çevirirken Berna’nın aklı düşüncelerle doluydu. Ekin’in şaka yollu takılmasını ciddiye aldığından değil ama Serkan’ın hastaneye gelmiş olmasından dolayı sabahtan beri ciddiye almadığı bu takip konusu üzerine düşünmeye başlamıştı. Aklına gelen ilk aldatma senaryosu içermeyen açıklama Serkan’ın hasta olabileceğiydi. Ne var ki Serkan’ı az çok tanıyordu. Biraz ateşi çıksa mızmızlanmaya başlar ve Yelda’nın burnundan getirirdi. Birden Berna’ya dank etti. Ya Serkan ölümcül hastalığa yakalanmışsa? Ya bunu Yelda’ya söylemek istemiyorsa? Böyle bir şey yapar mıydı acaba? Yani bu senaryo Serkan’ın tuhaf davranışlarını da açıklıyordu. Berna birden kendini bilmemesi gereken bir sırra dâhil olmuş gibi hissetti ve bunun ağırlığı ona fazla gelmeye başladı. Sürekli olarak kafasında oluşturduğu senaryonun yanlış olduğunu ispatlamaya çalışıyordu ama böyle durumlarda sıklıkla olduğu gibi yanlış olduğunu ispatlama çabası onu uydurduğu senaryoya daha da inanmaya itiyordu.

......

Her şey doktorun anlattığı gibi gelişmekteydi. Serkan otomatiğe bağlanmış gibi alışılmış soruları cevapladıktan sonra operasyon gerçekleşmişti ve Serkan hissettiği o garip duyguyu içinden atmaya çalışıyordu çünkü adını koyamadığı bu duygu aklının derinlerindeki şüphe kırıntılarını yüzeye çekmeye çalışıyordu. Bilinçaltı denizinin derinlerinde yaşayan şüphe kırıntılarına şu an ihtiyacı yoktu. Yelda’nın ikinci bir hamilelikten sağ çıkması ihtimali zordu. İkizler doğduğunda doktorun söyledikleri aklındaydı. Bu riski ortadan kaldırmanın bir yolu da bu operasyondu. Doğruyu yapıyordu. Yeldasız bir hayatı düşünemediğine göre...

......

Berna boğazına bir şeylerin düğümlendiğini hissetti. İş ortağına, daha da önemlisi, dostuna yalan söylüyordu. Serkan’ın aldatmadığına emindi. Hiç olmazsa o konuda yalan söylemiyor oluşu biraz teselli oluyordu ama ya asıl haber? Serkan’ın ciddi bir hastalığının olabileceği? Olduğu?... Mehmet’ten öğrenmeyi deneyebilirdi ama boşa kürek çekeceğini biliyordu. Aradan geçen senelere rağmen hastaların kimlikleri hakkında ketum olmaya devam ediyordu. Karısına bile! Birden Mehmet’in bu özelliğine sinirlendi. Berna akşama basit bir sebepten kavga çıkacağı hissine kapıldı. Neyse ki bu küçük kavgalar ne onu ne de Mehmet’i etkiliyordu. Aralarındaki karı-koca ilişkisi bu basit kavgalara karşı korumalıydı.

“Eminsin, değil mi Berna? Bak, yalan söyleme sakın.”

“Yelda! Bu konuda niye yalan söyleyeyim?” diyen Berna aklından “Başka bir konu olsa belki…” diye ekledi.

......

Serkan holdinge döndükten sonra masasının başında kendisini bekleyen bir dizi dosya buldu. İçeriklerine hızlıdan bakınca gözlerine inanamadı. Sarp’ın S&S ile iş anlaşması yapabilmek amacıyla tüm büyük anlaşmaları feshettiğini gördü. Ondan beklemesini istemişti. S&S ile yapılacak iş yerine ticari filolarını genişletebileceklerini söylemişti ama görünen o ki Sarp yine bildiğini okumaktan geri kalmamıştı.

Hışımla odasından çıkıp Sarp’ın odasına doğru ilerledi. Sarp’ın sekreterine bakma gereği bile hissetmeden içeriye daldı. Oysa onun bunları yapmaması gerekiyordu. Evde hareket etmeden dinleniyor olmalıydı. Canının yanmaya başladığını hissetmesine rağmen dişini sıktı ve Sarp’ın karşısına dikildi. Sarp önüne atılan dosyalara baktıktan sonra “Ee? Ne demek istiyorsun?” diye sordu.

“Sarp! Bekleyeceğini söylemiştin. Benden alternatif hareket planı çıkarmamı istemiştin. Haberim bile olmadan S&S’le çalışabilmek için bütün büyük anlaşmalarımızı feshetmişsin.” Sarp’ın uzun çalışma saatleri ve stres yüzünden yıpranmış olan sinirleri bunu kaldırmakta zorlanıyordu. Serkan’ın ses tonundan aşağı kalmayan bir sertlikte cevap verdi:

“Eğer buralarda olsaydın bugün senden durum raporu alabilirdik. Sabah çıkmışsın, sonrasında senden haber almak mümkün olmadı. Cep telefonun da kapalı... Bugün için bir cevap vermemiz gerekiyordu S&S’e! Bugün! Seni bekleseydik bu fırsat elimizden kaçacaktı!”

“Sarp, riskin ne kadar büyük olduğunu görmüyor musun? Amerika yeni düzenlemeler getiriyor bu tür ticari ortaklıklara. Bizi de etkileyebilir bu.”

“Etkileyebilir, etkiler değil. Risk almazsak büyüyemeyiz. Senin ticari filoyu genişletmek için önereceklerin için bile ne kadar bekledik ama senden bir sonuç çıkmadı.” Serkan acısı iyice artmaya başladığı için bu tartışmaya daha fazla devam edemeyeceğini fark edince “Dediğin gibi olsun, Sarp. Umarım korktuğumuz başımıza gelmez.” dedi ve eve gitmek için çıktı.

.......

Ekin geç saatte olan seçmeli dersinden çıkınca Serpil'i görmek için kantine gitti. Serpil'i bir gazetenin bulmacasını çözerken bulduğuna hiç şaşırmadı. Serpil'in sıklıkla tercih ettiği "tek başına" eğlencelerinden biriydi bu. Selam bile vermeden "Sabah kahvaltıyı unuttuğum için kusura bakma canım." dedi. Bulmaca çözmeye dalmış olan Serpil Ekin'in sesini duyunca korkuyla yerinden sıçradı.
"Ödümü kopardın Ekin!" diye beklenen tepkiyi verdi.
"Pardon canım ya, korkutmak istemedim."
"Önemli değil. Sen ne diyordun?"
"Kahvaltıyı unuttum ya bu sabah. Başka işim çıkınca gelemedim. Erdem'le ikinizi yüzüstü bırakmış oldum." Serpil'in ne olduğunu anlaması için daha fazlasını duymasına gerek yoktu. Erdem yine onun adını kullanarak Ekin'i bir yere davet etmişti. Ekin kahvaltıya gelseydi Erdem'in uygun bir açıklaması olacağına emindi bahsi geçen üçüncü kişinin neden ortalıkta görünmediğine dair. Birkaç gün önce Erdem’in ağzından çıkan sözleri hatırladı. “Ekin’in ne kadar güzel olduğunu görmüyor musun?” diye sormuştu. Evlilik denen kavramı ne kadar çok sevdiğini de eklemişti çünkü ona göre evlilik dışı ilişkilerin tarafları sır tutar hale getirdiğini söylemişti. Serpil’in canı sıkıldı, bu, tesadüf sonucu öğrendiğine. Farkında olmadan yine alt dudağının sağ tarafını ısırmaya başladı başını önüne eğdiğinde. Ekin ise bu sessizliği başka yorumladı.

“Küs müyüz?”

“Saçmalama Ekin. Kesinlikle küs olduğumuz yok.”

“Ne bileyim, birden sessizleştin de... Bizim oralarda bu hayra alamet değildir.” Ekin işi şakaya vurarak ortamı yumuşatmaya çalışıyordu. Serpil zorla da olsa gülümseyerek “Merak etme canım, küsmedim.” dedi ve “Sadece bir soruyu cevaplayamadım şu lanet olasıca bulmacada.” diye ekledi hâlâ aklında Erdem’in sözleri varken.

“Ne, belki ben biliyorumdur...”

“İri yarı, kırıcı, asık suratlı kimse... Yedi harfli ve ikinci harfi ‘z’...”

Ekin ile ikisi bir süre uğraştıktan sonra diğer sorulara geçtiler. Saatin nasıl geçtiğini oldukça geç fark eden Ekin eve geç kaldığını anlayınca aceleyle toparlanırken Serpil bir süre kantinde oturanları inceledi. Ekin’e çözemediğini söylediği soruya gözü takıldı. Yabancılaştırmayı tercih ettiği o duygular Serpil’i bunaltmaya başlamıştı. Su altından nefessiz kalan birinin azıcık da olsa nefes almayı istemesi gibi o da vicdanını biraz rahatlatmak istiyordu. Eğer vicdanı nefes almazsa boğulacağından emindi. Ekin sandalyenin kenarına astığı çantasını almak için uzandığında Serpil vicdanına o nefesi aldırmaya karar vermişti bile. Elini Ekin’in elinin üzerine koyup merakla kendisine bakmaya başlamış olan arkadaşına “Birine inanma konusunda dikkatli ol Ekin!” dedi. Ekin uyarının anlamını çözmeye çalışırken Serpil devam etti:

“Erdem belki de senin sandığın gibi birisi değildir.” Ekin kalıp bu konuyu tartışmak isterdi ama çıkması gerekiyordu. Yine de son haftalarda daha iyi tanımaya başladığı Erdem’in bu şekilde suçlanmasına kayıtsız kalacak değildi.

“Ne demek istediğini anlamıyorum Serpil ama düşündüğüm şeyi kastediyorsan hiç devam etme. Birinin arkasından bu şekilde konuşman hiç hoş değil. Kalıp bu konuyu detaylı tartışmak isterdim ama gerçekten geç kaldım, çıkmam lazım. Görüşürüz...”

Serpil Ekin’in ardından bir süre bakakaldı. Bakışlarını kantinin kapısından önündeki bulmacaya çevirdiğinde bakışları Ekin’in geldiği sırada çözmek üzere olduğu sorunun üzerine odaklandı. Sorunun cevabını biliyordu ama aklını kurcalayan gerçek sebebi, Erdem’in hoşa gitmeyecek sözlerini Ekin’e söyleyemeyeceği için sorunun cevabını bilmediği yalanını uydurmuştu. “Aznavur... Cevap, aznavurdu.” diye fısıldadı ve Ekin’e yalan söylemesine neden olan Erdem’le niye arkadaşlık ettiğini sordu kendine. Refleksle sol kolundaki erkek bilekliğine giden sağ eli cevabını vermişti. Yüzünü acı kaplayan Serpil “Artık boş vermek daha çok güçleşiyor.” diye içinden geçirdi.

......

Ekin eve vardığında Sarp’ı kendisini beklerken bulacağına emindi ama evin ışıklarının kapalı olduğunu fark edince şaşırmaktan kendini alamadı. İçeri girip üzerindekileri çıkarırken Sarp’ın kapıdan içeri girdiğini duydu. Saatin ne kadar geç olduğunu fark edince yüzünü ekşitmişti bile ama kendisi de geç geldiği için sesini çıkarmadı. Sarp, “Sen de yeni mi geldin?” diye sorarken yaklaşıp Ekin’in yanağına küçük bir öpücük kondurdu. Ekin soğuk bir sesle Serpil’le kantinde bulmaca çözmeye daldığını söyleyince Sarp şansını zorlamaması gerektiğini anladı. İçinden bir ses bu soğukluğun sebebinin geç kalması olduğunu söylüyordu.

Karı-koca karşılıklı olarak oturma odasındaki yerlerini aldıklarında Ekin’in elinde kitabı vardı. Sarp da biraz televizyon seyretmeye karar verdi. Kanallar arasında dolaşırken ekonomi programlarından birine denk gelince durdu. Ekin göz ucuyla Sarp’ın ne seyrettiğine baktı. Bir ekonomi programı seyrettiği görünce daha fazla dayanamayacağını anladı ve elindeki kitabı yanına bırakıp Sarp’a doğru bakmaya başladı.

“Sarp? Ne oluyor bize? İkimize?...” Sarp bu sorunun durup dururken nereden çıktığını anlamaya çalıştığı için Ekin’e şaşkın şaşkın bakıyordu.

“Anlamadım, nasıl ne oluyor bize?”

“Yani demek istediğim, sen değiştin. Ne oldu sana?” Sarp bu soruyu Ekin’den de duymayı hiç beklemiyordu. Seneler öncesinde defalarca duyduğu bir soruydu bu. Kaç kız arkadaşının değiştiğini söyleyip onu sorgulamaya kalkıştığını hatırlayamıyordu bile. İşin gerçeği sormayan kız arkadaşı olduğundan emin değildi. Geçmişindeki kadınlardan hep ayrı tuttuğu ve gördüğü Ekin’den böyle bir soru duymak Sarp’ı boş yerinden yakalamıştı.

“Bana bir şey olduğu yok Ekin.”

“Yok mu?” diye sorarken Ekin’in sesi yükselmişti. “Bizim, ikimizin bir hayatı vardı Sarp! Dışarı çıkardık, beraber vakit geçirirdik. Sabahları geç saate kadar yataktan çıkmadığımız çok olurdu. Geçen yazın sonundan beri seni ancak uyumak için yatağa geldiğinde görüyorum. Eve geç geliyorsun ve hemen çalışma odana kapanıyorsun. Hafta sonları bile çalıştığın oluyor. Bana bir şey olmadığını söyleme çünkü bir şeyler var. Değişen bir şeyler...”

Sarp suçlar tonda söylenen sözler karşısında sesini yükseltmemek için kendini zor tutuyordu. Sesini yükseltirse tartışmanın büyüyeceğinin, ikisinin de birbirini kıracak sözler sarf edeceğinin farkındaydı. Özellikle de kendinin.

“Neden bu kadar çalıştığımı biliyorsun Ekin...” diye karşılık verdi elinden geldiği kadar sakin bir ses tonuyla.

“Biliyor muyum? Ben hiç de emin değilim.”

“Ekin, babam kucağıma holding yönetimini bıraktığından beri sorumluluklarım ne kadar arttı, sen de biliyorsun.” Bu defa sesi az önceki kadar sakin çıkmamıştı.

“Sarp! Orhan Bey’in de ne kadar çalıştığını hatırlıyorum. Hatırlarsan evlendikten sonra bir sene aynı çatı altında yaşadık. Emin ol Feryal Anne Orhan Bey’i geceden geceye görmüyordu.” Ekin içindekileri boşaltmaya başlamıştı ama Sarp bu tartışmaya daha fazla devam edemeyeceğini hissediyordu.

“Haklısın Ekin. Seni ne kadar çok ihmal ettiğimi biliyorum ama hepsi geride kaldı. Bugün çok büyük bir işe imza attık. Artık eskisi kadar çok çalışmam gerekmeyecek. Sana söz veriyorum. Sabahları beraber kahvaltı edeceğiz, akşamları beraber yemek yiyeceğiz ve eve gelir gelmez çalışma odasına kapanmayacağım.” Ekin inanıp inanmaması gerektiğine emin olamıyordu. Zorla da olsa Sarp’ın verdiği sözde samimi olduğuna kendini ikna etti. Yine de “Söz mü?” diye sorarak onay almaktan kendini alamadı.

Birbirlerine bir süre bakan Ekin’le Sarp anlaşmışçasına yerlerinden kalkıp birbirlerine doğru yürüdü. Dudakları birbirine değdiğinde ikisi de bu şekilde tutkuyla öpüşmeyi ne kadar özlediklerini fark ettiler. Sarp Ekin’in kıyafetlerini çıkarmaya yeltendi ama daha fazla uğraşamayıp daha da bir tutkuyla Ekin’i öperken karısını daha sıkı kollarının arasına aldı. Ekin onu biraz kendinden uzaklaştırıp Sarp’ın gömleğinin düğmelerini açmayı denedi ama pek de başarılı olamadı. Bunun üzerine Sarp düğmeleri açma gereği bile hissetmeden üzerindeki gömleği yırtarcasına üzerinden çıkardı. Ekin, Sarp’ın arzulu halini gördükçe daha da heyecanlanıyordu. Soluk alışları hızlanmış bir şekilde Sarp’ın kulağına eğilip davetkâr bir ses tonuyla “Sona kalan çürük yumurta.” dedi ve yatak odasına gitmek için merdivenlere yöneldi. Sarp ani bir atakla önden giden Ekin’i yakaladığı gibi kucağına aldı ve “ O kadar kolay kazanmana izin vereceğimi düşünmedin herhalde.” dedi. Ekin, Sarp’ın kucağındayken kocasının gözlerinin içine bakarak “Bunu yapmayalı ne kadar oldu, biliyor musun?” diye sordu.

“21 gün 22 saat ve 20 dakika... Ama hey, kim sayıyor ki?”

….

Mehmet tüm yolculuk boyunca Berna’nın ısrarlarına karşı koymak zorunda kalmıştı. Berna, bütün hafta boyunca Serkan’ın hastanede ne aradığını öğrenmeye çalışmıştı. Bundan nasıl haberinin olduğunu sorduğunda ise Berna sorusunu cevaplamak yerine bunu elinde bir koz olarak tutmaya karar vermişti. Serkan olanların gizli kalmasını istemese bile hastalarının kimliklerini açık edecek şekilde asla konuşmayacağı için Berna’yı tatmin edecek bir cevap vermemişti. Nedense Berna birkaç saatlik araba yolculuğunu bir fırsat olarak görmüş Mehmet’in ağzından laf almak için yıldırma taktiği uygulamıştı. Eğer yolculuk biraz daha uzun sürseydi çıldırması işten bile değildi. Yine de karısını biraz da bu savaşçı özelliğinden dolayı seviyordu. Asla kendi istediğinden başka bir şeyin olmasını kabullenmiyor ve istediği olana kadar savaşıyordu. Yine de arabadan indiğinde dayısını gördüğüne hiç bu kadar sevinmemişti.

Mehmet dayısıyla kucaklaşmayı bırakırken Berna yan ağızla “Kurtulduğunu düşünme.” dedi. Mehmet daha önlerinde koca bir hafta sonu olduğunu düşününce dayanacak gücü bulmayı diledi. Karısı bir haçlı seferine çıkmıştı ve geri döndürene aşk olsundu. Berna’yı geride bırakıp annesinin ve yengesinin yanına giden Mehmet annesini uzun süredir ziyaret edememiş olduğu için nasıl özür dileyeceğini düşünüyordu. Bir de annesinin sağlık durumunu...

Annesi şehirden uzak bu yerde yaşamayı kendi seçmesine rağmen içinde hep bir eziklik vardı. Berna ise onu göz ucuyla izliyordu. Mehmet annesinin yanına gitti ve her zaman yaptığı gibi yan tarafından yaklaşıp kolunu annesinin omzuna attıktan sonra uzanıp yanağından öptü. Dayısı da onlara katılınca beşi birlikte içeri girdiler.

Bir süre havadan sudan bahsedildikten sonra Mehmet’le dayısı dışarı çıktılar. Evden çıkıp beraber yürümeye başladılar. Hava soğuk olmasına rağmen oldukça yavaş yürüyerek kahveye doğru gitmeye başladılar.

“Annen son zamanlarda daha iyi görünüyor.”

“Ama iyi değil, dayı. Elimden bir şey gelmiyor olması da beni kahrediyor. Kendimi sorumlu hissetmekten kurtulamıyorum.” Dayısı Mehmet’e doğru dönüp boğuk bir sesle “Sen bir de bana sor.” dedi.

“Babanla tanışmalarına sebep olan benim. Evleneceğini söylediği zaman ona arka çıkan da benim. Deden okulunu bitirmesini söylemişti ama üniversiteyi bırakıp evlenmek isteyince yine arka çıktım. Baban hepimizi aldattı. O kadar okul okumuş, iyi bir aileden gelen birinin öyle biri çıkması... Daha acısı olanı biteni fark ettiğimde ise anneni çekip almadım o cehennem çukurundan. Sen doğmuştun, bir aile yıkılmasın diye düşündüm. Oysa biricik kardeşim yavaş yavaş ölüme yaklaşıyormuş.” Mehmet dayısına tüm bu olanlarda onun suçu olmadığını söylemeyi istedi ama inanmadığı bir lafı dile getirmek istemedi. Annesinin başına gelenler için suçladığı çok kişi vardı ve bunlardan biri de dayısıydı. Onu çok sevmesine rağmen aklının derinliklerinde dayısına karşı bir kızgınlık besliyordu.

......

Gece olup da Berna ile Mehmet odalarında baş başa kaldıklarında Berna her ziyaretlerinde yaptığı gibi Mehmet’e nasıl olduğunu sordu. Mehmet genelde iyi olduğunu söyleyerek cevap verirdi ama bu defa cevap biraz farklıydı. Annesinin son zamanlardaki durgun halini hayra yoramıyordu.

“Bir şeyler ters gidiyor Berna. Hiç bu kadar sessiz geçmezdi hastalık. Mutlaka arada bir etrafındaki olanlara kendini kapatırdı. Dayım haftalardır durgun olduğunu ama hiç kriz yaşamadığını söylüyor.”

“Seni gördüğünde bana oldukça iyi göründü, Mehmet. Bu kadar kuruntu yapmanın sebebi nedenini açıklayamaman olmasın?” Mehmet bir süre düşündü ve Berna’ya hak vermek zorunda hissetti kendini. Belki de boşuna kuruntu ediyordu.

“Haklısın, belki de boşuna kuruntu yapıyorum. Hem Amerika’ya gidince hocalarımdan biriyle de görüşüp fikrini alacağım. Belki bir şeyler söyleyebilir.”

......

Sarp hafta boyunca kendini bulmaya başladığını hissediyordu. İşler yoluna giriyordu belki de. S&S ile yapılan anlaşmadan sonra huzur bulmuş gibiydi. Hâlâ yapılacak çok iş vardı ama hiç olmazsa işi işte bırakabiliyordu artık. Hafta sonunun ilk gününde birkaç saat holdinge uğraması gerekiyordu ve sonrasında sevgili karısıyla kararlaştırdıkları o baş başa geceyi yaşayabileceklerdi.

Odasına doğru ilerlerken sekreterinin masasının yanında duran faks makinesinde duran belge dikkatini çekti. Eline alıp baktığında gece yarısından sonra gelmiş olduğunu gördü ve gönderen numara olarak da S&S görünüyordu. Yazılanları okudukça gözlerine inanamadı. Okuduğu her satır, başından aşağı dökülen suların daha bir kaynar olmasına sebep oluyordu. Yasal düzenlemelerde yapılan değişiklikler dolayısıyla Teksoy Holding’in mali yükü arttığı için anlaşmayı karşılıklı olarak feshedebileceklerini belirten faks Sarp’a en çok korktuğu gelişmenin yaşandığını belirtiyordu. Amerikan Parlamentosu dış ülke merkezli şirketlerin Amerika’da yapacakları ticaret için konulan vergi oranını ciddi biçimde arttırıyordu. Amacın girişimci sermayenin merkezini ülke sınırları içinde tutmak olduğu belliydi. O ülke için iyi niyetli yapılmış çok ters bir düzenlemeydi.

Hemen odasına girdi ve sekreterini arayıp holdingin beyin takımını acil toplantı konusunda haberdar etmesini istedi. Apar topar toplantı karmaşasında Sarp’ın tek yapmaya çalıştığı sağduyusunu kaybetmemenin yollarını bulmaktı. Bir kriz durumunda o paniklerse herkes panikleyecekti.

......

Ekin sabırsızlanmaya başlamıştı. Sarp birkaç saat için olduğunu söyleyerek evden çıkmıştı ama birkaç saati aşalı çok olmuştu. Birkaç “birkaç saat”e yakın zaman geçmişti. Daha fazla dayanamadı ve Sarp’ı aramaya karar verdi.

Holding binasının büyük toplantı odasında herkes yaşanan son gelişme üzerine kafa yoruyordu. Feshedilmiş anlaşmaları yeniden yapma yoluna gidilebileceği gibi fikirler ortaya atılıyor ama risk faktörleri de göz önüne alındığında ortaya atılan hiçbir fikir istenilen çözüm gibi görünmüyordu. İşin daha kötüsü Sarp oradaki herkesin bakışlarında onu suçladıklarını görüyordu. Kimsenin ona açıkça bir söz söylediği yoktu. Bir haftadır ortalıkta görünmeyen Serkan bile sesini çıkarmamıştı ama en çok onun bakışları Sarp’ı rahatsız ediyordu. Sarp bu düşünceler içindeyken çalan telefonunun sesiyle irkildi.

Hızlı adımlarla toplantı odasının dışına çıktığında ciğerleri havasız kalmış birinin havaya kavuşması gibi rahatlamıştı. İçeride boğulduğunu hissediyordu. Telefonu açtığında Ekin nerede kaldığını soruyordu. Ancak Sarp’ın Ekin’le baş başa zaman geçirme lüksü yoktu. Planlarını değiştirmek zorunda olduklarını söylediğinde Ekin’in ne kadar kızdığını anlaması zor olmadı. Suratına kapanan telefon oldukça büyük bir ipucuydu.

Sarp’ın iş dolayısıyla yine yapmayı planladıkları işten cayması Ekin’i çılgına çevirmişti. Artık tahammül edebileceği nokta çoktan aşılmıştı. Hafta başında Sarp’ın verdiği sözü kelimesi kelimesine hatırlıyordu. Kızgınlıkla üzerine paltosunu aldı ve dışarı çıktı. O kadar kızgındı ki araba bile kullanabileceğinden emin değildi.

Bir taksiye binmek için evin yakınlarındaki durağa ilerlemeye başladığında hava kararmıştı bile. Berna’yı veya Yelda’yı aramak istedi ama Berna’nın kayınvalidesini ziyarette olduğunu, bu sebepten de Yelda’nın kafede tek başına yoğun olduğunu hatırladı. Şansına bir kere söylendikten sonra Serpil’i aramaya karar verdi ama başına sıklıkla geldiği üzere Serpil’in telefonu kapalıydı. Mesaj bile bırakmaya tenezzül etmeden telefonu kapattı. Sinirli bir şekilde nefes alırken hızlıdan telefonunun adres defterindeki isimleri gözden geçiriyordu. Erdem’e geldiğinde durdu. Kısa bir tereddütten sonra ona telefon etti ve Erdem’in bir barda olduğunu öğrenince onu beklemesini, oraya geleceğini söyleyip duraktaki taksilerden sırada olana bindi.

......

Feyzo Baba iki günlük sakalını sıvazladıktan sonra etrafı kesti. Yelda’yı arayan gözleri ona yardımcı olmayınca kafenin garsonlarından birine aradığı kişinin nerede olduğunu sordu.

Yelda mutfaktan çıkarken Feyzo Baba’nın garsonlardan biriyle konuştuğunu görünce kendisinin nerede olduğunu sorduğunu tahmin etmekte zorlanmadı. Hızlı adımlarla yanına yaklaşıp misafirini selamladı. Beraber ofisine yürürken hatır sorma faslını aradan çıkardılar. Asıl amaçları iş konuşmaktı. Bir süredir mısır unundan sandviç ekmeği yapmanın yollarını arıyorlardı. Berna iyi bir hamur tarifi aramaktaydı. Akıllarında daha yerel bir tat yakalamak vardı.

“Yelda kızım, bizim mahallede bir Karadenizli kadın varmış. Dediklerine göre herkes onun mısır ekmeğine bayılırmış. Şahsen ben hiç denemedim ama belki hamur tarifini alıp deneyebilirsiniz.”

“Bu çok iyi bir haber! Ne zaman bu kadınla görüşebiliriz?”

“Ne zaman istersiniz.”

“O zaman Pazartesi günü Berna da buradayken bahsettiğin hanımla görüşelim.”

Durduk yerde Feyzo Baba Yelda’ya nasıl olduğunu sordu. Yelda nereden geldiği belli olmayan soru karşısında afalladı bir an. Feyzo Baba yüzünde anlar bir gülümseme, Yelda’nın kafasında bir şeylerin olduğunu gördüğünü anlattıktan sonra hiç boşuna inkâr etmeye kalkışmamasını söyledi.

Yelda hâlâ kararsızdı ama Feyzo Baba’nın ısrarlı bakışları karşısında yapabileceği pek bir şey kalmayınca aklında olanları -olanı- anlatmaya başladı.

“Serkan... Sanırım beni aldatıyor. Son zamanlarda iyice tuhaflaştı ve benden uzak duruyor bir süredir.”

“Serkan’ın niye tuhaf davrandığını bilmiyorum ama emin ol, Yelda kızım, o çocuğun gözü senden başkasını görmüyor. Eğer biraz tanıyorsam onu, o dediğinin olmasının mümkün olma ihtimali yok.” Feyzo Baba da neredeyse Berna’nın sözlerinin aynısını söylüyordu ve Yelda artık neye inanacağını bilmiyordu.

......

Erdem barda içkisini yudumlarken gelen telefonla şaşırmıştı ama içeri giren Ekin’i gördüğünde ilk şaşkınlığının sönük kaldığını anladı. Ekin kızgın görünüyordu ve Erdem neye kızgın olduğundan emin değildi ama birkaç dakikalık konuşma işin iç yüzünü anlamasına yetmişti. Ardı ardına içkileri yudumlamakta olan Ekin’i durdurmaya bile yeltenmişti. Ancak Ekin’in sakinleşmeye niyeti yoktu.

Ekin başının dönmeye başladığını hissettiğinde yavaşlaması gerektiğini anladı. Elindeki kadehe bakarken Erdem’in gözleri parlamaktaydı. Ekin Sarp hakkındaki düş kırıklığını anlattıkça Erdem onu sakinleştirme kılığına bürünmüş körükle yangını ateşlemekteydi.

“Erkek sözü diye bir deyiş var, değil mi ama Erdem? Anlamadığım nasıl bu kadar çabuk sözünden dönebiliyor?”

“Niye onun farklı olmasını bekledin ki? Olmasını istemeni anlıyorum ama beklemen?... Değişim insanın doğasında olan bir kavram ve ne kadar farklı olmasını istesen de, onun öncelikleri de değişecekti. İnsan doğasına karşı koymak yerine kabullenmen gerekir.” Ekin’in bilinçaltına yavaş yavaş nifak tohumlarını sokmaya başladığını biliyordu. Gözlerinin önünde güzel kadının bir düşünce savaşı verdiğini görüyordu. Alkolün etkisiyle sağlıklı düşünemediği ortadaydı. Sahte bir ilgiyle oturduğu iskemleyi Ekin’in sol tarafına yaklaştırdı. Sessiz ve emin adımlarla Ekin’in kişisel alanına giriyordu. Ekin kadehin dibinde kalan içkiyi koca bir yudumda bitirmek için hamle yaptığında Erdem onu durdurmak bahanesiyle bileğinden tuttu. Ancak kadeh sağ elinde olduğu için uzanması gerekmişti. Erdem gayet kontrollü şekilde hedefine ilerlediğini düşünürken Ekin’in iyice dibine sokulmuşken kendini tutamadı ve uzun süredir yapmanın yolunu aradığı işi yaptı.

Ekin dudaklarına Erdem’in dudakları temas eder etmez derin bir uykudan üzerine soğuk su dökülerek uyandırılmış gibi oldu. Eğer alkol onu uyku halinde tuttuysa dudaklarına temas eden dudaklar soğuk su etkisi yapmıştı. Refleksle kendini geri çekip inanamaz gözlerle Erdem’e baktı ve hemen yüzünde bir tiksinme ifadesi belirdi. Eline paltosunu alıp dışarı çıktığında soğuğu hissedemiyordu bile. Az önce yaşanan yüzünden sadece oradan kaçıp kurtulmak istiyordu.

(1) Sadakatsiz (Latince)

0 yorum:

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro