1 Aralık 2006 Cuma

İkinci Perde - Üçüncü Bölüm

Bölüm 3: Mendum (1)

Serkan göz ucuyla saatine tekrar baktığında aklından toplantının bir an önce bitmesini istediği geçiyordu. Mehmet ile konuşmak istediği bir konu vardı ve onu hastanede ziyaret edeceğini haber vermişti. O kısa telefon konuşması sırasında bu görüşmenin ikisinden başka kimse tarafından bilinmemesi gerektiğini eklemişti. Berna’nın bile...

Saate baktıkça toplantının daha çabuk bitmeyeceğini bildiği için tekrar konuşmakta olan Sarp’a odaklandı. Orhan Bey ile birkaç gün önce görüştüklerinden beri S&S ortaklığı konusunda daha da hırslanmış görünüyordu ve Serkan bu hırsın olumlu bir durum olduğundan emin değildi. Artık basit bir iş hamlesi olmaktan çoktan çıktığını hissediyordu. Sarp için S&S ile ortaklık bir gurur meselesi haline gelmişti.

Nasıl tepki vereceğini bilemediği için toplantı sırasında sessiz kalmak için elinden geleni yaptı Serkan. Toplantının bittiğini Sarp’ın ağzından duyduktan sonra toplantı masasının bir ucundaki koltuğunda hareketsiz şekilde herkesin dışarı çıkmasını göz ucuyla seyretti. Sarp’ın yalnız konuşacaklarını anlaması hiç de güç olmadı. İki dostun iletişim kurması için sözcükler her zaman gerekli değildi. Bazen bir bakış ya da küçük bir mimik de yeterli oluyordu iletişim kurmalarına.

Herkesin çıkmasından sonra iki dost kısa bir süre sessizce bakıştılar. İkisi de diğerini tartıyordu bir anlamda. Serkan konuşmaya başlamadan önce böyle ciddi ve hassas durumlarda hep olduğu gibi gerginliğini gizleyemedi. Konuşmaya başlamadan hemen önce o gerginlik tüm vücudunu sarıyordu ve Sarp bunu fark etmekte gecikmedi.

“Ne var Serkan?” diye konuşmaya başladığında sesi normalden biraz daha sertti. Oysa sert bir tonda konuşmak istememişti.

“Sarp, dostum, bu ortaklığı ne kadar istediğinin farkındayım ama hiç bilmediğimiz sulara yelken açıyoruz ve nasıl bir hava durumuyla karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Bu ortaklık kaldırabileceğimizden fazla risk taşıyor. Bu iş için tüm anlaşmalarımızı feshetmemizi öneriyorsun.”

“Feshetmek değil, alternatif yollar bulmak. Bir nevi fason şirketler bulmaktan söz ediyorum.”

“Sarp! Mensucat işinde değiliz!”

“Biliyorum Serkan!” derken Sarp’ın sabrının zorlandığı belli oluyordu. Ses tonunun konuşmaya başladıklarından daha sert çıktığı Serkan’ın gözünden kaçmadı. Bir kez daha alttan alması gerektiğini hissedince Sarp’a olabildiğince sakin bir ses tonuyla “lütfen dediklerimi bir süre daha düşün” dedi. Sarp önce sessizce Serkan’ın gözlerinin içine baktı. Sonra ağzını bir şeyler söylemek için açtı ama hiçbir söz söylemeden sustu. Derin bir nefes aldıktan sonra bakışlarını önündeki kâğıtlara çevirdi. Ani bir hamle ile tüm dosyaları topladı ve eline aldı.

“Shuster ve Siegel adlı iki Iowa’lı genç tarafından Büyük Depresyon sırasında temelleri atılan bir şirketten bahsediyoruz. Amerika’da insanların açlıkla boğuştukları dönemde hayatta kalmaya çalışan bu iki genç için tarım ürünleri sektörü hep en önemli alan olmuş. 1938 yılında gerçek bir şirket kimliğine büründüklerinde tek amaçları kâr etmek olmayan bu şirket şimdilerde organik tarım ürünleri konusunda dünya çapında bir marka olmaya çalışıyor. Üçüncü kuşak işbaşında ve yeniliklere açıklar. Büyük Depresyon döneminde yetişmiş büyüklerinin devrinin geçtiğini biliyorlar. Forbes dergisinde şirketin üç yeni kuşak yöneticisinin portresini okudum. Daha küresel bir kimliğe bürünmek istiyorlar. Güçlü bir ticaret filosuna ihtiyaçları var.”

“İyi de Sarp, bunları bana niye anlatıyorsun? Bunları zaten biliyorum, toplantıda anlattın hepsini.”

“Bildiğinden şüphem yok Serkan ama tam olarak anladığını düşünmüyorum. Eskide kalsa da çapkınlık dönemlerinden aldığım çok ders var. Yatağa kiminle girdiğini iyi bilmezsen çok sancılı bir güne uyanabilirsin...” Gözlerini Serkan’dan ayırmadan kısa bir süre durakladı ve üzerine basa basa, oldukça sakin bir şekilde “İnan bana S&S’i ve yöneticilerini ezbere biliyorum. Senin deyiminle, hava durumunun ne olabileceği konusunda düşündüğünden fazla fikrim var.” diye devam etti.

Serkan daha fazla konuşmanın faydalı olmayacağını hissediyordu ama yine de “Gerçekten farkında mısın tüm risklerin?” diye sordu. Sarp’ın “Hodri meydan... Aklına gelen tüm risk senaryolarını say ve sana bu olası durum karşısında ne tür bir strateji geliştireceğimizi söyleyeyim.” şeklindeki cevabından sonra bir yere varmayan bu konuşmayı uzatmamaya karar verdi. Oturduğu yerden kalkıp kapıya yönelmeden önce “lütfen bir kere daha düşün” dedi ve ardından dışarı çıktı. Ofisine doğru yürürken telefonda kararlaştırdıkları gibi Mehmet’i arayıp uygun zamanı olup olmadığını sordu.

Sarp ise toplantı odasında tek başına kaldıktan sonra oturduğu koltuğu kullanarak kendi etrafında döndü ve arka tarafında kalan pencereye doğru çevirdi yüzünü. Dışarıyı seyrederken aklından geçmekte olan azgın bir nehrin suları gibi gür olan onlarca düşünceyi durgun bir göl içinde hapsetmeye çalıştı ama sabah CNN’in internet sayfasında okuduğu haberin gerçekleşmesinin bu ortaklık üzerindeki etkilerinin neler olabileceği düşüncesi düşünce sularının durgunlaşmasını oldukça güçleştiriyordu.

......

Serkan hastaneye vardığında sokak lambaları yavaş yavaş yanmaya başlıyordu. Toplantıdan hemen sonra Mehmet ile buluşmayı tasarlamasına rağmen ancak hava kararmaya yüz tuttuğunda hastanenin otomatik açılıp kapanan kapısından içeri giriyordu.

Mehmet’in kapısını çalıp içeri girdiğinde arkadaşının ciddi bir yüz ifadesiyle önündeki kâğıtları incelemekte olduğunu gördü. Mehmet başını kaldırıp onu içeri davet ettikten sonra son bir defa daha önündeki kâğıtlara baktı ve sonra yan tarafta bekleyen dosyanın içine yerleştirdi kâğıtları.

“Geç otur şöyle, ben de bugün ameliyattaydım. Daha sonrası için planlanan bir ameliyattı ama bugüne almak zorunda kaldık. Sekreterine haber bıraktırmıştım, mesajı aldığını ancak ameliyattan çıktıktan sonra öğrenebildim. Kusura bakmadın umarım.”

“Kusura bakılacak bir şey yok Mehmet. Benim de sabahki toplantıdan sonra yapmam gereken işler çıktı, onlarla ilgilendim. Gerçi senin işin bitmemiş galiba... İçeri girdiğimde...” Serkan, sözünü tamamlamaya fırsat bulamadan Mehmet araya girdi.

“Yok, yok! Ameliyat sırasında küçük bir sorun yaşadık. Ben de hastanın tahlil sonuçlarını tekrar kontrol ediyordum. Bir şeyi gözden kaçırmış olabilir miyim diye tekrar bakıyordum.”

Serkan buraya geldiğinde ne söyleyeceğini düşünmüştü ama şimdi ilk lafının ne olması gerektiğine karar veremiyordu. Mehmet’in de gözünün içine baktığını gördükçe daha da kararsızlığı artmaya başladı. Bu durumu fark eden Mehmet konuşmanın yolunu açmak için “Ee, benimle konuşmak istediğin konu ne?” diye sordu. Ardından da “arkadaşça dertleşmek için buraya gelmediğin kesin” diye ekledi ve gülümsedi. Serkan da bu mimiğe gergince gülümseyerek karşılık verdi.

“Senin gelemediğin yemek vardı ya... O yemekte muhabbet ederken Yelda’nın söylediği bir söz aklıma takıldı ve o zamandan beri de o sözün etkisinden kurtulamıyorum.” Bu sözleri söylerken hala gergin olduğu Mehmet’in gözünden kaçmadı. Bu sebepten şakacı bir ses tonuyla “Evlilik danışmanlığı yapmam için gelmedin umarım.” dedi ama Serkan’dan beklediği tepkiyi almayınca Serkan’ın aklındaki konunun onun açısından çok önemli olduğunu anladı.

“Şaka bir yana, Serkan, eğer yardım edebileceğim bir konuysa yardıma hazırım, biliyorsun.”

“Biliyorum. O yemekte konu bir şekilde çocuk sahibi olmaya geldiğinde Yelda tekrardan hamile kalırsa hiç düşünmeden çocuğu doğuracağını söyledi.” Mehmet yavaş yavaş Serkan’ın aklındakinin ne olduğunu anlıyordu ama hiçbir söz etmeden sözünü tamamlamasını bekledi.

Serkan “İkizlere hamileyken yaşadıklarımızı biliyorsun.” diye devam ettiğinde Mehmet başını sallayarak bildiğini ima etti.

”O hamilelik Yelda’nın ölümle dansıydı, Mehmet! Sonunda ne karımı ne de çocuklarımı kaybettim. Ancak doktorun söylediklerinden sonra ikinci hamileliğin ne anlama geldiğini iyi biliyorum.” Serkan kısa bir sessizlikten sonra boğuk bir fısıltıyla “Bu riski göze alamam.” dedi. Mehmet gayet ciddi bir yüz ifadesiyle Serkan’a bakarken ikisinin bakışları kesişti. Serkan gözlerini kaçırdıktan sonra “Bana kısırlaştırma ameliyatı konusunda yardım etmeni istiyorum.” dedi.

Mehmet son duyduğu cümlenin sarf edilmesini beklemesine rağmen şaşırmaktan kendini alamadı. Tüm bu olayın gerçekleşme şeklinden anladığı kadarıyla Yelda’nın kısırlaştırma ameliyatından haberi yoktu. Büyük bir ihtimalle yemek sırasında gevezelik olsun diye laf arasında ettiği bir söz olduğu için hamilelik üzerinde yemekten sonra kafa bile yormamıştı.

“Serkan, bu konuyu karınla konuştun mu?”

“Konuşsam ne olacak, Yelda’yı tanımıyormuş gibi konuşma Mehmet. Böyle bir şeyi gündeme getirdiğim için bana bir ton laf edecektir ama onu kaybetme riskini göze alamam, anlıyor musun?” Mehmet anlıyordu, hem de çok iyi anlıyordu. Berna’nın beklenmedik şekilde erken ölümünü düşünmek bile ıstırapların en büyüğüydü.

“Serkan... Bir doktor olarak da, bir dost olarak da karınla konuşmanı öneririm. Ancak karar senin.”

“Önerin için çok teşekkür ederim. Gerçekten... ama sen sadece bana bu ameliyat için bana yardımcı olabilir misin, onu söyle...”

“Peki, dediğin gibi olsun. Doğal olarak bu benim yapabileceğim bir ameliyat değil. Senin bahsettiğin operasyonun adına vasektomi diyoruz ve kalıcı yöntemlerden biridir. Yani bir kerelik bir prosedür... Geri dönüşü her zaman olmayan bir yöntem... Operasyondan sonra yarım saat kadar dinlendikten sonra hastaneden taburcu olabilirsin ama üç gün kadar makul zorlukta aktivitelerde bulunman gerekiyor. Bir de bir hafta kadar cinsel ilişkiden uzak durman gerekiyor. Tabii ki bu anlattıklarım uzman olmayan bir doktorun sözleri. Sen yine de bir uzmanla konuşmalısın.”

“Sizin hastanede yok mu bu konunun uzmanı?”

“Olmaz olur mu? Var tabii ki... Sadece seçim yapma hakkının sende olduğunu, benim yönlendirmemle bir seçim yapmanı istemediğimi anlatmak istedim.”

“Bu uzman ile ne zaman görüşebilirim.”

“Yarın onunla konuşurum ve senin için bir konsültasyon ayarlarım ama...” Mehmet daha ciddi bir ses tonuyla son bir kez daha şansını denemek istedi. “Yelda ile konuş, Serkan...” Serkan bu öneriye bir cevap vermek yerine Mehmet’e verdiği bilgiler ve diğer yardımlar için teşekkür etmeyi tercih etti.

......

Ekin, kalan sınavı için Serpil ile birlikte çalışmaya karar vermişti. Okulun kütüphanesi ikisi için de uygun bir mekândı ancak gün ilerledikçe zaten sıkıcı olan sınava hazırlanma daha bir bıkkınlık yaratmaya başlamıştı. Bu sebepten Erdem’in onların yanına gelip çay içmeye davet etmesi cennet müjdesi gibi gelmişti iki genç kadına.

Kampüsten ayrılmamak için kantinin, kalite yelpazesinin tabanına yakın yerde bulunan çaylarına bile razı olmuşlardı. Yine de Ekin son anda poşette olmasına rağmen bir papatya çayı içmeye karar vermişti çünkü akşamın o saatinde ziftten farkı olmayan çay ile midesine işkence edemeyeceğine karar vermişti. Serpil ise duble espresso alarak Ekin’in şaşkın bakışlarına maruz kalmıştı. Erdem de elma çayı alınca herkes ilk kararlaştırdıklarının aksine çay dışında bir içecek almış oldu.

Serpil daha oturmalarını beklemeden Ekin’in nasıl sınava şimdiden hazır olduğunu ama kendisinin hazır olmadığını anlatmaya başladı Erdem’e. Laf arasında da sınav dönemi olmasına rağmen sinemaya bile gidebildiğini eklemeyi unutmadı. Ekin kendini savunmak için “Hey, sataşmadan önce niye bu filmi görmek istediğimi dinleyebilirsin.” diye araya girdi. Boş bir masanın etrafına oturduklarında Erdem “İşte fırsat, anlat ki öğrenelim.” dedi.

“Kore yapımı eski bir film. Aslında çok da eski değil. Aşağı yukarı 10 yıllık bir film... Sanırım... Adı da ‘Yeopgijeogin geunyeo’ ve Taksim’deki bir kültür merkezinin sinema salonunda oynuyor. Bu gece de son gösterimi var.” Serpil filmin adını duyduğunda gülmekten kendini alamadı.

“İlahi Ekin!... Filmin adını ezberlemek için çok uğraştın mı?”

“Peki, İngilizce adını söyleyeyim... ‘My Sassy Girl’ ve sakın bana Türkçe adını sorma çünkü bilmiyorum. Afişinde sadece İngilizce adı vardı.”

“Tabii ki pek Sevgili kocanla gidiyorsunuz?” Erdem’in sesinde belli belirsiz bir iğneleyici ton vardı. Ekin başını sallayarak doğru olduğunu onayladı.

Sessizce içeceklerini yudumlayıp dışarıdaki soğuk havayı seyre daldıklarında sessizliği Ekin’i hareketlenmesi bozdu. Telefonunu eline alıp masadan uzaklaştığında Erdem ile Serpil göz göze geldi ama ikisi de birkaç söz edip konuşmak yerine sıcak içeceklerini yudumlayarak Ekin’in masaya dönmesini beklemeye başladı.

Ekin geri geldiğinde yüzü allak bullaktı. Serpil ne olduğunu sorduğunda Ekin Sarp’ın işi uzadığı için gelemediğini söyledi. Sadece gelemediğini söylemek Ekin’in içinde birikeni boşaltmasına yetmemiş olacak ki söylenerek konuşmaya devam etti.

“Yani bu gecenin planını kaç gün öncesinden yaptık. Son zamanlarda ağzından iş dışında bir söz çıkmıyor. Amerika’dan birileriyle bir iş yapmak üzereymişler ve saat farkı yüzünden geç vakte kadar iş yerinde kalması gerekiyormuş.” Derin bir nefes aldı ama hala sakinleşememişti. Uzun süredir içine attığı sıkıntılar dışarı çıkmanın yolunu bulmuşlardı ve Ekin söylenmekten kendini alamıyordu.

“Bu gece son gecesi bu filmin... Son dakikada beni ekiyor... Hem bu yaptığı ilk değil. İlk önce Feryal Hanım, kayınvalidemin yemek davetine gelmedi, ardından annemlere beraber gitmeyi planlamamıza rağmen gelmedi, şimdi de bu!” Serpil Ekin’i sakinleştirmek için tek başına gitmesini önerdiğinde Erdem araya girip hep beraber gidebileceklerini söyledi. Serpil, sınavı bahane edip gelemeyeceğini söylese de Ekin’in ısrarı sonucu ikna oldu. Sonuçta Taksim’e gidip önce üçüncü bir bilet alıp ardından yemek yemeyi ve sonrasında da filmi seyretmeyi kararlaştırdılar.

Ekin Taksim yolunda sakinleşmiş görülüyordu ama bilet gişesindeki görevliden filmin tüm biletlerinin satıldığını öğrenince Ekin’in neşesi yine kaçtı. Serpil ise Ekin’e dönüp “Ya, Erdem’le ikiniz gidin. Zaten benim sınav için çalışmam gerekiyor. Hem böylece vicdan azabı duymaktan kurtulurum.” diye öneride bulundu. Ekin, “Sen ne zamandan beri sınava çalışmadığın için vicdan azabı duyuyorsun?” diye sordu şaka yollu. Aldığı cevap ise “aşk olsun, Ekin” oldu. Karşılıklı “olur”lar ve “olmaz”lardan sonra Ekin ve Erdem Serpil’i otobüs durağına bıraktı ve yemek için İstiklal Caddesi’nden aşağı doğru yürümeye başladılar.

Ekin o yürüyüş sırasında ve Galatasaray’ın yakınlarında buldukları kafede yemek yerken geçirdikleri süre içinde Erdem ile baş başa kalmanın yarattığı gerginliğin yavaşça kaybolduğunu hissetti. Erdem’in her sorusundan sonra cevabını sonuna kadar dinlediğini görmek Ekin’in hoşuna gidiyordu. Önce film hakkında konuştular. Ekin filmin konusunu bildiği kadarıyla anlattı. Erdem, kadın-erkek ilişkisinin olmadığı filmlerin çok nadiren başarılı olduğunu söyledi. Konuşma ilerledikçe telefonuna gelen ve tuhaf bulduğu o mesaj Ekin’in aklından tamamen çıktı. Ekin o gece yapmadığı bir şey yaptı. İlk defa birine kolayca güvenebileceğine inandı.

(1) Kusur, hata, ayıp (Latince)

0 yorum:

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro