13 Kasım 2006 Pazartesi

Hayat Bir Oyun - 12. Bölüm

Bölüm 12: Unutma

Ne Ekin’in ne de Feryal Hanım’ın aklında bu şartlar altında tanışacakları vardı ama hayat bu tür oyunları oynamakta çok başarılıydı. İki kadın da sevdikleri erkek için kaygılı şekilde bekliyorlardı. Biri anne sevgisiyle, diğeri aşkla Sarp’ın iyi haberini almak için dua ediyordu. Orhan Bey ise beklemekten yorulmuş, oğlunun durumu hakkında bilgi alabileceği birini bulmaya çalışıyordu. Feryal Hanım müstakbel gelinini süzmeye başladığında aklından birçok düşünce geçiyordu. En başta, Ekin’in güzel olduğunu kabul etmek zorundaydı. Ayrıca kötü haberi alır almaz hemen hastaneye koşmuştu, ki bu Ekin’in hanesine artı puan olarak yazılmalıydı. Yüzündeki kaygılı ifade ile oğluna ne kadar değer verdiği anlaşılıyordu. Feryal Hanım’ın aklını azıcık da olsa dağıtabilmesi için konuşmaya ihtiyacı vardı.
“Kim derdi ki bu şartlarda karşılaşacağız?”
“Haklısınız Feryal Hanım. Keşke daha iyi şartlarda karşılaşsaydık.”
“Orhan da nerede kaldı? Hala bir haber yok Sarp’ın durumu hakkında...”
“Kaza nasıl olmuş, biliyor musunuz?”
“Biraz hızlı sürüyormuş galiba. Yaya geçidi olmayan bir yerden karşıdan karşıya geçen yayaya çarpmamak için direksiyonu kırınca takla atmış. Arabanın sağ tarafı göçmüş ama sol tarafta pek o kadar bir şey yokmuş.” Ekin duyduklarından sonra korkulu şekilde “aman Allah’ım” dedi. Sarp için kaygılanıyordu. Aynı zamanda Sarp’a acele etmesini söylediği için de kendini suçlu hissediyordu.

Ekin bu düşüncelerle boğuşurken Orhan Bey köşeden göründü. Eşinin geldiğini gören Feryal Hanım heyecanla O’na doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Henüz yanına gelmemiş olmasına rağmen Sarp hakkında bilgi alıp alamadığını sormaya başladı. Orhan Bey Feryal Hanım’ın yanına geldiği zaman Ekin’in de orada olduğunu fark etti.
“Ekin, kızım, sen ne zaman geldin?” Ekin ilk defa gördüğü ve Sarp’ın babası olduğunu tahmin ettiği kır saçlı adamın adını bilmesine şaşırmıştı.
“Geleli çok olmadı, efendim. Sarp bize yemeğe gelecekti. Telefon ettiğimde Feryal Hanım açtı. Ben de O’ndan öğrendim olanı. Sarp nasılmış, öğrenebildiniz mi?”
“Evet, Orhan, nasılmış? Söylesene Allah aşkına!”
“Fiziksel olarak çok ciddi bir durumu yokmuş. Yalnız araba takla attığında kafasını sert bir şekilde çarpmış. Doktorlar bu durumda olayın da etkisiyle geçici bir hafıza kaybı yaşayabileceğini söylüyorlar. Onun dışında bir şeyi yokmuş.”
“Ne diyorsun Orhan? Oğlum hatırlamayacak mı?”
“Hanım, kesin değil. Olabilirmiş, olurmuş değil ama olsa bile geçici bir durum olurmuş. Yaşadığı travmanın büyüklüğüne göre hafıza kaybının ortadan kalkması da farklı zaman alabilirmiş.”

Ekin duyduklarından sonra kendini daha da kötü hissetmeye başlamıştı. İçindeki her şeyden sorumlu olduğuna dair rahatsız edici histen kurtulamıyordu. Ne kadar suçlu olmadığına kendini ikna etmeye çalışsa da başarılı olamıyordu. Gücünü toparlayıp aklını kurcalayan soruyu sormaya karar verdi.
“Peki Sarp’ı görebilecek miyiz bu akşam?”
“Doktorlar yarın görmemizin daha uygun olacağını söylüyorlar. Zaten şu an testler yapıyorlarmış. Tomografi filan da çekilecekmiş.” Ekin tam bir şeyler söyleyecek oldu ki telefonu çaldı. Evden arıyorlardı. Ekin aceleyle evden çıkınca ne olduğunu bile anlayamamışlardı. Daha sakin kafayla Ekin ne olduğunu anlatınca Serbestler de hastaneye gelmeye karar verdiler.
......
Yelda kafe-bardan içeri girdiğinde etrafa şöyle bir göz gezdirdi. Alıcı gözüyle baktığında çok lüks olmasa da sıcak bir mekan olduğunu gördü. Güzel bir barı vardı ve etrafa uygun aralıklarla masalar konulmuştu. Meraklı bakışlardan uzak durmak isteyenler için kuytuda bir-iki masa bile vardı ki Yelda bunun iyi düşünülmüş bir ayrıntı olduğunu düşündü.
“Ee, abinin işletme müdürü olduğu mekan için ne diyorsun?”
“Güzelmiş. Holdingin başına geçeceği beklenirken böyle bir yerde çalışıyor olması hayatın cilvesi olsa gerek. Yalnız aklımda bir soru var. Niye bütün gündür abimle ilgili yerlere gidiyoruz?”
“Abin çok değişti Yelda. O değişirken ben de değiştim. Bazı şeyler garip gelmesin diye sana tanımadığın Sarp’ı anlatayım istedim. O’nu anlatırken kendimi de anlatıyorum aslında.”
“Yani eskisi gibi haytalık yapmıyorsunuz.”
“Eskisi gibi yapmıyoruz...”

O sırada onları ayakta gören kıdemli garsonlardan biri yanlarına yaklaştı.
“Hoş geldiniz Serkan Bey. Eğer Sarp Bey’e baktıysanız, henüz gelmedi. Geç kalacakmış bu akşam.”
“Biliyorum, bir yemeğe davetli kendisi. Bu arada, siz Sarp’ın kız kardeşi Yelda’yla tanışmamıştınız, değil mi Sedat?”
“Hayır, tanışmamıştık. Sizi burada görmek bizim için mutluluk Yelda Hanım.”
“O zevk bana ait.”
“Buyurun sizi şöyle Sarp Bey’in misafirlerini ağırlamayı tercih ettiği masaya alalım.” Garson, Yelda’nın fark ettiği kuytudaki maslardan birini işaret ediyordu.
“Sedat, bize yiyecek bir şeyler getirsen diyorum. Günün spesiyalinden alalım. Bir de şnitzel...”
“Derhal, Serkan Bey.”
......
“Gönül isterdi ki daha iyi şartlarda tanışalım, Orhan Bey. Büyük geçmiş olsun.”
“Sağ olun, İsmet Bey.”
“Geçmiş olsun, Feryal Hanım.”
“Sağ olun, Gülser Hanım.”
İki ailenin ilk defa karşı karşıya gelmesi acı bir olay için oluyordu. Ekin suçluluk duygusuyla düşünceler içinde olmasa iki ailenin yeni kurulacağını düşündükleri aile etrafında birleştiklerini görebilirdi ama Ekin Sarp’a acele etmesini söyleyerek kaza yapmasına sebep olduğu düşüncesiyle boğuşuyordu.
“Son durum ne?”
“Bekliyoruz, İsmet Bey. Şu an için hayati tehlike yok. Korkulan en ciddi durum geçici hafıza kaybı. İnşallah öyle bir şey de olmayacak.”
“İnşallah, Orhan Bey, inşallah...”
İki aile arasında bu konuşmalar geçerken doktor gelip hastayı ancak sabah görebileceklerini söyledi. Sarp’ın hala şokta olduğunu ve bu durumda görüşmesinin ne O’na ne de ailelere bir faydası olacağını anlattı.
“Ekin, kızım, siz gidin artık. Geç oluyor zaten. Sabaha kadar yapabileceğimiz bir şey de yok.”
“Ben kalmak istiyorum, Feryal Hanım. Eve gitsem de uyuyamayacağım. Hiç olmazsa burada kalayım ki içim biraz rahat etsin.”
“Bari siz eve gidin, İsmet Bey. Bizim şoför sizi eve kadar bıraksın.”
“Peki ya siz, Orhan Bey?”
“Biz buradayız şimdilik.”
“İyi geceler, o zaman. Tekrardan geçmiş olsun. Ekin, bizi durumdan haberdar et, kızım.”
“Tamam, baba, ederim.”
Ekin’in annesiyle babası herkese iyi geceler diledikten sonra Orhan Bey’in teklifi üzerine özel şoför ile eve bırakıldılar. O sırada Orhan Bey’in aklına Yelda’nın olandan haberinin olmadığı geldi.
“Feryal, Yelda’ya haber verdin mi Sarp’ın kaza yaptığını?”
“Vermedim, sence versek mi haber? Şimdilik O’nu da boşuna telaşlandırmasak mı?”
“Hiç olmazsa gece eve geldiğinde haber versek.”
“O zaman sen eve git, Orhan. Biz Ekin ile burada kalırız.”
“Şoför gelsin, ben de eve giderim. Bir gelişme olursa hangi saatte olursa olsun bana haber verirsin.”
......
“Bu gece çok iyi vakit geçirdim, Serkan.”
“Ben de...”
“Abim gerçekten değişmiş. Hayatının izlerini takip ederken bunu daha iyi anladım. Bir de müstakbel yengemi tanısam...”
“Aslında ben de tanımak isterdim. Sarp’ı evlenmeyi düşündürecek kadar etkileyen kişiyi ben de merak ediyorum.”
“Ne?!? Sen de mi tanımıyorsun?”
“Abin uzun süre bu ilişkisini kimseye, bana bile, söylemedi.”
Bir süre daha konuştuktan sonra Yelda eve girdi. Aklında birazdan babasından duyacaklarını duymak kesinlikle yoktu. Orhan Bey kızının eve gelmesini beklerken Yelda’yı telaşlandırmadan haberi nasıl verebileceğini düşünmüştü ama trafik kazası, hastane ve geçici hafıza kaybı olasılığı gibi şeyleri söyleyince kim telaşlanmazdı ki? Nitekim Yelda da telaşlanmıştı. Yapmak istediği ilk iş hastaneye gitmek olmuştu ama Orhan Bey gitmesinin bir gereği ve anlamı olmadığına ikna etmek için uğraşmıştı. Sarp’ı göremeyecekti ve Feryal Hanım ile Ekin hastanedeydi. Yelda’nın orada olmasına gerek yoktu. Yine de Yelda annesini arayıp son haberleri O’ndan da almayı tercih etti.
......

Ekin bütün geceyi neredeyse ayakta geçirmişti. Sabahın ilk ışıkları şehri aydınlatmaya başladığında yorgunluğa yenik düşüp hiç de rahat olmayan bir uykuya dalmıştı. Feryal Hanım, Ekin’in bütün gece uyumadığını biliyordu. Kendisi uyuduğu zaman bile Ekin’in oturmadan ayakta kaldığına emindi. Bu sebepten, Ekin uykuya dalınca rahatsız etmek istememişti. Ne var ki doktorun bulundukları yere yaklaştığını gördüğünde Ekin’i uyandırmak zorunda olduğunu hissetmişti. Bütün gece ayakta kalan Ekin doktorun söyleyeceklerini duymayı hak ediyordu. Feryal Hanım da buna engel olacak kişi değildi.
“Hastamız hakkında bilgi almayı beklediğinizi biliyorum. Dün gece Orhan Bey’e de söylediğim gibi kalıcı bir hasar söz konusu değil. Ne yazık ki Sarp Bey hala yaşadığı kazanın şoku sebebiyle hatırlama sorunu yaşıyor. Bu durumun geçici olduğunu ve zamanla geçeceğini tekrarlamak istiyorum.”
“Peki ne kadar devam edecek bu durum?”
“Bunu kestirmek şu an için güç, Feryal Hanım. Sizin bu durumda yapabileceğiniz sabırlı olmak ve hastayı zorlamamak. Yalnız, bu demek değil ki hatırlaması için hiçbir şey yapmayacaksınız.” Ekin aklına gelen soruyu sormadan edemedi.
“Peki ne yapabiliriz doktor bey?”
“Hatırlamasına yardımcı olacak ortamlarda bulunmasını sağlayabilirsiniz. Sarp Bey’in yaşadığı bu durum beynin kendini koruma mekanizması. Büyük bir travma atlattı ve beyin bu durumla başa çıkabilmek için tümden geçmişi hatırlamayı reddediyor. Sarp Bey’in güvende olduğuna ikna olması için zamana ihtiyacı var. En önemlisi de kendinin hatırlaması lazım. Yani Sarp Bey’in geçmişini duymaya değil hatırlamaya ihtiyacı var.” Feryal Hanım Sarp’ı görüp göremeyeceklerini merak ediyordu.
“Peki oğlumu görebilir miyiz?”
“Tabii ki...”

Ekin ile Feryal Hanım odaya girdiklerinde Sarp uyanmıştı ama etrafa boş gözlerle bakıyordu. Ekin, Sarp’ın yanına gidecek cesareti bulamadığından Feryal Hanım’ın önden gitmesi için kapının yanında arka plana saklandı. Feryal Hanım yavaşça oğlunun yanına yaklaştı.
“Sarp?..” Sarp boş gözlerle karşısında duran asil duruşlu kadına boş gözlerle bakmaya devam etti.
“Oğlum, ben annen, Feryal...”
“Annem? Kusura bakmayın, hatırlayamıyorum. Düşününce, adımı bile hatırlamıyorum. Doktor geçici hafıza kaybı yaşadığımı söyledi. Siz gerçekten benim annem misiniz?”
“Evet, oğlum. Ben senin annenim. Sen de benim oğlum Sarp’sın.” Feryal kapının yanında bekleyen ve hissettiği suçluluk duygusu yüzünden Sarp’ın yanına gelmeye cesaret edemeyen Ekin’e doğru hafifçe dönerek konuşmaya devam etti. “Bu da...” dediği sırada Sarp ilk defa kapının yanında bekleyen dünyalar güzeli kadına baktı ve “Ekin?..” dedi. Odada bulunan iki kadın da şaşkındılar. Feryal Hanım heyecanla Sarp’a doğru döndü.
“Oğlum, hatırlıyor musun yoksa?!?”
“Ekin, değil mi?”
“Evet, Ekin...”
“Başka bir şey hatırlamıyorum ama... Her şey hala bulanık...”

Sarp için her şey hala bulanıktı ama kapının yanında Ekin’i gördüğünde hissettikleri aklına bir tek ismi getirmişti; Ekin... Ürkek şekilde bekleyen o yüzü gördüğünde içindeki bilinmezlik duygusu yerini bir çeşit sıcaklığa bırakmıştı. Küçük anı kırıntıları patlayan flaşlar gibi aklını doldurmaya başlamıştı. Bir anlık çok keskin bir ışık huzmesi gibiydiler. Çok kısa bir süre için çok güçlü ama sonrasında kayboluyordu o keskin ışıklar. Yine de Sarp biliyordu, Ekin hayatında gördüğü en güzel kadındı. O’na sahip olduğu için de dünyanın en şanslı erkeği olduğunu hissetmişti. Evet, Ekin’in hayatında çok önemli olduğuna emindi. Görür görmez bir bağ hissetmişti. İnsanı boğan bir bağ değil, daha çok huzur veren, güven veren bir bağ...

Feryal Hanım bu beklenmedik gelişme karşısında hem çok şaşırmıştı hem de adını koyamadığı başka bir duyguya kapılmıştı. En önemlisi ise Ekin’in adını hatırlamasının ne anlama geldiğini bilmek istiyordu. Doktoru bulmanın en doğru karar olduğuna kanaat getirdiği için doktoru aramaya çıkmaya karar verdi.
“Ekin, ben doktoru bulup bu durumu anlatayım. Sen burada kal.” Ekin başını sallamakla yetindi.

Sarp odada yalnız kaldığı Ekin’e öyle derin bakıyordu ki Ekin neredeyse ruhunun tüm çıplaklığıyla Sarp’ın önünde durduğunu düşündü.
“Adımdan başka neler hatırlıyorsun?”
“Adım Sarp, değil mi? Yani öyle söylediler bana. Çıkan kadın da annemdi. Adı Fer... Feryal, değil mi? Gerçi bunlar hatırladığım değil, öğrendiğim bilgiler. Bu durumda, sanırım, pek bir şey hatırlamıyorum.” Ekin kendini iyice suçlu hissediyordu. Bu Ekin’in suçuydu. Eğer Sarp’a acele etmesini söylemeseydi tüm bunlar yaşanmayacaktı.
“Oh, Sarp! Tüm bunlar benim suçum!” dediğinde Sarp’ın yanına yaklaşıp ellerini tuttu. “Özür dilerim, hepsi benim suçum.” Sarp ise şaşkındı. Yine de elleri birleşince başka anı kırıntıları aklına üşüştü. El ele tutuştuklarını hatırlıyordu. Ekin bembeyaz giyinmişti. Evet, evet... o beyaz kıyafet gelinlikti. Sarp bu kadarını hatırlamaya başlamıştı. Ekin karısıydı. El ele tutuştukları anısı da düğünlerinden aklında kalan, daha doğrusu aklına gelen anıydı. Yalnız Sarp’ın anlamadığı ve kafasını karıştıran bir konu vardı. Ekin niye olanlar için kendini suçluyordu?
“Ekin, niye senin suçun olduğunu söylüyorsun?” Ekin tam cevap verecekti ki içeriye Feryal Hanım ve doktor girdiler.
“Sarp Bey, anneniz bana bir şeyler hatırladığınızı söyledi. Neleri hatırladığınızı bana da anlatır mısınız?”
“Ekin’in adını hatırladım ama hatırlamaktan çok Ekin’i gördüğümde aklıma gelen isim Ekin oldu. Hatırlamak böyle bir şey mi, bilmiyorum. O’nun dışında pek bir şey yok. Çok belirsiz şeyler aklıma geliyor ama adını koyamıyorum. Kendimi zorladıkça da başıma ağrı giriyor.”
“Kendinizi çok zorlamayın. Hatırlamayı akışına bırakın. Zamanla hatırlayacaksınız.”
Doktor bir-iki rutin kontrol yapıp Ekin ile Feryal Hanım’ı konuşmak için dışarı davet etti. Dışarı çıktıklarında Sarp’ın Ekin ile vakit geçirmesinin yararlı olabileceğini söyledi. Buna gerekçe olarak da Sarp’ın Ekin’i kolayca hatırlaması olduğunu söyledi. Feryal Hanım bunu duyduğunda adını koyamadığı o duygu yine benliğini sardı.
......
Serkan telefon ettiğinde Yelda abisinin hastaneden gelmesini bekliyordu. Annesiyle telefonda konuştuğunda abisinin hafızasının yerinde olmadığını, bir tek Ekin’in adını hatırladığını öğrenmişti. Bu, Ekin’in nasıl biri olduğunu daha fazla merak etmesine sebep olmuştu. Sarp, ne kendi adını hatırlamıştı ne de ailesini ama Ekin’i görür görmez kim olduğunu hatırlamıştı. Ekin’in adından başka bir şey hatırlamamıştı ama bu bile yeterliydi Ekin’i daha yakından tanımak istemesi için.

Sarp’ın kaza yaptığından haberi olmayan Serkan için haber tam bir şok etkisi yapmıştı. Tek dostu trafik kazası geçirmişti. Daha da önemlisi geçici hafıza kaybı yaşıyordu. Yelda’nın şaka yaptığına inanmak istemişti ama Yelda şaka yapmıyordu. Aksine, gayet ciddiydi. Serkan hemen oraya geleceğini söyleyip telefonu kapattığında Yelda bir kez daha annesini aradı ve yola çıkmak üzere olduklarını ve birazdan eve geleceklerini öğrendi.
......
Serbest ailesi haberleri aldığında Sarp için endişelenmeye başlamışlardı. Daha doğru düzgün tanışamadıkları müstakbel damatları hafızasını kaybetmişti. Aile için şaşırtıcı olan ama yine de bir anlamda gurur ve güven veren durum Sarp’ın bir tek Ekin’in adını hatırlaması olmuştu. Bu haber özellikle İsmet Bey’in korkularının biraz azalmasına sebep olmuştu. Sarp’ın geçmişi göz önüne alındığında kızının kalbini kırması olasılığı hep vardı ve İsmet Bey bundan korkuyordu ama bu haber Sarp’ın hayatında Ekin’in yerinin ne kadar büyük olduğunu gösteriyordu. Ailesinden önce, hatta kendi adından önce Ekin’i hatırlamıştı.

Öte yandan Kurtuluş hafıza kaybı haberine en çok üzülen kişi olmuştu çünkü O’nun kendince planları vardı ve bu planlar hafızası yerinde bir Sarp gerektiriyordu. Bu son gelişme hiç hoşuna gitmemişti. Oysa her şey planladığı şekilde gelişse dün gece yemekte eniştesini kafalayıp aklındaki girişimci planları beraber hayata geçireceklerini söyleyecekti. Yıllardır beklediği fırsat ayağına kadar gelmiş ve son anda yine avucundan kaymıştı. “Biraz daha sabırlı olmak zorundasın, oğlum Kurti” diye kendini teselli ediyordu. Hem babası ilginç bir haber vermişti. Ekin, Sarp’ı onların mahalleye de, hatta kendi evlerine de getirecekti. Kurtuluş’a göre böyle bir zamanda Sarp’ı kafalarsa hafızası yerine geldiğinde her şey garantiydi. Yeni planının mükemmelliği karşısında neşesi yerine gelen Kurtuluş suratında mutlu bir tebessümle önünde soyulu duran portakalları yemeye başladı.
......

Berna odasında yaşadığı olayları düşünürken babasından hiç beklemediği bir haber almıştı. Babası tesadüfen gece Orhan Bey’i hastanede uzaktan görmüştü. Her ne kadar yanına gitmediyse de hastanede ne işi olduğunu merak etmişti. Yaşanan nişan skandalından sonra Orhan Bey ile aynı mekanda bile bulunmak istemiyordu ama yine de merakına yenilen babası birkaç kişiye neler olduğunu sorduktan sonra Sarp’ın kaza geçirdiğini ve geçici hafıza kaybı riskiyle karşı karşıya olduğunu öğrenmişti. Belki bu haberi gece uyanık olsa daha önce öğrenebilirdi ama doğal olarak babası O’nu uyandırmak yerine sabaha kadar beklemeyi tercih etmişti. Haber, beklenmedik bir haberdi.

Tabii ki bu sırada yaşadığı aşağılanma durumu için Berna’yı suçlayan Yasemin’in en sonunda Berna’nın nerede olduğunu öğrendiğinden haberi yoktu. Sadece kendisinin nerede olduğunu öğrenmekle kalmamış hastaneye kendisiyle hesaplaşmaya gelmişti. Bu sebepten düşünceler içindeki Berna karşısında Yasemin’i görünce hazırlıksız yakalanmıştı.
“İntihara teşebbüs ettiğin için her şeyin unutulacağını mı sandın?” Yasemin’in sesi kızgın ve meydan okur havada çıkıyordu.
“Hiçbir şeyin unutulacağını sanmadım. İşin açıkçası olanlar için beni suçlamaya ne zaman geleceğini merak ediyordum.”
“Ne hakla bana yalan söylersin? Hani Sarp hala bana aşıktı? Hani beni bekliyordu? Hani sırf bana olan aşkından seni nişan gecenizde ortalıkta bırakmıştı? Hani tüm bunları bilmeye hakkım vardı?”
“Senin bu suçlamalarını iki hafta önce dinlerdim ama ölümden döndükten sonra senin laf ebeliğine ayıracak vaktim yok! Ben bunları söylerken sanki Sarp’a aşıktın... Sen sadece sana bu kadar aşık olduğunu düşündüğün birini hayatında görmek istedin, yalan mı? Aklında sadece Sarp’ın seni nasıl dünyanın merkezi gibi hissettireceği vardı. Buraya gelip bana ahlak dersi verme! Sen de benim kadar suçlusun bu konuda. Sana birisiyle nişanlanmak üzere olduğunu da söyledim ama sen bu ‘küçük ayrıntıyı’ nedense duymazdan geldin, yalan mı?” Yasemin burnundan soluyordu ama tüm halsizliğine rağmen Berna da aynı durumdaydı.
“Senin yüzünden utanç verici hale düştüm.”
“Duydum, Sarp senin öpücüğüne karşılık vermemiş. Hatta sana bir haber vereyim, kendini ölüyor sanmış. Buna ne diyorsun? Senin gibi erkekleri parmağında oynatmayı rutin hale getirmiş birisinin öptüğü bir erkek, ki bu erkek sana sırılsıklam aşıktı, ölmek üzere olduğunu düşünmüş. Şöhretin sallantıda olmasın sakın!” Berna Yasemin’i provoke etmek için elinden geleni yapıyordu. “Hem ayrıca o geceden sonra ne yaptın? Sarp’a çok değer veriyor olsaydın, O’nu hayatında çok istiyor olsaydın peşinden koşardın. Oysa bahse girerim Sarp’ın kaza geçirdiğinden ve geçici hafıza kaybı geçiriyor olabileceğinden bile haberin yoktur.” İşte bu haber ilginçti. Yasemin bunu duyar duymaz Berna’yı dinlemeyi bırakmıştı. Bu belki de aradığı fırsat olabilirdi. Yasemin bunları düşünürken Berna’nın “Şimdi daha iyi anlıyorum ki bu olanların bir tek suçlusu yokmuş. Oysa aylarca Sarp’ı suçlamıştım. Hata yaptığımın farkına vardım. Eğer Sarp gerçekten sevdiği birini bulduysa buna ben engel olacak değilim.” dediğini duymadı bile.
“Biliyor musun, ne halin varsa gör! Seninle daha fazla uğraşacak vaktim yok.”
......
Sarp yolculuk boyunca Ekin’i ve bölük pörçük anılarını düşünüyordu. Hastane odasında Ekin elini tuttuğunda aklına resim gibi bir görüntü gelmişti. Durağan bir görüntü, hareketli değil. Ekin beyaz gelinliğin içindeydi ve Sarp’ın elini tutuyordu. Bu da demek oluyordu ki Ekin karısıydı. Yalnız kafasını karıştıran bir şey vardı. Ne kendi parmağında ne de Ekin’in parmağında yüzük vardı. Eğer Ekin’i gördüğü anda hissettikleri bir anlam ifade ediyorsa evlilik yüzüğü parmağında olmalıydı. Acaba ne olmuştu? Yoksa evlilikleri çatırdıyor muydu? Olmaması lazımdı... Hissettikleri göz önüne alınırsa çok mutlu olmaları lazımdı. Hatırlayamamak Sarp’a çok zor geliyordu. Kendi hayatının bir gizemden ibaret oluşu çok can sıkıcıydı.

Eve gelmişlerdi ama Sarp için hala her şey çok yabancıydı. Önünde durdukları eve baktığında Sarp bir şeyler hatırlar gibi oldu. “Evin havuzlu bir bahçesi var mı” diye sordu. Olumlu yanıt alınca hatırladığı şeyin gerçek olabileceğini düşündü. Aslında hatırladığı şey kendisinin evin bahçesinde olduğu ve bir sürü davetlinin olduğuydu. Belki de bu hatırladığı Ekin’le ikisinin düğünüydü ama sanki sonunda kötü bir şeyler olmuştu. Acaba şu an yüzüklerini takmamalarında ne olduğunu bilmediği o kötü olayın etkisi var mıydı? Annesinin Ekin’e yaklaşımına bakılırsa ailesinin Ekin’le arası iyiydi ama bunun sebebi hafızasını kaybettiği için sahte bir durum olabilirdi. Sarp bir türlü emin olamıyordu. Niye yüzüklerini takmadıklarını bir şekilde öğrenmeliydi ama bunu Ekin’le yalnız kaldığında yapması daha iyi olacaktı çünkü aralarında ne olduysa bunu ailesi bilmiyor olabilirdi.

İçeri girdiklerinde karşısında üç kişi gördü. Beyaz saçlı ve bıyıklı yaşlı biri, kendi yaşlarında ve çok da güven vermeyen biri ve genç ve güzel bir kadın... Önce o yaşlı adam konuşmaya başlamıştı.
“Sarp, ben babanım. Orhan Teksoy...” Sert bir mizacı vardı. Acaba babasıyla arası nasıldı? Yakın bir baba-oğul ilişkileri mi vardı? Sarp bilemiyordu. Sonra genç kadın konuştu.
“Abi... ben Yelda, senin kız kardeşin.” Sesindeki tedirginliğe rağmen hayat dolu bir hali vardı bu kadının. Kesin kız kardeşini seviyordu. Böyle bir kız kardeşi sevmemesi imkansız olurdu. En son o güven vermeyen bir havası olan kendi yaşlarındaki kişi konuştu. İkiz kardeşi filan olmadığını umuyordu. Acaba O da kardeşi miydi?
“Selam kanka! Ben Serkan, senin en yakın dostun. Yılların eskitemediği ikilinin diğer yarısı!” Bunu söyledikten sonra gülmüştü ama Sarp komik bir şey söylediğini fark etmemişti.
“Tanıştığımıza memnun oldum.” dediğinde söylediği sözün ne kadar tuhaf olduğunu fark etti ama ne yapabilirdi ki? Sarp’ın bakış açısına göre bu insanlarla ilk defa karşılaşıyordu.
“İstersen şöyle bir etrafa bak. Belki bir şeyler hatırlarsın...” demişti Orhan Bey, eee, yani babası. Bunun üzerine Sarp evin içine bakınmaya başladı. O sırada Yelda’nın ve Serkan’ın Ekin’e yaklaşıp “sonunda görüşebildik” dediklerini duydu. Demek ki Ekin onlarla uzun süredir görüşmüyordu. Acaba neden? Aralarında bir küslük olduğu havası da yoktu. Sarp evin içini dolaşırken Yelda’nın Ekin’e “yengeciğim, istersen, sen de evi bir dolaş” dediğini duymadı. Ekin ise kendini iyice yabancı gibi hissetmeye başlamıştı. Yelda’dan gelen bu sıcak yaklaşım biraz rahatlamasına sebep olmuştu. O da Sarp’ın ardından evi dolaşmaya başladı.

Evi dolaşırken Yelda da eşlik ediyordu. Evin odalarının kime ait olduğunu veya hangi amaçla kullanıldığını anlatıyordu. Sarp’ın odasına geldiklerinde “bu da senin odan, yani evden taşınmadan önce senin odandı” dedi. Sarp bu sözden Ekin ile evlendikten sonra kendi evlerinde yaşamaya başladıkları anlamını çıkardı.
“Ee, bir şeyler çağrıştırdı mı, abi?”
“Pek değil ama yine de iyi oldu. Bu arada biz oldukça zenginiz galiba. Ev ne kadar da büyükmüş.”
“Evet, Teksoy Holdingin sahibi olunca biraz zengin oluyorsun.”
“Teksoy Holding, ha? Büyük bir holding mi?”
“Babama sorarsan işinin başından aşkın olmasına yetecek kadar büyük bir holding.”

Ev turundan sonra doktorun tavsiyesi gereğince Sarp’a hatırlaması gerekenleri O’na anlatmadan Ekin ile hatırlamasına yardımcı olacak yerlere gitmeye karar verildi. Rahatça istedikleri yere gidebilmeleri için de özel şoförün onları gidecekleri yerlere götürmesi kararlaştırıldı.

“Nerelere gideceğiz Ekin?”
“İş yerine gidelim ama önce seni götürmek istediğim başka bir yer var. Zaten yolumuzun üstünde sayılır. Daha sonrasına ise sonra karar veririz. Baban iş yerini aramış. Geleceğimizi ve daha önemlisi senin durumunu biliyorlar.”
......
Yasemin aklında olanları hayata geçirebilmek için Sarp’ı bulmaya çalışıyordu. Bunu yaparken şüphe uyandırmak istemediği için Sarp’ı görmek bahanesiyle bara gitmişti. Tabii ki Sarp’ı orada görmeyi beklemiyordu. Berna’ya ‘canın cehenneme’ dedikten sonra geri dönüp birkaç ayrıntıyı daha öğrenmesi gerekmişti. Bu sayede Sarp’ın da aynı hastanede olduğunu öğrenmişti. Bu sayede hastane personelinden Sarp’ın taburcu olduğu bilgisini almıştı. Şimdi Sarp’ın nerede olduğunu öğrenmesi gerekiyordu. Büyük ihtimalle evdeydi ama aklındakileri hayata geçirmesi için Sarplar’ın evi uygun yer değildi.

Sarp’ı görmeye geldiğini söylediğinde çalışanlar O’na kaza ve hafıza kaybı haberini vermişlerdi. Yasemin de yapmacık bir şaşırma ifadesi takınmıştı. Sarp’ın hangi hastanede olduğunu sorunca da zaten bildiği taburcu olduğu bilgisini almıştı.
“Peki şimdi nerede? Evde mi?”
“Evet ama birazdan buraya geleceklermiş.”
Bu haber ilginçti. Demek buraya geleceklerdi... Kiminle gelecekti acaba? Bekleyip görmek gerekecekti...

0 yorum:

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro