2 Temmuz 2007 Pazartesi

Bir Blog Tavsiyem Var

İnternet bağlantı hızlarının baş döndürücü şekilde arttığı günümüzde yeni bir iletişim yöntemi çıktı; bloglar. Birikimlerimizi dünya ile paylaşmanın bir başka yolu da bu oldu. Ne var ki bu kolaylık aynı zamanda iyileri bulmayı da zorlaştırdı. E-posta ilk yaygınlaşmaya başladığında Yahoo!, Hotmail, vb yerlerden kolayca alınan e-posta hesapları ile bir anda herkes sanal ortamda iletişimin kolaylığını keşfetti. Ardından da “spam” denilen istenmeyen e-postalar geldi. Benzer durum bir anlamda blog dünyasında da (blogosfer) yaşanmakta. Dolayısıyla işe yarar, ilgi çeken, kaliteli blogları bulmak zorlaşıyor.

İşe yarar, ilgi çeken, kaliteli blogları bulmak konusunda bir metafor kullanmak istiyorum. Eğer dışarıda yeme alışkanlığınız varsa yeni ve güzel restoranlar bulmanın kolay olmadığını bilirsiniz. Bir sürü kriteri göz önünde bulundurmak zorundasınızdır. En başta yiyeceğiniz yemeğin lezzetli olması şattır. Verilen hizmet, serviste güler yüzlülük gibi unsurlar yanında yemeğin ücreti de önemlidir. Kısacası birçok unsurun denk gelmesi gerekir. İşte bloglar da buna benziyor. Nasıl ki iyi bir restoranı bulmak bir nevi hazine bulmak gibiyse iyi bir blog bulmak da aynı şekilde küçük bir hazine bulmak gibidir.

Blogosferde olanı biteni öğrenmeye çalışırken birkaç toplanma yeri buldum. Technorati, bildirgeç, blograzzi gibi yerler blogcuların buluştuğu yerler. İşte buralara ilk adımımı attıktan sonra tesadüfen yeni bir blog ile karşılaştım. EvPerisi diye bir blog… Adından da anlaşılacağı gibi ev ile alakalı bir blog. Yemek tarifleri de var, son yazısında olduğu gibi piknik yapmanın güzel(!) taraflarının anlatıldığı yazılar da. Oldukça sıcak, samimi bir şekilde hazırlandığı hissini veren bu blog adresine bir göz atın mutlaka ve hiç olmazsa 10-15 dakika vakit ayırın. Kim bilir, sık kullanılanlara ekleyeceğiniz yeni bir adres bulmuş olursunuz belki.

EvPerisi'ne gitmek için buraya tıklayın.


Bunun gibi minik hazinelerin yerini biliyorsanız ve paylaşmak isterseniz yorum yazarak katkıda bulunabilirsiniz ve ben de size minnettar olurum.

15 Haziran 2007 Cuma

İkinci Perde - On İkinci Bölüm

Bölüm 12: Epilog

Sarp odaya girdiğinde aklı başka bir yerde gibiydi ve yüzünde aptal bir gülümseme vardı. Ekin yatağından hafifçe doğrulmaya çalıştı. Tam Sarp’ı selamlayacağı anda eşinin “Ben âşık oldum, Ekin” demesiyle kanın tüm bedeninden çekildiğini hissetti. “Ne!” diye bir söz refleksle ağzından döküldü.

“Senden başka birine âşık olabileceğimi zannetmiyordum ama şimdi anlıyorum ki yanılmışım. Ben âşık oldum Ekin! Hayatımda gördüğüm en güzel varlığa âşık oldum!” Ekin, akmak için zorlayan gözyaşlarına söz geçirmeye çalışıyordu ama çok da başarılı olamıyordu. Gözleri dolmuştu duydukları karşısında. Duydukları zaten çok ağırdı ama tüm bunların üzerine Sarp’ın âşık olduğunu yüzünde sinir bozucu bir gülümsemeyle söylüyor oluşu her şeye tuz biber ekiyordu. Yapmacık da olsa üzgünmüş gibi yapamaz mıydı? Oysa o gayet mutlu görünüyordu.

Sarp üzerinde olduğu o bulut üzerinden dünyaya indiğinde yüzündeki aptal gülümseme büyük neşeye dönüşmüş gibiydi. “Neyse ki iki aşkım arasında seçim yapmak zorunda değilim. Nasılmış benim canım karım?”

“Karın kadar başına taş düşsün senin!”

“Ne oldu yine yahu?”

“Ay, bir de ne olduğunu soruyor! Karşıma geçip başka birine âşık olduğunu söylüyorsun! Hem de yüzsüzlüğün bu kadarı olur! Yüzünde şapşal bir gülümseme var!” Ekin şimdi kızgınlıkla konuşmaya başlamıştı ve onu zorlayan gözyaşları yerini gözlerinden çıkan şimşeklere bırakmıştı. Sarp önce bir şaşkınlık geçirdi. Sonra ise kahkahayı bastı. Bu, Ekin’i daha da çileden çıkarmaktan başka bir işe yaramadı.

Sarp güldükçe Ekin daha çok kızıyordu. Ekin kızdıkça Sarp daha çok gülüyordu. Bu böyle devam ederken içeriye Yelda girdi. “Ne oluyor burada?” diye sorduğunda Sarp biraz sakinleşebildi. Sarp “Benim karım âşık olduğumu duyunca bana çok kızdı. Sen de gördün âşık olduğum güzelliği, haksız mıyım âşık olmakta?” diye sordu kız kardeşine. Yüzündeki gülümsemenin bir yere gitmeye niyeti yoktu. Yelda gülmemek için kendini zor tutuyordu. Ancak başıyla onaylayabildi. Ekin’in artık dayanacak gücü kalmadı ve gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.

“İnanmıyorum sana Ekin, sen nasıl bir annesin de kızını kıskanıyorsun.” Sarp’ın sözü öylesine ters köşeye gelmişti ki Ekin’in yüzündeki şaşkınlık Yelda’nın kahkahayı basmasına sebep oldu.

“İlahi Ekin, hangi erkek, hele ki karısını bu kadar seven erkek karısının doğum yaptığı gün başka bir kadına âşık olduğunu söyler? Aklına hep en kötüsünü getirmek zorundasın, değil mi? Benim deli abim Yağmur’u gördü ve görür görmez kızına âşık oldu. Bu arada yeğenimin adı hâlâ Yağmur, değil mi?”

“Evet!” diye cevap veren Ekin, yanı başında duran Sarp’ın koluna var gücüyle vurdu. Sarp acı içinde inlerken kolunu ovuşturuyordu. Ekin ise “Oh olsun!” dedikten sonra Yelda’ya döndü ve “Aşk olsun Yelda, sen bari bir şey söylemedin. Aklıma neler geldi, tahmin edemezsin.”

“Aslında yüzüne bakan az çok tahmin ederdi, şekerim.” Üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi hisseden Ekin, Yelda’nın sözüne güldü. Onların bu diyaloğu sırasında Sarp hâlâ Ekin’in vurduğu yeri ovuşturuyordu. Kocaman bir morluk oluşmaya başladığına emindi.

O sırada kapı açılırken “Biz geldiiiiik!” diyen bir ses duyuldu. İçeri önce Berna, onun ardından da Serkan’la Mehmet girdi. Ekin arkadaşını gördüğünde mutluluğuna diyecek yoktu.

“Ekinciğim, vallahi zamanlaman bu kadar harika olur yani… Uçak biletimizi doğumun beklendiği güne aldıktan sonra aklıma erken doğum yapabileceğin gelmişti ama korktuğum olmadı.” Berna hemen Ekin’in yatağının ucuna geldi ve arkadaşıyla kucaklaştı. “Senin adına çok sevindim, canım.” diye devam ettiğinde Ekin, “Darısı başına!” diye karşılık verdi.

Mehmet, kolunu hafifçe ovuşturmaya devam eden Sarp’a yaklaşıp “Tebrik ederim!” dediğinde Sarp da Mehmet gibi gülümsemeye başladı. Mehmet’in söylediğini duyan Berna hemen karşı çıktı.

“Bu ne demek şimdi? Neredeyse bütün yükü çeken kadınlar ama tebrik edilen erkekler oluyor. Anlamıyorum ben bu haksızlığı… Doğumu yapan kadın, erkek değil!” Mehmet hiç bekletmeden “Haklısın da unuttuğun bir nokta var. Kadınlar bir doğururken erkekler dokuz doğuruyor. Neyse siz bu konuyu kendi aranızda tartışadurun bizler dışarıda purolarımızı içiyor olacağız.” diyerek karşılık verdi. Sonra da Sarp’a ve Serkan’a dönüp ceketinin iç cebinden çıkardığı Küba purolarını göstererek “Sanırım Sarp’ın babalığını bu özel purolarla kutlayabiliriz.” dedi.

“Küba?” diye sordu Serkan.

“Hı hı!”

“Küba ürünleri Amerika’da yasak değil mi?”

“Yasak. Sakın nasıl bu purolara ulaştığımı sorma. Birilerini tanıyan birilerini tanıyorum, diyelim.” Üç erkek dışarı çıkarken Berna başını iki yana sallayarak söylenmeye devam ediyordu.

“İnanamıyorum, yaptıklarına bakar mısınız? Bu erkekleri ne kadar eğitseler de içlerinde mağara adamlığından bir eser kalıyor. Puro içeceklermiş!” Ekin’le Yelda da Berna’yı onaylar şekilde başlarını sallamaktaydılar.

Erkekler ise hastanenin bahçesinde soğuğa aldırmadan purolarını tüttürmekteydiler. Birkaç saat öncesinde yağmış olan yağmur bile havayı yumuşatmamış gibiydi. “İşler nasıl?” diye sordu Mehmet. Sarp gülümseyerek “Daha iyi olamaz.” diye cevap verdi. Serkan ise “İşçi çıkarmak zorunda olmasaydık daha iyi olurdu.” diye ekleme yaptı. Sarp purosundan bir nefes daha aldıktan sonra “Alınması gereken zorunlu bir karardı.” diye karşılık verdi. Mehmet yarım seneye yakın bir zamandır görmediği arkadaşındaki değişimi fark etmekten kendini alamadı. Görünüşte aynı Sarp’tı ama artık eskisi kadar naif değildi. Önceden Sarp’ı en çok bu saflığı yüzünden eleştirdiğini hatırladı. Mehmet’e göre naif olan Sarp çoğu zaman çocukça hareket ediyordu. Oysa şimdi karşısında saf olmadığını düşündüğü Sarp vardı ama Mehmet bu yeni durumu beğendiğinden emin değildi. Sanki masumiyet bir kalesini daha kaybetmiş gibiydi.

Berna çok özlediği arkadaşlarını uzun bir aradan sonra ilk defa görmenin heyecanıyla sordukça soruyordu. Sorduğu soruların çoğunu telefon ettiğinde de sormuştu ama yüz yüzeyken sormak da gerekiyordu. Tabii ki sorulardan nasibini Yelda da aldı. İkizlerin ne kadar büyüdüğünden bahsedildikten sonra sıra işlerin nasıl gittiğine geldi. Eğer mutluluk somut bir kavram olsaydı odada onlara yer kalmayacağı kesindi.

Berna’nın sorularından sonra onun da birkaç soruyu cevaplaması kaçınılmazdı. Günün anlam ve önemine uygun düşen o soru da ilk sorulan soru oldu. Mehmet’le ikisinin ne zaman çocuk sahibi olacağını sorduklarında Berna’nın verecek kesin bir cevabı yoktu. Zamanını bilmiyordu. En yakın iki arkadaşı anne olduktan sonra eksikliğini daha da hissetmeye başlamıştı ama Mehmet’in nasıl bir tepki vereceğini tahmin ediyordu. Hormonlarının etkisiyle bunu istediğini ileri sürecek ve bu kararın akıl yoluyla alınması gerektiğini savunacaktı. Ancak Berna’nın bildiği bir gerçek daha vardı. Yıllar onun aleyhine işliyordu. Belki çocuk sahibi olmak için çok geç değildi ama erken olmadığı da kesindi. Mutluluk atmosferini bozmak istemediği için aklından geçenleri belli etmek istemedi. İki arkadaşıyla beraber gülümsemeye ve havadan suda konuşmaya devam etti.

Sarp, Serkan ve Mehmet içeri girdiklerinde eşlerini tatlı tatlı muhabbet ederken gördüler. “Birazdan hemşire Yağmur’u buraya getirecek.” diye haber verdi Sarp. Berna ise bir süredir sormak istediği ama bir türlü soramadığı soruyu sormak için fırsat bulduğunu fark etti.

“Neden adı Yağmur?” Ekin ile Sarp göz göze geldiler. İkisi de manalı bir şekilde gülümsedi ve Sarp, “Kızımız kendi adını seçti bir anlamda, diyelim.” diye karşılık verdi. Ardından da devam etti.

“İsim seçmeye çalışırken Yağmur adının en uygun olacağını bize hissettirdi.” Oysa Sarp’ın ve Ekin’in aklından geçen o yağmurlu günde Sarp’ın Amerika’dan dönüşüydü. Üstelik doğumun gerçekleştiği sırada yağan yağmur da başka bir tesadüf olmuştu.

Berna tam üsteleyecekti ki içeriye kucağında Yağmur bebekle hemşire girdi. Odada bir hareketlenme oldu. Herkes yeni doğan bebeği bir kere olsun yakından görmek, kucağına almak istiyordu. Mehmet ise onları biraz uzaktan seyrediyordu. Karısının kucağında bebeği gördüğünde istemediğini sandığı şeyi, çocuk sahibi olmayı istediğini fark etti. Kendisine sıra gelip de ürkek bir şekilde bebeği kucağına aldığında yaşadığı duyguları istese de anlatamazdı.

Bebeğini kucağına almak için sabırsızlanan Ekin sonunda Yağmur’u kucağına almıştı. Yelda hemen çantasından fotoğraf makinesini çıkardı. Odada bulunan hemşireden grubun fotoğrafını çekmesini rica etti. Kucağında bebeği olan yeni annenin iki yanına geçti herkes. Sarp hemen Ekin’in yanında oturuyordu. Onun yanına ise Yelda ile Serkan geçti. Diğer tarafta ise Berna ile Mehmet duruyordu. Poz vermek için uğraşılırken Mehmet karısının kulağına eğilip “Sanırım bizim de çocuk sahibi olma vaktimiz geldi.” dedi. Berna ilk anda duyduğuna inanamadı ve hemen kocasının yüzüne baktı. Sonrasında ise yüzünde koskocaman bir gülümseme belirdi. Mehmet’in de gözlerinin içi parlıyordu mutluluktan. Hemşire deklanşöre bastığında mutluluğun fotoğrafını çekiyordu.

*** SON ***

8 Haziran 2007 Cuma

Hücrenin İçindeki Yaşam

Bir süredir yazmayı düşündüğüm bir konu vardı ama bir türlü istediğim gibi şekillendiremiyordum söylemek istediklerimi. Oysa lafı uzatmaya gerek olmadığını çabuk fark etmeliydim. Aktarmak istediğim bir video olunca sözü uzatmanın lüzumu yok.

Bu video Harvard Üniversitesi’ndeki bilim adamları tarafından hazırlanmış bir video. Anlattığı hücrenin içindeki yaşamın nasıl olduğu… Daha ilkokuldayken hücrenin canlıların yapıtaşı olduğunu öğreniyoruz. İlerleyen yıllarda verilen bilginin detayları da artıyor ama bunların hepsi kitaplardaki yazılardan ve bazen de şekillerden ibaret oluyor. İşte bu video o yazıları ve şekilleri görsel hale getiriyor. Hücrenin içindeki yaşamı çok güzel bir görsellikle anlatan bu animasyon filmi görmemiş olanlara haber vermek istedim. Kitaplarda okuduğumuz veya sıkıcı bir derste öğrenmek zorunda kaldığımız hücre içindeki yaşamın ihtişamını görmek şart. Youtube’a yüklenmiş hali yerine orijinal sayfasında seyretmek isterseniz aşağıdaki bağlantıya tıklayın:

http://aimediaserver.com/studiodaily/harvard/harvard.swf

Videonun uzunluğu 8 dakika 10 saniyedir.

Template Designed by Douglas Bowman - Updated to Beta by: Blogger Team
Modified for 3-Column Layout by Hoctro