15 Kasım 2006 Çarşamba

Hayat Bir Oyun - 27. Bölüm

Bölüm 27: Sürprizli Davet

“Eve gittikten sonra ne oldu?” diye sorduğunda Sarp gerçekten de annesiyle babasının kız istemeden sonraki tepkilerini merak ediyordu. Birkaç gündür işlerle meşgul olduğu için ziyaret de edememişti onları. Yelda’ya telefon ettiğinde aklındaki soruların cevabını kız kardeşinin verebileceğinden emindi.

“Ne olacak, konu, harika çocuğun evlenmesi için yapılması gerekenlerdi. Haberin olsun, başın büyük belada.”

“Niye?” diye sorduğunda aklında neden dolayı başının belada olabileceğini bilmiyordu. Yelda cevap vermeden önce güldü ve “Neden olacak, annemin iki ayağını bir pabuca soktun Ekin’i isteme konusunda. Şimdi nikah ve düğünün her ayrıntısını planlamayı kendine vazife saydı. Babam Ekin’le ikinizin de söz söylemesi gerektiğini hatırlatacak oldu ama annemin tehdidiyle karşı karşıya kaldı.”

“Ne tehdidi?” Sarp’ın sorusundan sonra o gece eve giderken annesiyle babası arasında geçen konuşmayı hatırlayan Yelda yine gülmekten kendini alamadı. “Ne tehdidi mi? Annem sadece seni evlatlıktan reddedeceğini söylemekle kalmadı, aynı zamanda babam o şekilde konuşmaya devam ederse ve annemi susturmaya çalışırsa babamı gözünü kırpmadan boşayacağını da söyledi.”

“Yapma ya, demek o kadar ciddiydi.”

“Görmen lazımdı. Görmeden durumun ciddiyetini anlaman zor. İşte bu sebepten, abicim, senin başın büyyüüük belada.” Yelda yine gülmeye başladı. Sarp’ın bu durumu hiç olmazsa içinde bulunduğu sıkıntılı durumu unutmasına yardımcı oluyordu. Ekin ile Sarp’ın Antalya’ya gittikleri günden beri Serkan’ın bir şeyler sakladığından emindi. Tüm ısrarlarına rağmen Serkan’ın ağzından bir laf alamamıştı. Çabalarının tek sonucu Serkan’ın bir şeyler sakladığından emin olması olmuştu.

“Ne yapalım, biz de annemin istediği gibi işi organize etmesine razı oluruz. Bu arada, az önce Berna ile de konuştum. Ekin ile ben sizleri yemeğe davet etmek istiyoruz. Zor zamanlarımızda bize destek oldunuz. Bizim yapamadığımızı yapıp bizi bir araya getirdiniz ve sefaletimize son verdiniz. Bunu hem evlilik kararımızı kutlama hem de size minnettarlığımızı ifade etme yemeği olarak algılayın.”

“Ne zaman?...”

“Haftaya pazartesi, bizim kafe-barda. Saati de daha sonra konuşuruz.”

“Tamamdır, bana uyar.”

......

Mehmet hastanenin yakınlarındaki kafeden içeri girdiğinde gözleri o tanıdık yüzü aramaya başladı. Kendine el sallayan Berna’yı gördüğünde tebessüm etmekten kendini alamadı. Kahvesini yudumlayan kadının yanına yaklaştığında Berna “Sen gelmeden kahvemi söyledim, kusura bakma” diye söze girdi. Mehmet’in tebessümü kocaman bir gülümsemeye dönüştü ve “Sana da merhaba” dedi.

“Ah, pardon. Merhaba, canım. Dediğim gibi, kusura bakma sen gelmeden kahve söyledim kendime.”

“Aşk olsun, kahveni ısmarladığın için surat yapacak halim yok ya. Ee, ne için buluşmak istedin? Telefonda söylemedin. Sadece bir kahve içmek için vaktimin olup olmadığını sordun.”

“Aslında çok da önemli bir şey yok. Telefonda da anlatabilirdim ama görüşmek için bahane yarattım. Sen değil miydin, arada hastanenin dışına çıkmak iyi oluyor diyen? Ben buluşmak istemesem yine hastane kafeteryasında karnını doyurup odana çıkacaktın, Tanrı bilir.” Berna’nın söylediklerinin ardından Mehmet suçlu gözlerle baktı ama dudaklarının hafifçe yukarı kıvrıldığı da gözden kaçmadı.

Uzaktan gördüğü garsona bir kahve de kendine istediğini işaret eden Mehmet Berna’ya döndü ve “Seni dinliyorum.” dedi. Berna kahvesinden bir yudum aldıktan sonra Sarp’ın kendisini aradığını ve yemeğe davet ettiğini söyledi. Mehmet ciddi bir ses tonuyla “Benden izin alman gerekmiyor. Kimin davetine gideceğine karar verebilecek bir kadınsın.” diye konuştu. Berna Mehmet’in sözleri karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Mehmet’in Sarp ile olan arkadaşlığından rahatsız olmaya başladığı kanısına varınca durumu açıklama gereği duydu.

“Mehmet... Sarp ikimizi de yemeğe davet ediyor. Ekin ile ikisi bizlere teşekkür etmek istiyorlarmış. Onların bir araya gelmesi için uğraştık ya minnettar olduklarını göstermek için böyle bir karar aldıklarını söyledi. Yani Sarp’ın adını duyunca gerilmen gerekmiyor.” Şaşırma sırası Mehmet’e gelmişti.

“Adını duyunca gerilmek mi?”

“Sarp’ın varlığından rahatsız mısın? Yani rahatsız olman...” Mehmet Berna’nın sözünü tamamlamasına izin vermeden elini Berna’nın elinin üstüne koydu ve “Berna, Sarp’ın varlığından rahatsız olmama sebep olacak bir davranışın olmadı. Kendine güven sorunu olan erkeklerden değilim. Belki biri beni seçim yapmaya zorlasa Sarp ile arkadaş olmamanı seçerim ama kimsenin beni veya seni böyle saçma bir seçim yapmaya zorladığı yok. O ciddi halimi görünce yanlış anladın. O davete bir tek senin çağrıldığını ve bu sebepten benim onayımı istediğini sandım. Bu da beni rahatsız etti.”

“Senin onayını mı? O kadar da uzun boylu değil, Mehmet.”

“Olmamalı da zaten.” Sonra Mehmet Berna’ya bakmaya başladı. Mehmet’in bakışlarını üzerinde hisseden Berna bir süre sustu ama Mehmet bakmaya devam edince “Ne var?” diye sormaktan kendini alamadı.

“Sen inanılmaz bir kadınsın, Berna. Biliyorsun, değil mi? Bazen ufacık bir tepki veriyorsun, yüzündeki küçücük bir mimiği görüyorum, ses tonundaki ayrıntıyı fark ediyorum ve ne kadar inanılmaz bir kadın olduğunu anlıyorum.” Sözünü tamamladıktan sonra Berna’nın elini dudaklarına götürdü. Berna utangaç olduğunu düşünmezdi ama Mehmet’in sözlerinden sonra yanaklarının kızardığından emindi.

......

Ekin yaptığı koca ağızlılık yüzünden kendine çok kızgındı. Sarp’ı beklerken Gönül ile çene çalıyordu. Kurtuluş da onlara katılınca çapraz sorguya çekiliyor gibi olmuştu. Art arda Sarp’la ikisi hakkında sorular sorunca bunun olması kaçınılmazdı. Hiç düşünmemişti ki Gönül’le Kurtuluş’un yemeğe davet edilmemelerine bozulacaklarını. Bir anda söyleyivermişti. İşin kötüsü durumu nasıl kurtaracağını da bilmiyordu. O sırada kapının zili kurtarıcısı oldu.

Sarp’a kapıyı açtığında durumu anlattı hemencecik. İçeri giren Sarp, Gönül ile Kurtuluş’u sessizce otururken gördü. Onları hiç tanımayan biri için bu o kadar da garip bir durum değildi ama bu ikisiyle bir kere bile karşılaşan biri bir şeylerin ters gittiğini hemen anlardı. Sarp karı-kocayı daha önce hiç böyle sessiz otururken görmemişti.

“Merhaba Kurti, merhaba Gönül. Nasılsınız?”

“Nasıl olsun Sarp? Gördüğün gibi oturuyoruz. Evden işe, işten eve... Yok ki şöyle bizi yemeğe davet edecek bir arkadaşımız ya da akrabamız.” diye imalı şekilde cevap verdi Kurtuluş. Gönül de “Hıı, öyle vallahi.” diye eşine eşlik etti. Sarp ile Ekin birbirine baktılar. İkisinin de aklından geçmemişti Gönül’ü veya Kurtuluş’u da yemeğe davet etmek. Ekin omuzlarını hafifçe yukarı kaldırarak ne yapacağını bilemediğini anlattı Sarp’a. Nasıl olduysa Sarp’ın aklına birden “Aa, Ekin, ben artık dayanamayacağım, sürpriz yapacaktık ama bence şimdi söyleyelim Kurti’yi ve Gönül’ü yemeğe götüreceğimizi. Baksana ne kadar üzülüyorlar. Sen ısrar ettin sürpriz olsun diye ama ben daha fazla dayanamayacağım.” demek geldi. Ekin’in duyduklarından sonraki şaşkınlığı seyre değecek boyuttaydı. Sadece “e.. e.. ev.. evet” diye kekeleyebildi.

“Aşk olsun, kız Ekin, iyi kandırdın bizi. Ben de az daha Kurti’yle beni unuttun sanıyordum.”

“Aa, öyle deme Gönül, benim kız kardeşim bi’tanedir. Yalnız bu yaptığın da çok gaddarcaydı, kalbimi kırdın Ekin. Sürpriz yapacaksın diye değer miydi yani?” Ekin hâlâ şaşkınlıktan konuşamıyordu. Belli belirsiz bir ses çıkardı ama kendisi bile ne dediğini anlayamadı. Sarp hemen duruma müdahale etme gereği duydu.

“Neyse, size doyum olmaz ama bizim çıkmamız lazım. Daha sonra görüşürüz.”

Ekin, kolundan tutan Sarp’ı takip etti ve onunla birlikte dışarı çıktı. Arabaya vardıklarında Ekin ancak kendine geliyordu. Sarp’a döndü ve “Senin yüzünden şimdi kötü kız oldum Kurti ile Gönül’ün gözünde. O şekilde davranman şart mıydı?” diye sitem etti. Sarp şaşkındı.

“Ne yapsaydım Ekin? Kendin demedin mi çok kırıldılar diye? Onları yemeğe davet etmediğimizi ağzından kaçıran sensin, ben değilim. Durumu kurtarmak mı suç oldu şimdi?”

“Ee, şimdi ne yapacağız?”

“Konuşmuştuk ya Ekin. Feyzo Baba’nın yerine gidecektik. Hem onu yemeğe davet edecektik hem de karnımızı doyuracaktık.”

“Öff, onu demiyorum Sarp. Gönül ve Kurtuluş ile yemeğe çıkmayı diyorum...”

“Ha, yapılacak iş belli hayatım. Yemeğe çıkacağız. Büyütecek bir şey yok. Bildiğim bir balık lokantası var, oraya gideriz.”

......

İsmet Bey ile Gülser Hanım içeri girdiğinde Gönül ile Kurtuluş nerede yemeğe gidecekleri üzerine tahminlerde bulunuyorlardı. Gülser Hanım “Ekin nerede?” diye sorduğunda Kurtuluş’tan “Nerde olacak, enişteyle dışarı çıktılar” cevabını aldı. İsmet Bey hemen söze karıştı.

“Ne eniştesi, daha sadece söz kesildi. İmzalar atılana kadar hiçbir işin garantisi yok.”

“Öyle deme, baba, Teksoylar Ekin’den iyi gelin mi bulacaklar? Sahi, biz nişanla düğünü nasıl yapacağız? Gerçi Orhan Bey yapar bir babalık artık. Koskoca holdingin varisine kıytırık bir düğün yapmaz.”

“Ne demek Orhan Bey yapar, biz de elimizden gelen katkıyı yaparız.”

“Öyle de, baba, ne gereği var? Holding sahibi birine dokunmaz o kadarcık masraf.”

“Kurtuluş! Sen başka bir şeyden anlamaz mısın? Her şey para değil. Kız kardeşinin düğününde misafir gibi mi durmak istiyorsun?” Gülser Hanım eşinin kaygısını anlıyordu. İşçi emeklisi İsmet Bey kızının mürüvveti için bir şeyler yapmak istiyordu, dünürü Teksoy Holding sahibi Orhan Teksoy bile olsa.

------

Serkan evine geldiğinde kesin kararını vermişti. Korkunun ecele faydası yoktu. Yelda ile içinde bulundukları tatsız durumu atlatabilmeleri için en uygun ortam Sarp ile Ekin’in birkaç saat sonraki yemek daveti olacaktı. Yelda da orada olacaktı ve umuyordu ki her şeyi anlattıktan sonra saçma sorunları ortadan kalkacaktı. Tabii ki Sarp’ın tepkisi de ayrı bir muammaydı ama aklındakini Sarp’a rağmen yapması lazımdı. Ödlekliğin zamanı değildi.

......

Mehmet’in odasına yaklaştığında sesleri duydu. Mehmet’in kızgın bir şekilde bağırması Berna’yı ürkütmüştü. Kararsız adımlarla Mehmet’in odasına yaklaşırken birinin kendisine seslendiğini duydu. Başını çevirdiğinde Mehmet ile ilk tanıştıkları gün Mehmet’in yanında olan Dr. Alpay’ı gördü. Meraklı gözlerle ona bakıyordu. Bir açıklama yapmasını bekliyordu. “Ne... neler oluyor içeride?” diye sordu. Alpay seslerin geldiği yöne baktı ve “Mehmet’in hemşiresiyle başhekim arasında bir durum oluşmuş galiba. Hemşire de haklı olduğu halde özür dileyen taraf olmuş. Mehmet bunu öğrendiğinde çok kızdı.”

“Ama niye? Kızmasını anlarım da niye bu kadar büyüttü bu olayı?”

“Bak Berna, bunu söylemek bana düşmez. Mehmet’e sor ama sakın cevap almak için onu zorlama. Bırak o sana gelsin. Tabi eğer Mehmet ile ilişkinin uzun soluklu olmasını istiyorsan. Mehmet zor bir insandır.”

Berna’nın iyice kafası karışmıştı. Mehmet’in bu yüzünü hiç görmemişti ve ne düşüneceğini bilemiyordu. Yoksa bu ilişkisi de hüsranla mı sonuçlanacaktı? Mehmet’in odasına yaklaştıkça sesleri daha iyi duymaya başladı.

“...isen niye haksız duruma düşmeye razı oluyorsun. Sana kaç defa dedim doğru bildiğin karşısında geri adım atma diye? Kaç defa? Değil başhekim, padişah olsa fark etmemeli.” Belli belirsiz bir ses geldi. Berna hemşirenin konuştuğunu düşündü ama ne dediğini anlayamadı. Ardından yine Mehmet’in sesi gelmeye başlamıştı.

“Beni ilgilendirmez. Sana öyle bir durumda arkanda olacağımı söylemedim mi? Kimse ama kimse haklı olan birini haksız durumuna koyamaz, anlıyor musun? Sesi daha çok çıkıyor diye kimsenin haklı çıkmasına izin verme. Anlıyor musun?” Mehmet’in sesi hâlâ yüksek ve kızgın çıkıyordu. Kısa bir sessizlikten sonra Mehmet yine “Anlıyor musun?” diye bağırdı. Bu defa bir kadın sesinin “Eğer durum buysa Dr. Mehmet Bey, lütfen kullandığınız ses tonuna dikkat edin. Başhekim karşısında yanlış davranmış olmam size beni bu şekilde azarlama hakkı vermez!” dediği duyuldu. Az önce ne dediği anlaşılmayan kadın bu defa gayet oturaklı konuşmuştu. Kapı bir anda açıldığında 25 yaşlarında kendisinden biraz daha kısa boylu, siyah düz saçlı bir hemşireyle yüz yüze geldi Berna. Kısa süre gözleri kesişti ve sonra hemşire çekip gitti. Berna çekinerek içeri girdiğinde Mehmet’in yüzünü okumakta güçlük çekti. Boşluğa bakıyordu. Sonra hafifçe gülümsediğini fark etti. Önce kendisine gülümsediğini sandı ama Mehmet’in bakışları boşluğa bakıyordu.

Geldiğini belli etmek için hafifçe öksürdü. Gelen ses üzerine Mehmet içinde bulunduğu trans halinden çıktı.Berna’nın yüzündeki ciddi ifadeyi görünce “Ne kadarını duydun?” diye sordu. Ses tonunda hiçbir duygu ifadesi yoktu. Oldukça monoton bir tonda sormuştu. “Yeteri kadarını...” diye cevap alınca “Suçlamaya şimdi mi başlayacaksın, yoksa daha sonra mı?” diye karşılık verdi.

Berna’nın canını yakmıştı Mehmet’in son söylediği. Kalbinin kırıldığını hissediyordu. Soğuk bir ses tonuyla “Suçlamaya niyetim yok. Sadece neden o şekilde davrandığını soracaktım. Senin açıklamanı duymak istiyordum ama sen o kadar eminsin ki seni suçlamaya başlayacağıma...” diye konuşmaya başladı ama sözünü bitirmedi. Sadece Mehmet’in gözlerinin içine bakıyordu.

“Benim hemşiremin haklıyken haksız duruma düşmüş olmasına çok kızdım. Bunun bir suçlusu da Aynur’du. Aynur’a kaç defa söyledim, güçlü bir şekilde durmayı bilmesi lazım geldiğini. Ancak gidip o başhekim bozuntusundan boş yere özür dilediğini duyunca kan beynime sıçradı.”

“İyi de, Mehmet, niye? Niye bu kadar kızıyorsun?”

“Kadınların güçsüz birer varlık gibi hareket etmelerinden nefret ediyorum. Kadınlar güçlü olmayı bilmeliler bence.”

“Böyle düşünmen güzel de niye?... Niye bu kadar büyütüyorsun bu konuyu?” Mehmet bir şeyler söyleyecek gibi oldu ama sustu. Sadece “Sarp ile Ekin’in yemeğine gidelim mi” diye sormakla yetindi. Berna bu sorunun daha fazla ısrar etmemesi için bir işaret olduğunu anladı.

“Tamam, gidelim. Yalnız, Mehmet, bu konuyu bir ara konuşmamız iyi olur. Bana bir şey anlatmazsan yaptığının abartılı olduğunu düşünmekten başka seçeneğim olmaz.” Mehmet Berna’ya baktı ve başını sallayarak onayladı.

.......

7 kişi için hazırlanan masanın iki konuğu ve iki ev sahibi hazırdı. Ekin ile Sarp Feyzo Baba’yı almaya kendileri gitmişlerdi. Yelda da kısa süre önce gelmişti ama Serkan, Berna ve Mehmet henüz gelmemişlerdi. Feyzo Baba ile işler üzerine konuşmaya dalınca Ekin Yelda’nın kulağına eğildi “Serkan ile geleceğini sanıyordum.” dedi. Yelda beklenmedik bu söz karşısında gözleri kocaman açılmış şekilde Ekin’e sanki ikinci bir baş çıkarmış gibi baktı.

“Bunu da nereden çıkardın Ekin? Niye onunla birlikte geleyim ki?” Ekin gülmekten kendini alamadı. “Bilmem, niye gelesin ki?” diye imalı şekilde Yelda’ya cevap verdi.

O sırada Sarp saatine baktı ve “Nerede kaldı bunlar? Açlıktan ölüyorum.” diye söylendi. Yelda abisine baktı ve “Ne söyleniyorsun abi? Feyzo Baba’yla ne güzel iş konuşuyordunuz. İşlerin ne kadar iyi gittiğini konuşmaktan sıkıldınız mı?” diye söylendi.

“İyi kulak misafiri olamamışsın sevgili kardeşim. Ben Feyzo Baba’ya buranın idaresini devretmeyi düşündüğümü anlatıyordum.”

“Aa, neden? Buradaki işini sevdiğini sanıyordum.”

“Öyle ama bir süredir buradaki işimi bırakmayı düşünüyordum. Tek derdim çalışanların ne olacağıydı. Buranın sahibi arkadaşım benim hatırıma burayı açık tutuyordu. Ben bırakırsam burayı satmaya niyetliydi. Biz de Berna ile konuştuk ve burayı o alacak. Aslında ortak olmamız gerekecek çünkü tek başına alacak gücü olmadığını söyledi bana.” Bu defa şaşırma sırası Ekin’e gelmişti. Sarp’ın buradaki işini bırakacağını biliyordu ama işlerin bu boyuta geldiğinden haberi yoktu. “Ee, Sarp Bey, ne zaman söyleyecektin bana bunları? Benim hiçbir şeyden haberim yok!” diye hafif sert bir tonla söylendi.

“Ekinciğim, inan büyütülecek bir durum yok. Anlatmıştım sana bunları.” Sarp’ın bu kılıbık hallerini gören Feyzo Baba gülmekten kendini alamadı. “Sarp, yeğenim, sen dizginleri daha şimdiden kaptırmışsın. Bile bile lades oluyorsun, haberin olsun. Yol yakınken vazgeç, istersen.” diye de takıldı. Sarp, Feyzo Baba’nın dedikleri hakkında kısa bir süre düşündü ve Ekin’e bakarak “Her zaman lades olmaya razıyım, yeter ki lades olduğum kişi Ekin olsun” dedi. Bu sözler Ekin’i de yumuşatmıştı.

Onlar konuşurken içeri Mehmet ile Berna girdi. Kısa bir selamlaşma faslından sonra herkes yerine oturdu. Ancak bu selamlaşma sırasında Feyzo Baba ile Mehmet’in samimiyetleri gözden kaçmadı. Herkesin kendilerine baktığını gören Mehmet “Ne? Ne var?” diye sordu. Feyzo Baba da fark etmişti meraklı gözleri.

“Ee, ne oluyor size gençler? Doktorla tanıştığımızdan beri en iyi müşterilerimden. Diğer doktor arkadaşını da getirdi kaç kere. Doktor da benim dostlarımdan biri artık.” Mehmet Feyzo Baba’nın sözlerini duyunca gülümseyerek “Sağ olasın, baba, duygular karşılıklı” diye cevap verdi. Masadaki herkes şaşırmıştı ama en çok Berna şaşkındı. Demek Mehmet, Feyzo Baba’nın yerine gidiyordu. Buna çok memnun olmuştu.

Sarp etrafına bakındı ve “Serkan nerede kaldı yahu?” diye sordu. Eline cep telefonunu aldı ve Serkan’ı aradı ama telefonun kapalı olduğu mesajını alınca “Telefonu da kapalı” diye söylendi. Sonra masadaki muhabbete daldı. Yelda Berna’ya iş kadını olmak üzere olduğunu soruyordu.

“Ne iş kadınlığı Yelda? Abin burayı bırakacağını söyleyince aklıma burayı benim işletebileceğim fikri geldi. Ancak satın almak lazım gelecek.” Sözünün burasında Sarp’a döndü ve “Ha, sahi! Sarp, Göp Göp ile konuştum. Biraz daha indirim yaptı fiyatta ama hâlâ beni aşıyor. Ortaklığımız kesinleşti gibi. Gerçi tek başıma bu işin altından nasıl kalkacağımı da bilmiyorum.” diye konuştu.

“Aman Berna, en azından senin bir işin olacak. Ben daha ne iş yapacağımı bile bilmiyorum. Holdingde çalışmak istemediğimi biliyorum ama ötesi hakkında diyebileceğim bir şey yok.”

“Sen de Berna ile birlikte Sarp’ın yerine geç.” Tüm bakışlar bir anda fikri veren sese çevrilmişti. Serkan’ın geldiğini kimse fark etmemişti. Muhabbete daldıklarından mıydı, yoksa Serkan özellikle mi sessiz gelmişti, kimse bilmiyordu. Yelda Serkan’a baktı ve “Ne işin var burada” diye sordu. Kendi de sorduğu sorunun saçmalığını fark etmişti ama iş işten geçmişti.

“Ben de yemeğe davetliyim, unuttun mu?” Tüm herkese başıyla selam veren Serkan derin nefes aldı ve Sarp’ın yüzüne bakarak “Özür dilerim dostum ama bunu yapmak zorundayım” dedi. Sonra da cebinden bir mektup çıkardı.

“Yelda, Sarp ile Ekin Antalya’ya gittiğinden beri senden bir şey gizlediğim için bana kızgın olduğunu biliyorum. Haklıydın, senden bir şeyler gizledim. Onların Antalya’ya niye gittiğini anlatınca bir şeyi hatırladım, aklımdan tamamen çıkmış bir şeyi... Onların ardından ben de Antalya’ya uçtum ve onlar sizin yazlıktan ayrılınca unuttuğum o şeyi aldım. Sabah uçağıyla da geri döndüm. O sebepten bana ulaşamamıştın. O sebepten ancak pazartesi öğleden sonra şirkete ulaşabildim. Şimdi bu mektubu okumanı istiyorum senden. Hatta sesli okursan daha memnun olacağım.” Yelda kendisinin bile inanamadığı şaşkınlıkla mektubu eline aldı ve okumaya başladı. Sarp “Neler oluyor” demeye yeltendi ama Ekin onu susturdu.

Ben öyle romantik biri değilim. Bu mektubu da kankamın gazıyla yazıyorum. Bu adam pırlanta gibi biri. Sınıf arkadaşıyız. Bir kere dersi kırdık ve okulun duvarlarına yazı yazdık. Sonra yakalandı ama beni gammazlamadı. Müdür ikimizden bir tek onu tanımıştı. O ikinci kişinin ben olduğunu hiç ispiyonlamadı.

Bunları anlattım çünkü bu işe niye kalkıştığımı anlatmak istedim. Bu adam için canımı veririm ben, çünkü o benim can dostum. Onun aklına geleceğe mektup yazmak gelince ona uydum. Birime bu mektubu vereceğimden değil ya. Ancak bunu okuyorsan fikrimi değiştirmişim demektir. Sen, evlenmek istediğim kişi, o kadar iyi olmalısın ki seni hak etmediğimi düşünüyor olmalıyım bu mektubu verdiğime göre. Benim gibi beş para etmez biriyle evlenir misin? Bu beş para etmez biri seni mutlu etmek için tüm hayatını adayacak bile olsa?

Serkan

Yelda kadar diğerleri de şaşkındı. Serkan’ın çok gergin ve tedirgin olduğu her halinden belli oluyordu. Önce Sarp’a sonra Yelda’ya baktı ve “Bu defa ödleklik yapmayacağım Yelda, seni hak etmediğimi biliyorum ama bana şans verirsen denemek istiyorum.” dedi. Yelda şaşkındı. Masadakilere baktığında herkesin onun ne cevap vereceğini beklediğini gördü.

0 yorum:

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro